Mürşide ASLAN

O 28 Şubat ki...

Mürşide ASLAN

Üzerinden tam 25 yıl geçmiş bir kara tarihi onca yazan, çizen, konuşan varken bir de ben yazmak istemedim. 

Ama geçen zaman içinde payıma düşenleri düşününce, yıllarca kapalı kolilerin içerisinde sakladığım ve dahi sakladığımı unuttuğum belgeler bir vesile ile önüme çıkınca sanki paylaşmak için bir işaretmiş gibi geldi. 

Gazete kupürleri, fotoğraflar, küçük küçük notlar, üniversite den tutanaklar, kınama cezaları, neler neler…

En önemlisi de ağır cezada yargılandığım dava ile ilgili kayıtlar.

Daktilo ile yazılmış, yer yer silinmiş olmasına rağmen okunabilen, okunamasa da ne olduğunu bugün gibi hatırladığım konuşmaların zaptı…

Önce emniyette saatlerce süren sorgu,  ardından mahkeme sürecine taşınan davada sanık olmama sebep olan şey, bir dergide paylaştığım başörtüsü konusunda yazdığım yazı idi. 

Toplumsal barışı ve huzuru zedeleyen, haksız hukuksuz uygulamalara gün geçmiyor ki yenileri eklenmemiş olsun. Ayrıştırma, ötekileştirme, etkisizleştirme, itibarsızlaştırma, her kurumda karşımıza çıkan sistematik işkence gibiydi. 

70 yaşındaki annemin, asker olarak görev yapan oğlunu ziyaret etmek için gittiği askeri havaalanında, nizamiye kapısında bekletilip “ görüntüsü uygun değil ne emredersiniz komutanım” diye sorulduktan sonra kapıdan geri çevrilişinin sebebini anneme anlatamamıştım.  Gözü yaşlı, gönlü buruk, dumur olmuş annemi teselli edecek bir cümle kuramamıştım…

Her ne kadar 28 Şubat, başörtüsü ekseninde ön plana çıksa da sadece başörtüsü mağduriyetlerine hapsedilmesini doğru bulmak mümkün değil. Kapsamı ve etkileri daha geniş, daha yıkıcı.

Ekonomi, iş hayatı, eğitim, siyaset, bürokrasi, medya, kadınlar, gençler…

Bu çoklu darbeden neredeyse nasibini almayan yer kalmadı…

Birilerinin bu ülkede darbe yapma hevesi hiç bitmedi. 

Son yüzyılın içine sığdırılmış cunta, askeri darbe, muhtıra, postmodern darbe, kalkışma… Ne derseniz deyin adına hepside Türkiye’nin kalkınmasının önüne konulmuş tahrip gücü yüksek birer bomba niteliğinde.  Öyle ki, birinin enkazını kaldırmadan, etkisini bertaraf etmeden bir yenisi ile tanıştı bu halk.
28 Şubat darbeler içinde farklı bir karaktere sahiptir.

En azından yaşımın elverdiğince tanık olduklarım ve okuduklarıma dayanarak gördüğüm bu. 

Hedefi her zaman devlet, siyasal iktidar olan darbelerde 28 Şubat’ın da hedefi aynı, uygulama farklıydı.

Siviller vasıtasıyla dolaylı müdahale ile gerçekleştiğini görüyoruz. Sürecin ön hazırlıkları yapılırken, oyuncular büyük bir titizlikle seçilmiş, özenle hazırlanmış senaryolar aşama aşama sahnelenmişti.

Dönemin hükümeti ile birlikte hedef İslami kesim olunca dini değerlerimizi, kutsallarımızı, olmazsa olmazlarımızı itibarsızlaştırmak için her durum kullanılmıştı.

Algı oyununun figüranları, kimi isteyerek, kimi de zorla; çeşitli kurumlar, medya, sanatçılar,  akademisyenler sürecin hazırlanmasında önemli görevler almışlardır. Müslüm Gündüz, Fadime Şahin,

Ali Kalkancı gibi seçilmiş oyuncular bizleri ekran başında hipnoz ederken, birileri; tarihe 28 Şubat kararları olarak geçecek olan maddeleri yazmaya başlamıştı çoktan.

İşleyen senaryo karşısında alınan postmodern kararlarla, oluşturulmak istenen algı; ‘bu bir darbe değil, haddini aşan Erbakan hükümetinin yola getirilmesi’ şeklinde yorumlanmıştır.  Hatta uzun bir süre kimse bunun bir darbe olduğunu düşünmemiştir bile. Yapanlar haricinde…

Yeni düzenlemelerle birlikte önemli bir kesim ağır zarar gördü. Bunun yanı sıra Devletin gördüğü zararın haddi hesabı yapılamaz.  

Samimiyetten nasipsiz, helalleşme çabaları, helalleşme turları boşuna. Bu ülkeye bunu reva görenler kamu vicdanında hiçbir zaman affa uğramayacaklar.

Ülkenin güçten düşürülmesi, elinin kolunun budanması, bu ülkenin insanlarına akla hayale gelmeyecek mağduriyetlerin yaşatılması öyle kolay unutulacak bir mesele değil.  Bu ülkeye, bu ülkenin evlatlarına verdiğiniz zararın diyetini ödeyelim deseniz bile gücünüz yetmez. Kimsenin kayıp yıllarını geri getiremezsiniz. 

Dinden,  maneviyattan soğuttuğunuz neslin içine düştükleri boşluktan mütevellit, kayboluşlarını bitiremezsiniz. İşinden- gücünden, mesleğinden ettiğiniz insanların bozulan psikolojisi, içine düştükleri geçim sıkıntısı, yetememe, yetiştirememe duygusu nedeniyle dağılan ailelerin acılarının telafisi mümkün mü?

Yazmakla, anlatmakla bitecek gibi değil.

Bitmez de… Müsebbibleri, zihniyeti hala ortada dolaşıyor. İkna odalarının kurucuları, mezuniyet töreninde başörtülü öğrencilerin örtülerine saldıran öğretmenler, birincilik ödülünü hak etmiş öğrenciye sırf başörtülü olduğu için hem ödül vermeyip, hem salondan kovan müdürler, başörtülü hastanın muayenesini reddeden doktorlar… Hala ortadalar.

Hesabı sorulmadan bitmez. Hesabı sorulsun ki bir daha bu ülkede darbeye kalkışmak o kadar heves edilesi bir şey olmasın…
 

Yorumlar 12

Yazarın Diğer Yazıları