Mürşide ASLAN

Hüzün ve Huzur Şehri

Mürşide ASLAN

Sayısını bilmediğim kadar gelip gittim bu topraklara. 

Son gelişimin üzerinden geçen beş yıl gibi koca bir zamanın oluşturduğu özlem,  bu coğrafyanın çekim gücü daha fazla zaman aşımına müsaade etmedi.
Ramazanın manevi ikliminde bir kez daha yola revan oldum. Bir turist gibi değil, bir tatil amacıyla hiç değil.

Ecdadın buralarda bıraktığı izler, yaşanmışlıklar o kadar bizden o kadar benden ki…

Hani şehirlerin ruhu vardır ya…  Üzerinden yıllar, yüz yıllar geçse de onca yaşanmışlıkların havasına, suyuna, taşına, toprağına sinen ruhu… O kadar derin nüfuz ediyor ki benliğinize, sarıp sarmalayıveriyor. 

Her ne kadar tarihinde büyük acılar barındırıyor olsa da, bu coğrafyanın mimarisine ruh veren, estetik katan eserlerin güzelliği karşısında mest olmamak elde değil.
Saraybosna havaalanından Mostar’a kadar güzergah boyunca gördüğüm her ne varsa aklımda kalan savaş görüntülerinin izlerinin üstüne yine,  yeniden, her şeye rağmen kurulmuş bir yaşamın yeniden hayat bulmasının buruk sevincini yaşatıyor adeta. 

Kurşunların delik deşik ettiği, yüzeyleri şarapnel sıyrıklarından deforme olmuş, oyuk oyuk savaş malulü binalar… Bazılarını sıvayla kapatmış olsalar da, acıların üstüne yapıştırılmış yara bandı gibi duruyor. Kaldırsan kanayacak sanki…

Allah vergisi güzellikleri, dağların heybetini, köylerin içinden içimize emniyet salan kalem minareli camileri, zümrüt yeşili Neretva’nın inşirah ferahlığı veren akışını seyrederek geçerken zaman farklı bir boyut kazanıyor. Acelem yok ; ne yolun bitmesi için, ne de menzile varmak için. An şu an, yaşanacaksa şu an yaşanmalı, şu hisler…

Mostar’a varışımız akşam saatlerine denk gelmişti. Buradaki dostlarımız kalacağımız evin önünde yolumuzu bekliyordu. Araçtan iner inmez yıllardır görüşemediğimiz ama gönül bağımızı hiç kesmediğimiz güzel insanlarla sarmaş dolaş halimiz… beklenen olmak, özlenen olmak, varılmak istenen, sarılmak istenen olmak…

Ne büyük bir lütuf.

Gönlüm bir an önce köprüye koşmak istiyordu. Ramazanda iftara yakın bir saatte dostların iftar sofrasında olmakla öncelikler yer değiştirmişti bu sefer. Top atışını seyretmemiz için ev sahibimiz pencereyi açtı. Karşı dağa hep birlikte gözlerimizi dikmiş vaziyette birkaç saniyeden ibaret sembolik top atışını, gökyüzüne yayılan sis dalgasını seyrederken ardından başlayan ezanla birlikte sofrada yerimizi aldık. Ramazanı yaşıyorduk.

Arnavut kaldırımlı sokaklarda Köprüye doğru yürüyorum. Her  taraf ışıl ışıl. Ramazana özel ve özenli bir hazırlık her tarafta hissediliyor. Yol boyunca oluşturulmuş Ramazan sokağı satış standlarıyla donatılmış. Yöresel ikramlıklar, hediyelikler, takılar satışta. 

Satış standlarının birinde Filistin Bayrağı fark edilmeyecek gibi değil.Ya da algıda seçicilik diyelim. İçim burkuluyor, bu sefer farklı bir coğrafyanın ama yine bizden olan acıların odağına gidiyor aklım. Anne ve oğul olduklarını öğrendiğim kadına yaklaşıyorum. Filistinliymiş. Evde yaptığı yiyecekleri satarak Gazze’ye yardım göndermeye çalışıyormuş. Konuştuk biraz. Acılar üstüne, adaletsizlik üstüne, dünyaya dair …

Mahcup ve mahzunum. Kadın ise dik ve mağrur.

Bize hep gözyaşı bize yine acılar…

Karagöz Bey Camiinde teravih hazırlıkları var. Mimar Sinanın Bosna’daki iki çok kıymetli eserinden biri.  Mostar köprüsüne yürüme mesafesinde ki bu caminin yapımı 1557 yılına rastlar. Savaş döneminde bombalanmış, yok edilmeye çalışılmış. Caminin önemli bir bölümü ciddi hasar görmüş. Daha sonra restore edilerek aslına uygun yeniden ibadete açılmış caminin duvarlarında hala kurşun izleri duruyor. Belki de bilinçli bırakıldı. Bahçesinde ise Osmanlı mezarları… Memleketlisi olduğum Mimar Sinan’ın Kayseri’ den çıkıp buralara gelmiş, eserlerini inşa etmiş olmasının heyecanı içindeyim. Ruhu oralarda dolaşıyor gibi.

Mostar gecenin sessizliğine bürünürken ben köprünün ayağındayım. İçim içime sığmıyor. Şehrin iki yakasını birbirine bağlamakla kalmamış köprü, bazılarının da gönlünü bağlamış… hep çağırıyor… Neretva’nın çağlayan sesi, karşıda  Koski Mehmet Paşa Camii... Üzerinde durduğum  yer Mostar Köprüsü…Tutunduğum Mostar Köprüsü…Gören manzara seyrettiğimi zanneder… ne bilsinler nerelere gittiğimi, nereden bilsinler ne hissettiğimi, nereden bilsinler…Ne hissediyorum… yine ilk gelişimde olduğu gibi içimden taşan duygulara eşlik eden buğulu seyir hali.

Gözyaşlarına eşlik eden ferahlık.  Acıyla karışık tebessüm…

Bu köprüden ilk kez şehri seyrettiğimde istemsizce dillendirmiştim, gönülden söze düşen nağme gibi, 

Hüzün ve Huzur şehri...  Mostar…

Yine öyle…

(Devam edecek. )     
 

Yazarın Diğer Yazıları