Gönül NART

KAFA DOKTORU

Gönül NART

“Benim hastalığım kafadan değil ki! Benim ki teknik bir olay. Benim hastalığım siroz.” Diyordu oyundaki adam hastane arkadaşına…
“Sen hastasın! Sensin hasta!”
“Zaten sizin ailede herkes hasta.”
“Hacı o mu? Onun kafası kırık!”
“Dengesizin teki… Adam manyak… Kadın şuursuz… Kadın psikopat…”
“Adam akıl hastası…” uzar gider…
Kızdığımız, işimize gelmeyen herkesi bazen “deli” ilan ediyoruz. Biraz değişik davranan, değişik düşünen herkesi “hasta” ilan ediyoruz. Acaba teşhisi kendi kendimize koyduğumuz için mi doktorlara, uzmanlara, psikologlara, danışmanlara gitmek istemiyoruz? Ya da soruyu başka tarafından sorayım: Mademki bu tür sorunlar hep “başkasının”, “komşunun”, “bir arkadaşımızın”, yani “öteki”nin, “beriki”nin, “diğerleri”nin sorunu ise neden hep kaçıyoruz? Yani işin Türkçesi şu: Bu kadar ruh sağlığımızı, akıl sağlığımızı, psikolojimizi etkileyen sorunlardan neden kaçıyoruz? Neden yüzleşemiyoruz acaba?
    Eskiden her şey çok farklıydı. Her köyün bir delisi vardı. Deli deyince; vuran, kıran, bön bön bakan, tuhaf işler yapan, ayıplı şeyler yapan, sürekli konuşan, korkutucu şekilde bakan, gözlerini belerten, küfreden, küfrettirilen, bağıran, üstü başı yırtık, bakımsız, hırpani,  berbat görünümlü kişiler gelirdi aklımıza. Çok kötü ve anormal davranışlar hayalimizde canlanırdı. Ya da mahallemizde bir deli varsa çocukluğumuzun anılarında zihnimize kazınan görüntüler vardı. Belki de, biz çocukken böyle biri vardı: Sürekli alay edilen, aşağılanan, kullanılan, acınan ve “Allah’ım evlerden ırak olsun, inşallah çocuğum böyle olmaz!” Diye dua edilen. Şimdi de var tabii ki bu insanlar ve bu manzaralar. Ama ben geçmiş anılarımızdaki görüntü ve olayların bugünkü algı ve düşüncelerimizi nasıl etkilediğini söylemek istedim. Sözüm ona  “delilik” hakkındaki fikirlerimizin böyle böyle nasıl şekillendiğinden de dem vurmak istedim.
             Bunları niye anlattım? Çünkü ben ruh sağlığı ve psikoloji ile ilgili bir iş yapıyorum. Psikolojik danışmanlık yaparken; işte bu bilinçaltımızdaki “deli” algısının ceremesini çekiyorum. Bu alanda çalışan tüm meslektaşlarım da eminim bunun sıkıntısını yaşıyorlardır.
          Sorunları olan bir kişiye ailesi, arkadaşı ya da yakınları: “Sen iyi değilsin. Psikolojik bir destek, yardım almalısın” dediğinde hemen bir refleks oluşuyor. “Ben deli miyim?” Bir danışanım eşini terapi için ikna etmeye çalışıyor. Çünkü sorunlarını çözmek istiyor bir şekilde. Eşinin ona: “Ne işim var kafa doktorunda” demiş. “Kafa doktoru” bu sıfatı hatırlayın lütfen. Size de tanıdık geliyor mu? Çok genç bir danışanıma “en büyük korkun nedir?” diye sorduğumda; “delirmek” demişti. Çünkü öfke krizleri yaşayan babasının zaman zaman delirdiğini düşünüyordu. Benim gözlemlediğim ve üzüldüm bir şey daha var. Sorunlar yaşadığı için danışmana getirilmeye çalışılan 8-9 yaşındaki çocukların bile “ben deli miyim… Gitmem hiçbir yere” diye inat etmeleri. Bu algı o kadar oturmuş ki maalesef birçok sorunun çözülmesine engel oluyor. Toplumda bu kadar derin sorunlar varken; bu ön yargılarımız ve kök inançlarımız destek almamıza da izin vermiyor sanki. Bu konu beni çok üzüyor. Farkındalık oluşturmak adına elimden gelen her yerde ve her mesleki platformda çaba harcamama neden oluyor. Helali hoş olsun bizim işimizin bir parçası da bu zaten: bize zarar veren düşünce ve kök inançları değiştirmeye çalışmak.
    Bize gelen danışanlarımız değişik değişik hitaplarda bulunur bazen: “Doktor hanım, pedalog, pelagog, daha nice değişik hitaplar. Olsun bu önemli değil herkes ayırt edemeyebilir; psikiyatrist kim, psikolog kim, pedagog kim, sosyolog kim, psikolojik danışman kim. Bu meslekler de zaten aynı sahada çalışan, paslaşan meslekler. Komik olan şu ki halkımızın bir kısmı ayırt edemese bile hepsini aynı kefeye koyuyor ve bununla da kalmayıp hepsine birden bir isim buluyor: “kafa doktoru”. Takılmış ya bazı insanlar da bu yanlış algıya; sorunlu insanlara da toptan: “kafası kırık” deyip geçiyor. Böylece de bir kısım sorunlu insanlar da; ya olayları alaya alıyor bu kelimelerle, ya sorunlarından kaçıyorlar ya da yüzleşmemek için başkalarını suçlayarak kurtulmaya çalışıyorlar.
    Yukarıda bahsettiğim meselenin bir tarafı. Üzücü olan bir şey daha var. Haberlerde intihar, cinnet, şiddet ya da çok tuhaf bazı suçlarla ilgili detaylar verilirken şöyle bir cümleye rastlayabiliyoruz: “Zanlının psikolojik tedavi gördüğü belirtildi.” İntihar eden birinin komşularına ya da yakınlarına mikrofon uzatılıyor. “Nasıl bilirdiniz?” sorusu sorulduğunda da benzer cümlelerle olay yorumlanıyor: “tedavi görüyormuş… İlaç kullanıyormuş…” gibi yorumlar. Bu tür yorumlar da algılarımızı etkiliyor. Bu bahsedilen ilaçların da daha çok antidepresan olduğu vurgulanıyor. Hâl böyle olunca antidepresanlar da kafadan “kafa hapı” diye söyleniveriyor. Gerçekten ilaç alması gereken danışanlarımızın da bu tür algılar yüzünden bazen ne kadar direndiklerine ve doktordan kaçtıklarına tanık oluyoruz. Kendi kafalarından ilaçları ya da terapiyi bırakıyorlar. İşte bu haberler yüzünden de ihale yine antidepresanlara kalıyor ve ilaç, doktor, terapist algısı da yine tahrif edilmiş oluyor.
   Hani bizim alanda bir söz vardır: “Danışmanlara asıl hastalar değil hastaların hasta ettiği kişiler gelir” diye. Burada önemli bir mesele daha var bence: ayır edebilmek. Yani psikiyatrik(patolojik) hastalıklarla psikolojik sorunları ayırt etmek. Dertleri, kederleri, bağımlılıkları, yıpranmışlıkları; hayatın zorlamaları yüzünden ya da kişiler arası sorunlar yüzünden oluşan depresyonları; iletişim kazaları yüzünden oluşan sorunları; doğuştan ya da sonradan oluşan sorunları; kişilik bozuklukları gibi durumlara bağlı sorunları ayırt etmek. Peki, bunları kim ayırt edecek? Tabii ki uzmanlar. Bu alanda psikiyatrik rahatsızlıklarla ilgili tanı(teşhis) koyma yetkisi; ilaç gerektiğinde ilaç yazma, düzenleme, takip, tedavi yetkisi tıp eğitimi almış uzman psikiyatristlerindir. Psikoterapi yani değişik tekniklerle bir nevi konuşma terapisini de alandaki diğer danışmanlar yapabilir(psikolog, pdr, aile terapisti, pedagog, sosyolog, vs.)
    Mesele şu ki; insanların psikolojik sorunları olabilir. Sorun yaşayan kişilerin çevresindeki insanların bu durumu “delilik” diye yaftalaması kadar zarar verici bir durum daha yoktur belki de. Böyle yaftalanan insanlar da: “Ben deli değilim” diye direttikçe hiçbir sorun çözülmeyecek. “kafa doktorları” da insanların sorunlarını çözebilmek için; terapi odalarında “kafa patlatmaya” devam edecek. Asıl sorunlu insanların sorunlarını kabul edip yüzleşmeleri için; ikna olup terapi almaları için kırk dereden su getirilecek. Yığınla enerji, çaba ve güç harcanacak. Yine helali hoş olsun! Kadınlar ya da erkekler eşleri onlara “deli” demesin diye antidepresanları gizli gizli içecekler. Ya da ilaç içilmesi gereken durumlarda ilaç içmemek ve doktora gitmemek için sonuna kadar direnecekler.
    N’olur kafanız iyi değilse, kafanız dağınıksa, kafanız karıştıysa, kafadan atıyorsanız, kafadan eliyorsanız, kafa atacak kadar sinirliyseniz, kafanızdan deli sorular geçiyorsa, kafanız bir yerlerde kaldıysa; “kafadan çatlak” olduğunuzu falan düşünmeyin lütfen. Gidin bir “kafa doktoruna”… Belki çok kafa bir kadın ya da adam uzman bulursunuz… Kafanız rahatlar, içiniz açılır… Sorununuzu çözmek için yol-yordam öğrenir; yollardan beraber geçer, beraber seçersiniz… Hem kafanız iyi mi değil mi bırakın ona da “kafa doktorları” karar versin. Değil mi ama?

Yorumlar 1
C.Y. 03 Ocak 2020 22:20

"kafama göre" bir yazı olmuş, teşekkürler.

Yazarın Diğer Yazıları