Rafet URAL

HIÇKIRIK FİLMİ

Rafet URAL

          TRT 1 ekranlarında bir birini tekrara düşen dizi ve Hollywood filmleri yerine iki haftadır Hint sinemasının en iyi örneklerini ekrana taşıyarak, izleyicilerden tam not alıyor. Herkesin evde kaldığı bu günlerde bence iyi iş yapıyor. Geçen hafta bir kadın güreşçinin hikayesini anlatan Aamir Khan’ın Dangal filmini yayınlayan TRT 1, pazar akşamı da 200 milyon bilet gişesi ile Bollywood filmleri arasında en çok beğenilenlerden olan Hıçkırık’ı ekrana getirdi.
    
        Naina Mathur’un (Rani),  sürekli tutukluk, kekemelik yaşadığı, çevresinde herkesin garibine giden  'Tourette Sendromu' adlı bir hastalığı var. Filmi izleyen herkes gibi ben de milyonlarca hastalıktan birinin daha varlığından haberdar oldum. Hani şu milyarda bir görülen hastalıklardan  biri.
         Beyinde iletişimi sağlayan kanalların adeta kısa devre yapması gibi bir şey. Özetle Rani, filmde böyle tanımlıyor hastalığı. Hasta normal konuşurken bir anda tuhaf sesler çıkartıyor, istemsiz tiklere kapılıyor. Filmin kahramanı da bu hastalıktan oldukça dertli. Hem çocukluğu hem de yetişkinliği bu durumundan dolayı kolay geçmiyor. Çok zorlu geçen eğitim serüvenine rağmen öğrencilik hayatını en iyi dereceler ile bitiriyor.
          Meslek seçimine gelince en büyük ideali olan öğretmenlik mesleğini yapmak istiyor. Çocukken başınıza gelebilecek en iyi şey “iyi bir öğretmene denk gelmenizdir” sözü burada tam da yerini buluyor. Çünkü Rani’nin bu mesleği bu kadar istemesine sebep olan “iyi bir öğretmen” işte. Tüm hayat çizgisini şekillendirmesine vesile olan, dönüm noktası dediğimiz bir anda karşısına çıkan “iyi bir öğretmen.”
           Daha küçük bir çocukken ben öğretmenleri büyücüye, sihirbaza benzetirdim. Düşünsenize hiçbir harfi bilmeden okula giden minik çocuklar aradan geçen kısa süre sonra okuyabiliyordu. Buda yetmiyormuş gibi sayıları sanki sonsuza kadar sayabiliyorlardı. Halbuki daha birkaç ay önce hepsi bir, üç, beş, on diyebiliyordu. Bu olsa olsa büyü olabilirdi. Bilmiyorum çocuk aklı ile izlediğim filmlerden mi etkileniyordum. Ama benim gözümde öğretmenler; ulaşılamaz, etkileyici, ellerinde adeta sihirbazlar gibi sihirli değnek olan kimselerdi. Yoksa bu durum nasıl olabilirdi. Onca bilgiyi bu kadar kısa sürede çocukların beyinlerini açıp içine koyamayacaklarına göre geriye bir tek yol kalıyor o da öğretmenlerin sihirli güçleri. Ben de minik yüreğim, minik aklım ile sihirbazım ile tanışacağım günü iple çekerdim, mahalleden çocuklar okula giderken.
           Neyse filmden devam edelim;
 

        Rani de işte o çok inandığı sihirbaz öğretmenlerden olmak için her yolu deniyor. Başvuru yaptığı tüm okullar sayısız defa red veriyor. Ama yine de o vazgeçmiyor.  Ta ki mezun olduğu okul, öğretmensiz kalana kadar. Okulun en azılı sınıfına öğretmen dayandıramayan müdür,  Rani’yi işe alıyor.
        
         Sınıfı kafanızda canlandırmak için Türk sinemasının eşsiz örneklerinden Hababam Sınıfını hatırlayınız. Fazlaları var, eksikleri yok. Tahmin edeceğiniz gibi, öğrenciler Rani’nin hıçkırıkları ile önce dalga geçiyorlar. Olmadık şakalar ile öğretmene işkence etmeye başlıyorlar.
        Rani işte tam burada yüreğindeki sihirli değneği çıkarmaya başlıyor. Bu herkesin göremeyeceği öğretmen ile muhatabının bilebileceği gizil bir güç: Sevgi…
        Gecekondu mahallesinden gelen öğrencilerin yer aldığı o 'dışlanmış' sınıfı daha önce kimsenin sevmediği gibi seviyor. Öyle ki kendi kendilerini bile sevemeyen bu çocukları, öğretmen seviyor.
         Ardından mucizeler gelmeye başlıyor. Adeta sınıfa “hokus pokus” yapılmış gibi. O 'dışlanmış' sınıf mucizelere imza atmaya başlıyor.
         Biz izleyenler öğretmenin o gizil gücüne şahitlik ederken, sevginin aşamadığı hiçbir engelin olmadığını bir kez daha görüyor ve tüm ruhumuzla idrak ediyoruz.
 
         Filmin tüm sahnelerinden çok etkilenerek birkaç gün boyunca tesirinde kaldığımı özellikle belirtmek isterim. Fakat aklımdan çıkmayan iki diyalog var:  
          Bunlardan birincisi; okulun popüler olan sınıfının hocası, Rani’yi vazgeçirmek için “ Sizin uyguladığınız metotlar ile bu çocuklardan hiç bir şey olmaz, bu sınıf ile uğraşmaya değmez. Vazgeçin bu işten” diyor.
Rani kendini beğenmiş yan sınıfın hocasına tarihe geçmiş şu söz ile karşılık veriyor: “ Öğrenemeyen çocuk yoktur, öğretemeyen öğretmen vardır.” Benim de meslek hayatımda çokça yer edinmiş bir sözdür bu.
          Bir diğer diyalog ise; babası, kızının hastalığından dolayı onun öğretmenlik yapamayacağını düşündüğü için "Kızım, zaten öğretmenlik maaşı çok az, vazgeç bu işten" diyor. Kızı Rani, "Babacığım, senin unutamadığın bir öğretmenin yok muydu?" diye sorunca, babası "Vardı tabii, olmaz mı?" diyor. Rani, babasının hıçkırıklara boğulmasına sebep olan son sözü söylüyor: "Peki onun ne kadar maaş aldığını hatırlıyor musun?"


         Gizil güçlere sahip tüm adanmış öğretmenlere selam olsun…


 

Yazarın Diğer Yazıları