Mustafa BALABAN

İlk öğretmenim, ilk karnem

Mustafa BALABAN

“Öğretmenin söylediği her söz, yazdığı her harf kutsal şeylermiş gibi hemen zihnimde yer ederdi…” Aytmatov’un İlk öğretmenim kitabında Altınay isimli kızın Düyşen öğretmen hakkında bu ifadeleri kullanır. Hangimizin ilk öğretmeni hakkında buna benzer düşünceleri yoktur ki!  

Aile dışında insanın hayatına giren ilk insan kimdir? Sevginin, saygının ve zarafetin bütün izdüşümlerini insanın hayatına bir kanaviçe gibi işleyen kimdir? Belki herkes birini işaret eder. Ama herkesin hayatında ilk öğretmen müşterektir. Sınıf öğretmeni diye tavsif edeceğimiz kahramandır. Ailemiz dışında uzun süreli muhatap olduğumuz ilk insanlardan biri sınıf öğretmenimizdir. Annenin dizinden babanın izinden artık yeni bir yetişkin vardır çocuğun dünyasında. Anne-babanın okula kayıt yaptırmaları, idare ve okulla hasbihalleri…ve yeni başlayan bir hayat. Ve okula ilk bırakıldığımız gün nasıl tarif edilir. Belki Fazıl Hüsnü Dağlarca bizlere şu dizeleri ile tercüman olur:

“Dünya kadar büyük bir günüydü çocukluğumun
Mektebe ilk gittiğim o altın sabah
Omuzumda kalmıştı el sıcaklığıyla
Anamın okşarken söylediği bir “Bismillah”

Hatırlıyorum da kara tahtanın önünde adeta harfleri değil hayatı öğretirdi bizlere. Önce düz, eğik çizgilerle yazdırır sonra da harfleri gizemli bir dünyanın şifrelerini söyler gibi bizlere fısıldardı. Zordu. Çizgileri istediği gibi çizmek, harfleri söylediği gibi yazmak oyunlarımızın en zorundan zordu. Ama öğretmenin şefkati ve sabrı işi kolaylaştırıyordu. Hele ki güzel bir şiir okuması, gelen bir mektubu okuması ya da zihninden geçenleri tahtaya yazması işi eğlenceli hale getiriyordu.

Evden ayrılmak, annenin kucağından babanın ocağından bir müddet bile uzak kalmak tahammülü güçtü. Neyse ki öğretmenin tatlı dili, akranlarla olmanın neşvesi okulu ikinci adres yapıyordu. Abus suratlı, sabırsız  ve hatta dayakla tehdit eden öğretmen okulu da okumayı da zevksiz, öğrenciyi de isteksiz hale getiriyordu. Onları parantez dışında tutalım isterseniz.

Hatırlıyorum da sınıf öğretmenim öksürdüğünde hapşu derdi. Yaşım yarım asra dayandı, kocaman adam oldum öksürürken hapşu diyorum. Bilmiyorum örtük öğrenme bilmiyorum öksürükle öğrenme! Çocuklar ebeveyni nasıl taklit ederlerse belki daha çok eğitimciyi model alırlar. Kadın öğretmen kızları, erkek öğretmen ise erkekleri etkileme durumları var.  Saç tarayışından kılık kıyafetine, konuşmasından yazmasına…O halde canım ben doğruları öğretiyorum, gerisi ona kalmış diyemeyiz. Argo konuşan, görgü kurallarını hiçe sayan, yanlış ve yakışıksız alışkanlıkları olan öğretmenlerimizin dikkatli olmasını söylemek zaid (laf) olur sanırım!

Sınıf öğretmeni bütün derslerin öğretmeni. Branş öğretmenleri misafir gibi; sınıf öğretmenleri ev sahibi gibi. Şimdi geriye dönüp baktığımda ilk öğretmenimiz nelerimize destek olmazdı ki…. Kıyafetimiz, diş-tırnak temizliğimiz, lavabo eğitimimiz. Evet şimdi anaokulu var, daha önce bu eğitim tamamlanıyor, diyenlerimiz olabilir. Tamam bu çocukların ilk öğretmenleri de, ana-sınıfı öğretmenleri.

Öğretmeni sevmek ya da öğretmenin kendini sevdirmesi o kadar önemli ki! Düşünsenize hangi dersi seviyorsanız, o dersin öğretmenini sevmişsinizdir. O halde mesuliyet duygusu yüksek olmalı öğretmenin. Çocuğun harflere bakışı değil hayata bakışı öğretmenin yapısına ve yaklaşımına bağlı.

Okul günleri yaşamın en uzun süreli serüvenlerinden biri.  Çünkü ev dışında birçok deneyim okul vasatında oluşuyor. Geçmişe biraz yolculuk yapalım isterseniz.

Sabahın ilk saatleri  gözlerimiz mahmur mahmur tören alanındayız. Sonra sınıflarda,  sıralarda. Çantalarımız şimdilerde olduğu gibi tasarımı, malzemesi ve işlevselliği ileri derece de iyi değildi. Eciş bücüş durur ya da çanta namına uygun bir poşet tarzı bir şeylerden mamul olurdu.

Kalemlerimiz kurşun kalemdi. Niçin kurşun (kalem) denirdi acaba, diye baktığımızda “Yani kurşun kalem bilindiği gibi kurşun madeninden değil grafit madeninden yapılmaktadır. Kurşun kalem adı verilmesinin nedeni ise 16. yüzyılda grafit madeni bulmuş olan İngiliz bilimcinin onu bir çeşit kurşun elementi sanmasıyla ortaya çıkmıştır.” açıklaması ile karşılaşırız bu günün dijital bilgi kaynaklarında.

Kurşun kalemi köküne kadar kullanırdık. Mesele yoksulluk değil kırtasiye kapsamına giren birçok şeyin yokluğuydu. Kalem tıraş bile bazen zor bulunurdu. Çakı tarzı bıçak ile ucu açılırdı. Tabii herkes yapamazdı; eline zarar vermeden ya da kalemi yonta yonta bitirmeden. Mahir eller gerekirdi, tecrübe gerekirdi.

Silgi mi? Silince yazı gidip izi kalırdı. Kaliteli, marka silgi mi, nasıl bir şeydi? Kağıttan harfler uçar, çizgiler kaybolur ama beyaz sayfalar siyah renge bürünürdü. Daha ilginç olanı hafiften dudak arası bir sıvı ile silmeye çalışma çabasıydı. Evet amaca ulaşılmış, yanlış yerler silinmişti ama sayfada savaştan çıkmış gibi olurdu.

Defterler mi? Soluk renkli, saman görünümlü kağıtlardan müteşekkildi. Alelade bu defterlerin miadı dolmuş daha kaliteli kağıt sayfalar önümüze gelmişti. Resim defteri, güzel yazı defteri, müzik defteri derken envaı çeşit defterler çantalarımıza girmiş, sınıflarımızı renklendirmişti. Sayfaların kenarlarına süsleme yapmalar, güzel güzel tezyin etmeler bizi adeta müzehhip bir kişiye dönüştürürdü.

Kitaplar deyince aklımıza sadece ders kitapları gelirdi. Hikaye, roman, düşünce kitapları, akademik kitaplar sonradan dünyamıza girdi. Ders kitapları çoğumuz için yeni olmazdı. Seleflerimizden ya okul idarecilerimiz ya da ailelerimiz temin ederdi. Yeni almak külfetliydi.  Kitabevi, kırtasiye uzak muhitlerdeydi. Kapağı yaşlanmış, sayfaları yıpranmış, soruları cevaplanmış kitaplardı bizlere verilen. Bu kitaplar iyi bir silgi ile temizlenir yeniden hayata döndürülürdü.

Oyun denince topla oynananlar malumdu. Ama onun dışında geleneksel oyunlar bilinirdi. Körebe, çelik, çelik-çomak, gömme çelik, saklambaç, dokuz kiremit, beş taş… Oyunlar doğaldı, masumdu, masrafsızdı, üretilebilirdi. Oyunlar arkadaşlığı olgunlaştırır, bizleri hayata hazırlar, bedenen zihnen gelişmemize destek verirdi. Dijital, sanal oyunlar değil sahici ve samimi oyunlardı bunlar.

Yıl sonu dersler hafiflerdi. ‘Ne ekersen onu biçersin’, atasözleri ebeveynin ve eğitimcilerin dilinde dolaşır dururdu. Yazılılar ve sözlüler gündemi işgal ederdi. Nasıl etmesindi sınıfta kalmak vardı, yıl tekrarı vardı. Yazılılar herkesin kabulüydü.

Sözlüler, tedirgin ederdi. Tahtaya çıkmak, sorulara cevapta zorlanmak, kan ter içinde kalmak oğlanların kızların birbirine mahcupiyetleri.

Son günlerin son saatleri.  Karne gündemde. Nasıl bir şeydi? Beyaz katlamalı bir kağıt, içinde rakamlar iyi-pekiyi ifadeleri… Dillerde, “Akdeniz Karadeniz/Biz karnemizi isteriz/Eğer zayıf gelirse öğretmenimize küseriz.” Hem keyif verici hem de endişe vericiydi. Olsun, belki  nakarat halinde olunca halden öğretmenler anlardı. 
Karne efsaneleri çoktur. Karneyi kaybettim diyen mi.  Karne bu yıl verilmeyecek matbu karne gelmemiş diyen mi.  Farklı şekillerde notları değiştiren mi. Elbette öğrenciler uyanık ise öğretmenlerin eli de armut toplamıyordu. Notların olduğu yerlerin üzerlerine bant çekilmeye başlanmıştı. Şimdilerde bilgisayarla çıktı karneler, e okulda dijital notlar bu maceraları sona erdirdi.

Hatırlar mısınız ilk karnenizi? E okul yoktu? Notların bir kısmı karne günü öğrenilirdi. Sözlüler mi tam bir son dakika sürprizleriydi. Karne günü isim isim okunup karneler verilmeye başladı mı, yürekler güp güp atardı. Öğretmenin beden dilinden karnenin vaziyeti çözümlenmeye çalışılırdı. Karnesi iyi olanlar karne hediyesi için sevdiklerine bir an önce gitmek isterlerdi. Ya karnesi kötü olanlar ise eve gitmek istemezler, karnesi zayıf olanlar ile kulis yaparlardı. Karne birliği adeta kader birliğine dönüşürdü. Ne yapsalar da azar işitmeseler, ailelerinin komşu çocukları ile mukayeselerine maruz kalmasalardı. Hani birazcık cesaretleri olsa da, “Bu karne sadece benim değil ey veli, ailemizin karnesi!” diyebilmeyi isterlerdi.


    


 

Yorumlar 4
Oğuzhan 25 Kasım 2023 08:56

Çok kıymetli abim, yüreğine kalemine emeğine sağlık... Derin bir mutluluk ve tatlı bir hüzünle okudum yazını... Şimdiki gibi okul servisi nedir bilmediğimiz zamanlarda senin 7 yıl yani ortaokul ve lise hayatı boyunca sadece okumak için yağmur çamur kar demeden şehrin bir başından ta diğerine yürüdüğüne ben şahidim... Özel dersler özel hocalar dershaneler ve DYK'ler yokken tüm zorluklara rağmen başardın... Yazacak daha çok şey var. Allah'a emanet ol abim, selâm ve dua ile...

Elifcem 25 Kasım 2023 07:24

Kalemine saglık hocam çok guzel

Muhammet B. Ş. 11 Eylül 2023 06:21

Duygu dolu geçmişi bize getiren düşündüren çok güzel bir yazı olmuş teşekkürler kıymetli hocam

Ensar Şahin 20 Haziran 2023 12:53

İlkokul günlerimi "ilk öğretmen, kalem, defter, silgi, karne, oyun..." olarak hatırlattığınız için teşekkürler Mustafa hocam.

Yazarın Diğer Yazıları