Mustafa BALABAN

'ARİFE TEYZE'

Mustafa BALABAN

Bayramlar hemen gelivermez gündemimize. Adeta haberciler gönderir, öncü işaretler gönderir bizlere. Haberci gibi, müjdeci gibi. Hazırlık yapın, hazır olun; haberimiz yoktu, nasıl bir anda geldi, keşke bir iz bir işaret olsaydı hayıflanmamız olmasın diye. Kıştan sonra yazın hemen  gelmediği gibi, baharla bir geçiş yumuşak bir giriş yaparız sıcak günlere. İşte arefe günleri de bir nevi öyledir.
Kişisel hikayemizin çocukluk dönemlerine inelim. Ya da dini uyanışımızın ilk günlerine. Namaz, oruç, teravih, Kur’an kelimeleri, terimleri bizim için ne anlam ifade ederdi. Büyüklerin kocaman dünyasının bize yansıyan düşünce, davranış ve alışkanlıklarının izdüşümleri miydi? Hani niçin büyükler evde, işyerinde, bağda bahçe de namaz kılarlardı her daim. Niçin bir anda yemeden içmeden kesiliverirlerdi? Niçin bir anda camiler cemaate doyardı, hiç namaz kılmayanlar bile teravih namazına koşardı? Kur’an nasıl da duvarlardan-raflardan iner ellerde olurdu, her yerde okunurdu. Gizem dolu günlerdi çocukluk günlerimizde bu sahneler. 

Arefe ifadesi de bu serüvenin mühim bir parçasıydı. Ben arefe ile arifeyi ayıramazdım. Ramazan dayı ile ramazan ayını ayıramadığım gibi. Arife bizim mahallenin küçük geliniydi. Küçük gelin derlerdi; boyu küçük olduğu için mi yoksa evin en küçük gelini olduğu için mi? Yaşı belki otuzlardaydı ama boyu kısaydı, hızlıydı, mütemadiyen meşguldü. Büyükler bayram günlerine yakın arife-arefe kelimelerini çok telaffuz ederlerdi. Evler, avlular temizlenirdi. Çok katlılar yoktu, şimdiki yaşlarda müstakil dediğimiz mütevazı evlerimiz vardı. Bizim için evler hep müstakil ve tek katlıydı her yerde. Öyle ki okul hayatımız başladığında resim dersinde bile evle ilgili çalışmalarda evlerimiz tek katlı çizilirdi. Çünkü çok katlılar hayatımıza girmemişti. Lakin çok katlı ilişkiler vardı. Anne-baba, kardeş tamam da alt üst bütün soy şeceremiz avazımızın yetişeceği mesafedeydi.

Arefe günü neler mi olurdu o zamanlar? Evin içinden mahalledeki sokağa uzanan bir temizlik seferberliği vardı; gelini, kızı-kızanı…Büyükannelerden taze gelinlere börek tatlı açmalar. Uzaktan bile çıtırlığı hissedilen o tatlardan gizlice kırpmalar. Arefe şerefe suları bizleri bekler. Sadece bayrama temiz girmek değil adeta arefe de yıkanmak manevi bir arınmadır. Bu sebeple olsa gerek annelerin ya da ninelerin çocukları banyo yaptırmak için ikna turları…Biraz daha oynayayım diye çocukların yalvarmaları. Bayramlıklar mı? Çok seçenek yoktu o zamanlar. Durumu iyi olan aileler çocuklarını tepeden tırnağa giydirirlerdi. Ekseri ise üçünden birini alabilirdi çocuklarına: kazak, pantolon veya ayakkabı. Çok çocuk hikayesi vardır ayakkabısı başucunda sabahlayan. 

Büyükler evin eksiklerini tedarik etmişler, hatta mezarda medfun yakınlarına bile duaya gitmişlerdir.  Hazırlıklar Ramazan bayramı arefesi ise biraz çabuk bitmiştir. Kurban arefesi ise asıl işler sabah namaza müteakip başlayacaktır. 

Ebeveynler, evdeki diğer büyükler erken yatmak için sabırsızdırlar. Zira bayram namazı vardır. Bayram namazı berekettir, selamdır, muhabbettir. Uzun zamandır göremediğin insanları topluca görmektir. Evine gidemeyeceğinle  oracıkta bayramlaşmak için bulunmaz fırsattır. Çocuklar o telaşa, o heyecana ortak olmanın yolunu ararlar. Oğullar anne-babaya yalvarırlar. Bizi de kaldır, ben de gitmek istiyorum, zorla kaldırın derler. Uzanırlar yataklarına lakin uyku girmez gözlerine. Yeni kılık-kıyafeti giymenin akranlarına boy göstermenin heyecanı vardır her birinde. Kızlar (büyük)babalarını karşılamanın, ellerini öpüp harçlık almanın mutluluğunu duyumsarlar saf yüreklerinde. Saçları taranmış, belikleri yapılmıştır anne ya da ablanın narin ellerinde.

Bayram sabahı vakit gelmiştir bayram namazı için. Her evin ışıkları erken yanmış sabah namazları kılınmış yollar da insan sesleri çoğalmıştır. Belki de daha doğrusu ayak sesleri. Büyükler biraz erken kendilerine gelmiştir çocuklar ise gözleri mahmur, gönülleri neşvelidir. Hava serindir, kıyafetler hafif. Camiye varınca ısınır bedenler dualarla birlikte. 

Vaiz efendi bayramın önemi, bayramlaşmanın güzelliğini anlatır kürsüde. Büyüklerin ziyaret edilmesi, küçüklerin sevindirilmesi…Küslerin barışması…Yoksulların yoklanması, yetimlerin başının okşanması. İmam efendide aynı mevzuda hutbe irat eder, namazdan sonra çıkmayalım bayramlaşalım der. Herkes bir muhasebe yapar iç dünyasında. Kimlere gitsem? Komşularla ne zaman bayramlaşsam. Acaba ben mi gitsem onlara, onlar mı gelse bize? Suç onda mı bende mi? Rahmani duygu baskındır, olmalıdır ben gideyim diye. 

Esasında fotoğrafın büyük kısmına baksak. Mesela pandemi günlerini hatırlasak. Evin dışındaki en yakınlarımıza hasret kaldığımız günleri. Öyle zamanlar oldu ki ev içindekilere bile mesafeli olmuştuk. O günler hayıflandığımız yoksunluğunu hissettiğimiz meş’um günlerdi. İşte şimdi bayramlar bir fırsattır, salgın gitmiş sarılma günleri gelmiştir. Ya da deprem alıp götürdü sevdiklerimizi belki bir sonraki bayramda helalleşir barışırız demiştik filancayla. Hiç tanımadıklarımızla muhatap olmuştuk deprem korkusuyla. Yabancı dediklerimize misafir olmuştuk, kiracı olmuştuk. Belki de aynı çadırın sakinleri olmuştuk o hazin günlerde.

Ya da fotoğrafın arka yüzü. Hani coğrafi olarak uzağız ya. Ya da pandemi kadar yaşamadık, deprem kadar kısa sürmedi. Ne mi? Gazze…Gazetelerin manşetlerinden, sosyal medyanın gündeminden, televizyonun ekranlarından seyrettiğimiz…Saldırı, işgal, katliam… Düşünelim onlar için sahur neydi, iftar neydi? Bir Gazzeli çocuğun bir yetişkin kadar lafı vardı ekranlarda. “Siz bir ay oruç tutacaksınız biz aylardır oruç tutuyoruz.” Tüylerimiz diken diken olmuştu. Biz sahura kalkmanın/kalkamamanın kaygısını yaşarken onlar yarına canlı olarak kalkmanın kaygısını yaşıyorlar(dı). Bu çocuk belki şimdi konuşsa, bizim bayramımız işgalin bittiği gündür, diyecektir.

Bir başka fotoğrafın arka yüzü: Doğu Türkistan. Kulak verin, araştırın, haberleri okuyun. Orada oruç tutmak şecaat. Yani kahramanlık, yiğitlik. Gizli gizli sahur yapmalar, zorla gündüz yeme-içmeye zorlamalar…Oruç tuttuğun anlaşılırsa maddi manevi cezalar.
Yaş ilerledikçe öğreniriz detayları. Ramazan arefesinden öncesine Şerefe, Kurban bayramından öncesine Terviye günü denildiğini. Nasıl da her şeyin her günün adı vardır kültürümüzde. İnsan derin kültürün kodlarını öğrenince daha mutlu oluyor, daha bilinçli oluyor iç dünyasında. Düşünelim iki milyar Müslüman var dünyada. Büyük bir ailenin küçük bir ferdiyiz esasında. O zaman ibadetimizi de, hissiyatımızı da büyük tutalım.

O halde bayramı önce ev içinde ailemizin tüm fertleriyle yaşayalım. 
Sonra sadece evlerimizin duvarları değil ellerimizde birleşsin komşularımızla. 

Akrabalarla alakamızı güncelleyelim.

 Arkadaşlarla hasbi hasbihal edelim.

Sadece oruç tutmuş olmayalım. 
Bayrama hasret yerlere de kavli ve fiili duamızı canlı tutalım.

Yorumlar 1
Muhammet Bahadır Ş 09 Nisan 2024 16:08

Allah razı olsun kıymetli hocam bizi yine zamana taşıdınız

Yazarın Diğer Yazıları