Mustafa BALABAN

Herkesin bir Eylül'ü vardır!

Mustafa BALABAN


Eylül ismi herkese farklı çağrışımlar yapar. Filhakika miladi takvimin dokuzuncu ayıdır. Kız çocuklarımıza verilen isimlerden biridir eylül. Edebiyatla hemhal olanlar için ilk psikolojik romandır. Tamam da ayların, mevsimlerin rengi olduğu gibi lisanı hal ile söyleyecekleri yok mudur? Acaba mevsimlerin bir dili var mıdır? İlkbahar yeşilliği ve maviliği ile yeni bir doğuş, yaz meyveleri ve ürünleri bir kemale eriş, sonbahar sarı ve hasatı ile bir ermiş ve kış ise beyaz ve muhasebe ile bir kefene bürünüş müdür? 

İnsan esasında sadece varlıklara isim vermez aynı zamanda ruhta verir. Nasıl ki ilahi kudret insanı cesetten ruh ile kurtarır ve ahseni takvim yapar. İnsan da eşyaya, varlıklara ruhundan bir parça verir, onu kıymetli kılar, sahiplenir. Öyle ki çadır yuva olur, toprak vatan olur, yabancı yar olur.

Mevsimlerde insanlardan ruh devşirir. Sadece dünyanın güneşin çevresinde dönmesi ile sıcaklık ve soğukluğa göre isim alır, diyelim. Kafi mi bu? Bilelim ki insanın hissettiği, yaşadığı ve o mevsime yüklediği anlamlarla mevsimler fizik ötesi anlamlar da kazanır.

Ülkemizde eylül ayı sadece yazın bitmesi değil yaz tatilinin de bitmesidir. Elbette her yaş grubu için farklı çağrışımları vardır. Çocuk için keyifli günlerin bitişi, genç için özgür günlerin sona erişi-üniversiteli için belki başlangıcı- yetişkinler için yetiştiremediklerinin telaşıdır. Kadınlar için kış hazırlıkları, erkekler için hasat edilecek ürünlerin son demleridir.

Çocuklar  ve gençler için eğitim öğretim zilinin çalışı. Okullar, dersler, defterler ve daha neler nelerin başlangıcı. Anneler için gardrobun düzenlenmesi, babalar için evin gözden geçirilmesi. Tabii ki bu durumlar memleketlere ve mesleklere göre farklı işler ile resmedilebilir.

Asıl eylül ayının insan zihninde ve ruhunda neler çağrıştırdığı merak konusudur. Hani kapalı havalar birçok insanda isteksizlik, iştahsızlık ve karamsarlık doğurur ya. Eylül ayı da sadece sonbaharı değil, baharın ve güzel şeylerin sonu gibi insan yüreğinde bir sızı oluşturur. Gerçekten öyle midir? Uzun, sıcak ve tembellik yapılan bir mevsimin ardından kısalan günler, ısısında cimrilik yapmaya başlayan güneş, serinlikte cömert davranan hava, biriken işlere çağıran meslekler tabii ki insanı ürpertir. Akraba-arkadaş ilişkileri, herkese göre değişen izin ve tatil günleri, mavilik ve yeşillik ortamları bitmiştir. Rahat kıyafetler, dört duvar ötesi yaşam alanları yoktur artık. Üstelik bir günde birkaç mevsimden çeşniler vardır. Yaz mı, kış mı ya da bahardan birine çalan belirsiz havalar düzeni bozmuştur.

Sabah kalkmışsınızdır. Gün ve güneş karşılayacak derken bulutlu bir hava, ardından  yağmur ve birkaç saat sonra yazdan kalan sıcaklar. Elinizde ya bir şemsiye ya da bir yağmurluk…Ta ki araca ya da evinize ulaşana kadar.

Hani demiştik ya, insanlarda mevsimlere ruh verirler. Eylül’ü daha çeşnili okuyamaz mıyız? Düşünsenize doğrudan aralık ayına girseydik. Ocak ayına merhaba deseydik. Hem insan dışındaki canlılar, hem bitkiler ve hem de biz nasıl da perişan olur, hazırlıksız büyük bir kaos yaşardık. İnanın eylül güzel bir ay. Hatta dört mevsimi barındıran şefkatli bir zaman dilimi denilebilir. Yaz mı istiyorsun sıcak saatler, açık havalar var. Kış mı istiyorsun serinlik var, yağmur var bazen kar bile var. Bahar mı istiyorsun yeşillik hala hakim. Bazı ağaçlar, bitkiler renk değiştirse kahverengiye, turuncuya dönüşse de yeşilin tonları görülebilir hala. Sonbahar mı gazeller adeta mevsimin şiirini okumaktalar. Ağaçlı bölgelerde sararan, yere düşen yapraklar. Bitkili yerlerde renk cümbüşü ile coşan bahçe-park ortamları.
Öğrencilik hayatı olanlar ya da edebiyat yapıtları ile arası iyi olanlar bilirler, Eylül isimli bir eser vardır. Metnin başında zikretmiştik. Bu eser Türk edebiyatında ilk psikolojik roman diye tavsif edilir. Hani orada Suad isminde baş kahraman bir kadın vardır. Eşi Süreyya’dır. Aşık olduğu Necip vardır. Esasında başlangıçta eşi Süreyya ile mutlu bir izdivaçları vardır. Sonra Süreyya’nın konforlu yaşam takıntıları, Suad’ı ihmaline sebep olur. Bu arada Necip aile dostlarıdır. Kadından yana kaderi olmayan müzmin bir bekardır. Bu boşlukta Suad ve Necip arasında duygusal bir ilişki yaşanır.

Tabii ki bu masum gözükse de meşru bir durum değildir. Suad, Necip dönemini saadet dönemi gördüğü için bir yaza benzetir. Lakin muhal olan bu durum sonucu bu günleri yaşadıkları hasebiyle eylül ayına benzetir. Çürüyen yapraklar, ölgünleşen ağaçlar, soğuyan havalar, üşüten yağmurlar, kapalı havalar nasıl ki artık yazın bittiğini haber veriyor tekrar sonbahardan yaza dönmek mümkün değilse, tekrar evlilik öncesine, bazı şeyler de daha doğru tercihe götürecek durumlar yoktur. Yani Suad, mevsimlere kendi ruh hali ile bakmaktadır. Marazi bir bakış açısıdır bu. Kirli bir camdan bakarsan net göremezsin, arızalı bir arabayla uzun yol alamazsın, başkasının ilacıyla şifa bulamazsın.

Eylül ayı melül gözükse de bir çoğumuzun gözünde aslında umudun ve hasatın ayıdır. Öğrencilerin yeni bir okula, eğitim hayatında yeni bir döneme girdikleri aydır. Bir üreticinin ürünlerinin devşirdiği bir zaman dilimidir. Dağılan ailenin tekrar toplandığı bir cem günleridir. Evlerin yuva olduğu günlerdir. Sonbahar hayatın zor günlerine hazırlık için fırsat günleridir. Kar kış demeden yaşam koşullarını iyileştirin, eksiklerinizi giderin diyen dost bir mevsimdir. Eylül bu çağrının ilk habercisidir.
Çocukluğumda hatırlıyorum da. Tatilde bir yerlere gittiğimizde eve dönmek ayrı bir haz verirdi. Hele köyde uzun, eğlenceli ve iş dolu günlerden sonra sonbahar ayları rehabilite eden günlerdi bizleri. Şehirde mutevazı bir evimiz vardı. Önünde birkaç meyve ağacı vardı. Ayva sarıya durmuş, has iğde turuncuya evrilmiş olurdu. Top kadifeler son şarkılarını, türünü bilmediğim bitkiler hazan türkülerini söylüyor olurlardı. Gazele durmuş ağaçlar son kuşları ağırlıyorlardı sanki. Bu sahneler çocukluk tahayyülümde kalan son tablolardı.

Romanın sonlarına doğru ya da Suad’ın son demlerine doğru eylüle bakışında müsbet bir yönde vardı. Hayat en büyük öğretmendi sanki. Belki bizler de eylüle bu pencereden bakabiliriz:

“...Ve birden bire aklına geldi ki kış aslında her şeyi çürütüyor, yok ediyordu; fakat öyle çiçekler, öyle fidanlar vardı ki bunları onun acımasızlığına karşı önlemler alarak saklayabiliyorlar, güzelce koruyabiliyorlardı. Demek hayatın eylülündeki umutsuzluk ve bezginlik yerine çaba göstermek herşeye yarayabiliyordu; bu, aslında bahardaki serpilme ve gençlik olamazdı, fakat hayattan daha fazlasını istememeliydi; bu bir serpilme olmamakla birlikte yine bir hayat, özellikle sakin ve hiç olmazsa rahat bir hayat olurdu.

Eylül ayına bakışımızı şu cümle sanırım formüle ediyor: “yüreğinde yeşil bir dal saklarsan, şarkı söylemeye bir kuş gelecektir.”
 

Yorumlar 1
MS 02 Eylül 2023 10:14

Eylül hazan olsun. Sen baharı hayal et.

Yazarın Diğer Yazıları