Murat SERİM

Türk Tezhip Sanatının Etkileşimde Olduğu Akımlar Ve Üsluplar Nelerdir? 

Murat SERİM

İstanbul Fatih’te Müzehhibe Emel Türkmen ile tezhip sanatı üzerine söyleşimize devam ediyoruz.  

Hocam, bir yazınızda bize yabancı olan Batı’yı yüzeysel bir taklit olarak gören sözde aydın kadroların mağdurlarından biridir tezhip, diyorsunuz. O zaman tezhipte Batı etkisi ne zaman başlıyor?

18. yüzyıl sonlarıyla başlıyor. Bunun için de özellikle bir buketlerle ve natüralist üslup dediğimiz, hangi çiçeğin hangi usulde olduğunu ifade eden, şeklinin belli olduğu motifler bunlar. Tabi, süsleme maksatlı buketler, vazodan çıkan çiçekler, rokokonun aslında temelini oluşturuyor öncelikle.  Ondan sonra da zaten barok 2. Mahmut Dönemi’nden itibaren tamamıyla giriş yapıyor ve o şekilde uzun yıllar bu hakimiyetini koruyor ama sadece kitap sanatlarında mı? Hayır. Neredeyse her satıhta görünüyor. Kullanılan işte ev dekorasyonu olsun, yalı dekorasyonlarında, duvarlarda işte camilerin dış cephelerinde ve iç cephelerinde, hemen hemen her yerde, saraylarda, kasırlarda ve köşklerde bu üslubun tamamını görebilmemiz mümkün. En bariz belli başlısı mimaride Dolmabahçe Sarayı. Ama bunun yanında Nusretiye Cami gibi, Cihangir Camisi gibi, Dolmabahçe Camisi gibi ve Ortaköy Camisi gibi camiler de bu üsluptan nasibini almış olan mimari yapılar. Bunun dışında kitap sanatlarında gördüğümüz usul ise tamamıyla Türk barok ve rokokosu dediğimiz üsluptur ki Fransa’da ve İtalya’da yapılandan biraz daha farklıdır. Dolayısıyla bizim bir Osmanlı tavrımız da orada belli olmuş aslında. Biraz daha naif, biraz daha farklı, daha üç boyuttan uzak. Çünkü mimarilerde kullanılan resimsel öğelere baktığımız zaman tamamen gerçek, gerçeğe çok yakın. Kitap sanatlarında bir tık daha hani bu daha stilize edilmiş, daha böyle farklı alanlarını seçerek kullanmış Osmanlı. Vakfiyelerde çok var. O dönemin Mushaflarında çok var. Yani kitap sanatlarının hemen hemen hepsinde, en önemlisi ciltlerde de var. Yani her alana sıçradığı gibi bizi de çok fazla etkilemiş ama sevilir, sevilmez, tartışılır. En önemlisi de levha sanatı, levha olarak ortaya çıkan hat sanatının tam da o döneme denk geliyor. Yani hattın yükselişi en nadide eserlerin üretildiği dönemde barok ve rokokoyu görüyoruz. 

Türk tezhip sanatı barok ve rokoko ekolünden neden bu kadar etkileniyor hocam? 
O dönemin bir modası diyebilirsiniz buna. Sadece bizi mi etkiliyor? Farisi topraklarını da etkiliyor, aynı zamanda Hindistan’ı da etkiliyor. Birçok yeri etkiliyor. Sadece bence bizi etkilemiyor. Yani böyle bir nasıl diyeyim böyle rüzgar gelmiş ve geçmiş gibi bir durum oluşuyor ama şu da var: Onlar bizim kadar fazla benimseyip önemsemeyerek şöyle bir etkilenip geçiyor. Ama bizim için harf inkılabından sonra da yazıların bırakılması ve ara verilme süreci, aynı zamanda baroktan dolayı klasiğe ara verilme süreci -süsleme açısından söylüyorum- bizde en az bir iki yüz yıla yakın bir ara oluşturuyor. Ciddi bir duraklama yani gerileme demeyelim artık duraklama diyelim. 

Yani buna kültürel kesinti veya özünden kopma diyebilir miyiz?

Özünden koptuğuna ben inanmıyorum. Çünkü o dönemde yazılan Mushafların bazıları o dönemin klasiğini karşılarken yani çalışılmışken, bazılarında rokoko ve baroğu çok fazla baskı hissediyoruz ve bazılarında da üçe ayırmak lazım. Bazılarında da her iki üslubu görürüz. Hem Osmanlı klasiğinin o son dönem etkilerinden yani bozulmuş bir klasik ve yanında hemen barok. Yani birlikte de kullanılmış. Bu üç unsuru hemen hemen bütün sanatlarda görmek bence mümkün. Ben buna kültürel ara verme diyorum. Çünkü gerçekten ciddi anlamda tamamen kopma olmuş olsaydı geri dönmesi çok zor olurdu bence. Ama bu bir geçiş dönemi belki ara verme diyelim ama elhamdülillah sonrasında tekrar bir geri dönüş, tekrar o klasiğin kıymeti anlaşılmış. Ama bu bizim için bir kayıp dönem mi? Belki öyle düşünülebilir yani belki o dönem bir klasik devam etseydi çok daha belki bugün farklı şeylere biz imza atıyor olurduk. 

Türk tezyin sanatı başka hangi ekollerden etkilenmiştir?

Selçuklu’dan itibaren başlıyor bulunduğu coğrafya itibariyle. Mesela Anadolu Selçuklu eserlerine baktığımız zaman Memluk’a benzerliğini görüyoruz. İlhanlı tezhiplerine çok benzediğini görüyoruz. Hatta yazı karakterleri bile neredeyse aynı, çok yakınlar. Bazı ayrılıkları tabi ki var ama görüntü olarak geometri çok fazla ön planda. Sonrasında erken Osmanlı dediğimiz bir Selçuklunun biraz daha incelmiş, kıvrılmış, daha hafif yani şey hassas çalışmalar var.

Hangi yıllar bunlar?

1300’lü, 1400’lü yıllarda oluşuyor. Sonra 1500’lü yıllarda yine Fatih Sultan Mehmet’le beraber ciddi bir ivme kazanıyor ve Baba Nakkaş geliyor Özbekistan’dan. Özbek asıllı Baba Nakkaş’ın Orta Asya’dan getirdiği kimliğiyle beraber oluşan çinide ve tezhipte yaptığı uygulamalar asıl döneme damgasını vuran üslup oluyor. Aynı zamanda Timur Dönemi Herat’tan da bize bir etkileşim oluyor ve o dönemde bu iki üslup baskın bir şekilde aslında kullanılıyor. Birbirlerine çok benziyorlar. Çok büyük bir farkları yok. Fatih Dönemi’nin hemen arkasından 2. Bayezid Dönemi geliyor ki burada da Türkmen üslubu çok ön plana çıkıyor. Yani Mısır topraklarında olsun, Kuzey Afrika, aynı zamanda İlhanlıların hâkim olduğu dönemde de herkesin etkilendiği gibi biz de etkileniyoruz. Ama biz ikinci Bayezid Dönemi’nde etkileniyoruz ve onların getirdiği bulut motifiyle tekrar farklı bir desen algısı oluşmaya başlıyor. Bundan sonra da zaten 1. Selim’in 1514’teki Tebriz’i işgalinden sonra hem de Mısır’ı almasıyla beraber oradan gelen sanatkârlarla beraber bu sefer nakkaşhane çok daha zenginleşiyor. Onlar da kendi kültürlerinden getirdiklerini İstanbul’daki kültürle birleştiriyor. Yani Osmanlı kendi zevkiyle bir araya getirerek aslında bir üslup oluşturuyorlar. Yani herkes kendi kimliğini getirmiş ama burada -bu dış etkenler şu an anlattıklarımın hepsi- zaman içerisinde bu harmanlanıyor. Şahkulu’nun asıl gelmesiyle de Tebriz’den Amasya’ya getiriliyor, Amasya’dan İstanbul’a geliyor. O dönemde asıl zaten ortaya çıkıyor. Her şey netleşmeye başlıyor.

Tezyinde Şahkulu çok önemli.

Çok önemli ama Türkmenleri de burada ben atlamıyorum. Akkoyun Türkmenleri de çok önemli şahsiyetler. Çünkü o dönemde biz Fatih Dönemi’nde daha rumi ağırlıklı çalışırken hatayi üslubu, bulutu ve motifleri onlar bize getiriyor. Onlarla tanımış oluyoruz. Özellikle de 2. Bayezid Amasya’da şehzadeyken. Ondan sonra İstanbul’a getiriliyor bu sanatkârlar. Ama sadece dediğim gibi bizi etkilemiyor. Yani Şiraz’ı etkiliyor, Herat’ı etkiliyor, onun dışında Tebriz’i çok etkiliyor, Timur Dönemi’ni çok etkiliyor. Bunların hepsinin bir yere topladığınız ama Akkoyun Türkmenlerin rolü çok büyük. Özellikle Orta Asya’dan getirdiği kimliğiyle beraber.

Tezyin sanatında Türk tezyin sanatının temel taşlarını sayıyorsunuz. Bu temel demek ki harmanlaşmasından kaynaklanıyor.

Özellikle mimarilerde durum değişik. Mesela mimarilerde Fatih Dönemi ve sonrasında gördüğümüz en büyük etki Tebrizli ustalar. Mesela Bursa Yeşil Cami, Yeşil Türbe, Edirne Muradiye Cami bunlar çok önemli. Bunlardaki çiniler tamamen Tebrizli ustalardan. Konya’daki Mevlana’nın Türbesi’nde onların etkileri çok bariz bellidir. Edirne Eski Cami gibi. Yani mimarinin durumu biraz daha farklı ama kitap sanatlarına yansıması başka.

Hâlâ tezhip sanatında bir yozlaşma kaygısı taşıyor musunuz hocam? 

Yozlaşma kaygısı aslında şu aşamada öyle bir kaygım yok. Çünkü klasiğin çok güzel önemsendiğini, kurallarının anlaşıldığını, onun üzerine hatta yeni yorumlarla serbest tasarım dediğimiz ya da ister modern deyin, ister güncel yorumu deyin, Türkiye’nin çevremizdeki ülkelere göre bu konuda farklı bir adım attığımı düşünüyorum. Özellikle farklı materyaller, farklı disiplinler, farklı malzemeler kullanılarak oluşturulan bu tasarımların artık Türkiye’nin 21. yüzyıl tezhibine farklı açıdan bakışını sağlıyor. Klasik bir taraftan devam ederken aslında bunu biraz Kara Memi’ye benzetiyorum. 16. yüzyılda Şahkulu’ndan sonra talebesi Kara Memi sernakkaşı olur ve kendisi hiç o güne kadar yapılmamış bir üslubu ortaya çıkarır. Yani güllerin, lalelerin, sümbüllerin, çiçeklerin daha doğrusu kimliklerinin belli olduğu güzel bir cennet bahçesi süslemeleri vardır. Bununla beraber klasiği ile çok iyi yorumlar. Sadece bu üslubu yoktur. Asıl klasikte zaten çok ciddi bir başarı elde etmiş bir müzehhipten bahsediyoruz. Bir taraftan da böyle bir tarzı vardır. Günümüz müzehhipte de böyle. Klasiği çok iyi özümsemiş, alt yapısı düzgün, temel sanat eğitimi dediğimiz renk ve işte karakalem, başka unsurlarda ve bilgilerle bir araya getirilen, alt yapısı sağlam olan sanatkârların yaptıkları biraz daha farklı oluyor tabi ki. Bu konuda eğitim almak çok önemli aslında. Bir resim boyutunu bilmeniz lazım. Bir grafik boyutunu bilmeniz lazım. Yani bunları bir araya getirerek oluşturuyorsunuz sonuçta. Sağlam bir temeli, bir konusu, bir ismi olan, anlattığı ne olduğu anlaşılabilen -ki bunu tezhipte yapmak çok zor- yeni bir üslup ortaya çıktı aslında.

8. bölümün sonu

Yazarın Diğer Yazıları