Murat SERİM

Müzehhip Emel Türkmen'in Tezhiple Güzelliği Arama Hikayesi

Murat SERİM

İstanbul Fatih’te Müzehhibe Emel Türkmen ile tezhip sanatı üzerine söyleşimize devam ediyoruz.  

Hocam tabii biraz da sizi tanıyalım. Tezhip sanatına ne zaman başladınız?

Aslında Türk desenleri dersiyle başladım. Ben, Fatih' te bulunan, Sultan Selim Geleneksel Türk Sanatları Meslek Lisesi mezunuyum.

Ordan da birincilikle mezun oldunuz diye biliyorum.

Evet, öyle.

Üniversitede birinci, lisede birinci. Yani şu anda da sizden önce birçok müzehhibi araştırdım. Burada da birincisiniz hocam. 

Yok, estağfurullah, o kadar demeyelim. Şöyle: Ben lisede evet başarılı bir öğrenciydim çünkü sanatı çok sevdim. Benim çocukluğumda kitaplara olan hassasiyetim, resim sanatına olan merakım ve biraz da kalemim iyiydi. Hocalarım güzel sanatlara yönlendirmişti. O zamanki hocalarımız farklıydı. Belki de bilmiyorum şimdi yapılıyor mu ama sen güzel sanatlara gitmelisin, çizimin çok iyi diyen çok resim hocalarım oldu. Sonra ben meslek lisesi tercihinde bulundum. Liseye girdiğim zaman yeni bir okul, okul içinde okul açıldı ve geleneksel Türk sanatları bölümünün olacağı, bunun da cilt bölümünden öğrenci alacağı anlatılıyordu, müdüre hanım anlatıyordu. Çok ilgimi çekti. Ben eski kitaplara, eski antika eserlere meraklıydım. Yaşım çok küçük, 14 yaşındayım ama bir merakım vardı. Onun için seçtim. Orada ilk gördüğüm derslerden yani cilt haricinde gördüğüm ders Türk desenleriydi. Tabii bir yandan karakalem resim de görüyoruz. Bir taraftan sanat tarihi dersleri görüyoruz. Osmanlıca görüyoruz, o ayrı. O, bir tarafta. Türk desenleri dersiyle ben ilk defa yaprak çizmeye başladım. Yani tezhibin en küçük formuyla başladım. Hocamız da rahmetli Tahsin Aykutalp’in oğlu Hayri Bey’di. Bize hem güzel bir hanımefendi nasıl olunur -aynı zamanda kız meslek ya bizim okul- hem de sanata nasıl değer verilir ve sanat nasıl icra edilir, bunları öğretmeye çalışmıştı. Ben tezhiple orada tanıştım. Ben lise birde tanıştım. Ondan sonra Topkapı Sarayı’nda devam ettim ama tamamen sebebi şuydu: Ciltlerin üzerindeki kalıp desenlerini ve cildin üzerini fırçayla süsleyebilmek amaçlı ben desen öğrendim. Tezhip demiyorum farkındaysanız, desen öğrendim. Bunu da tezhip kursundan alabilirdim. Mimar Sinan Üniversitesine İslam Hoca’m için girdim ve ana sanat dalını o yüzden cilt seçtim. Çünkü İslam Hoca’m sadece ana sanat dalında ders veriyordu. Diğer sanat dallarında başka hocalarımız ders veriyordu.

Faruk Hoca’yla da tezhibe geçtiniz. 

O çok enteresandı. Hayır, ben çiniyi seçmiştim. Neden? Tahsin Hoca’mızın oğlundan duyduğum için biraz çekiniyorum. Ben tezhibi zaten yapmayı düşünmüyorum, kapak süslemek için öğreniyorum, kapları süsleyeceğim. Ben bari desenle alakalı çini yapayım. Biraz da hocadan çekiniyorum. Duyumlarım öyle çünkü. Hocam çok müthiş bir hocaydı gerçekten. Şu an birçok büyük ismin de hocasıdır. Neyse, ben tam dilekçemi verdim, çıktım. Faruk Hoca’mla burun buruna geldik koridorda. Hocam: ‘’Neyi seçtin, tezhibi seçtin değil mi?’’ dedi. O, birinci sınıfta hepimizi tartma şansı oldu, desen çizgimizden yani daha doğrusu evvelinden biraz desen bilgimin olduğunu anladı hoca. Sen tezhibi seç, dedi. Sonra ‘’Ne seçtin?’’ dedi. Cildi seçtim, dedim. Hemen dilekçeni değiştir, ana sanatın tezhibi seç, dedi. Hoca’m ben seçemem. İslam Hoca için geldim, dedim. Olsun, bari o zaman yardımcı sanat olarak seç, dedi. Yardımcı sanat dalı vardı o zaman, şimdi yok. Şimdi yan dal da diyorlar. Yan dalını tezhip seç, dedi. Hocam, dedim Tahsin Hoca’dan çok çekiniyorum, ben yapamam o şekilde, dedim. Kendime güvenim yok. Ben sizi alacağım, dedi. Yeni yardımcı doçent olmuş hoca. Yeni bir öğrenci kitlesi alacak. Bize de soruyor, tek tek ne seçtin, ne seçtin? Bizi birinci sınıftan tanıyor hocamız. İkinci sınıftayız bu arada. Neyse, ben hemen dilekçemi değiştirdim. Bugün eğer müzehhip olduysam hocamla o anda o saat o dakikada Faruk Hoca’yla karşılaşmama bağlı. Yoksa ben bugün  çiniciydim. 

Tevafuk diyelim buna biz.

Müthiş bir tevafuk hem de. Yani kader nereye götürecek? Mücellit olmak için çok çaba sarf ettim. Atölye açmayı çok istedim. Kurumlarda çalışamadım o dönemde. Kurumlarda çünkü bizim sanatçılarımız restorasyon ağırlıklı olduğu için o imkan da yoktu. Ne yapacaktım? Atölye açacaktım, atölye açamayınca da şahsi bir yer kiralayıp -matbaa malzemesi gibi büyük aletleri var matbaalarda çalışılan- bunlardan edinecektim ve ben bu sanatı müşteri bulabilirsem yapacaktım. Mesela bu açıdan bakarsanız mesleki olarak. Ama şöyle bir gerçek var: Tezhip, hayatıma bu şekilde girdi. Yani eşimin hattat olması da beni çok yönlendirdi. Ayrıca bir anti parantez. 

Evet. Emel Türkmen için tezhip ne ifade etmektedir?

Benim için güzelliği aramak. Yani Rahman’ın güzelliğine yaklaşabilmek. O kadar. Ben buna ancak bu şekilde cevap verebiliyorum. Rabbimizin tabii ki yarattığıyla hiçbir şekilde boy ölçüşemeyiz ama en büyük sanatkâr Allah’tır ama ondan bize verilen o küçücük bir kırıntıyla bile en güzelini, en güzel şekilde, en güzel kelama yapmaya çalışıyorum. Benim amacım bu. Tabii bundan önce ilk önce ayeti kerime neyse bazen kelamı kibar olur, bazen hadis-i şerif olur, manasına önce vâkıf olmayı tercih ederim. Onu gördükten sonra yazının ön plana çıkmasını eğer ki bu bir klasik eserse yazı merkezde olur ve yazının ön plana çıkmasını önemserim. Ondan sonra dikkat etmek istediğim en önemli mevzuysa yazıya yakışma. Yazıya yakışacak. 
Bu da sizin üslubunuz oluyor sanırım.
Aslında öyle oluyor. Yazıya yakışan tezhibi yapabilmek, amacım bu. 

Emel Türkmen nasıl çalışıyor hocam tezhibe?

Gün içerisinde eğer çok yoğunsam dersler filan bittikten sonra bir 15-20 dakika böyle bir uyku haline geçerim. Çünkü çok yoruluyorum beyin olarak. Görsel hafızanın şöyle bir sıkıntısı var: Fotoğraflıyor ve fotoğraflar belli bir saatten sonra beynimde dönmeye başlıyor ve o görseller gözümde flaş gibi çakıyor. Ben onlardan kurtulabilmek için yani daha doğrusu azaltabilmek ve daha sakinleşmek için bir 15 dakika uyurum. Ondan sonra uzun yıllar şimdi yapamıyorum ama uzun yıllar gece çalıştım, gündüz uyudum. 

Nasıl bir ortamda çalıştınız hocam?

Gecenin sakinliğinde, telefonun dahi çalmadığı, sadece saatin tıkırtısını duyduğum veyahut musikiyi dinlediğim bir ortamda.

Şu anda da gecenin ilerleyen saatlerindeyiz. O zaman tam sizlik vakit.:))
Bizim çocuklarımızın ilki evliliğimizin sekizinci yılında oğlumuz oldu. O zamana kadar 8 yıl boyunca biz beraber eşimle gece çalışır, gündüz öğleye kadar uyurduk. Namazdan önce de uyumazdık.

Allah bağışlasın. Hamza’yla ve kızınız Zehra’yla tanıştık. Tabii eşiniz Hattat Hüseyin Bey’le de. Hakikaten çok değerli bir insan. Şiirlerini de okudu, dinledim bu arada. 

13. bölümün sonu

Yazarın Diğer Yazıları