Murat SERİM

Tezhip Sanatında Renklerin Simgesel Anlamları

Murat SERİM

İstanbul Fatih’te Müzehhibe Emel Türkmen ile tezhip sanatı üzerine söyleşimize devam ediyoruz.  

Hocam, tezhipteki desenlerde vazgeçilmez renkler içinde altın ve lacivert tabii diğer renkler neyi ifade etmektedir? 

En değerli malzeme burada altın. Altını ortaya çıkaran, bir derinlik veren bir renge ihtiyaç var. Buna en yakışan renk lacivert. Başka coğrafyalarda kırmızı, bordo, yeşil mavi tonlarda kullanılmış ama Osmanlı zevki lacivertten yana. Bu derinliği kazandırdıktan sonra üzerine kullandığı en önemli renk sıcak ton olarak düşünürsek narçiçeği tonları ve sülyen dediğimiz turuncuya kaçan tonları. Bunun yanına küf yeşilini kullanmış ve gerçekten sülyene de çok yakışan ama lacivertin yanında da hoş duran bir renk. Altın rengi sıcak, sülyenin rengi sıcak, yanına iki soğuk renk de lazım. Yani soğuk rengin türü değişebilir, bazen yeşil olur, bazen mavi olabilir ama Osmanlıda renk çeşitliliği azdır. Motiflerin renklerine gelince, bu genel zemin renklerinden bahsediyoruz. Bahsettiğimiz narçiçeği, hatayilerde kullanılan pembeler, maviler, sarılar var. Bazen mor renkler görünüyor. Burada aslında Allah’ın yarattığı tabiatla iç içe bir görüntü elde etmek. Güzelliği oradan. Ne kadar sadeleştirilmiş olsa da doğadaki renklere yakın tonların daha çok kullanıldığını görüyoruz. Lacivert de bana göre uzay boşluğunu temsil ediyor. Yani o gökyüzündeki yıldızlar gibi alıntının ışıldamasını sağlayan ve derinlik veren önemli renk. Altının parlaklığını da en çok ortaya çıkaran renk olarak tasarlanmış. Mesela siyah tercih edilmemiş. Siyah da koyu bir renk baktığımızda ama altınla uyumlu bir renk değil. En önemlisi bizim helezonlarımız var. Kimisi ona kıvrık dal der, kimisi samanyolu gibi döner filan, mevzu gerçekten de samanyolu gibidir. Bir helezonik hareket. Aynı salyangozun üzerindeki o helezon hareketi gibi. Ondan yola çıkılarak sonsuzluğu simgelediği düşünülür bu helezonun. Sonsuzluk nerededir? Uzay boşluğundadır, gökyüzündedir. Neden laciverttir? Gökyüzü laciverttir zaten. Buradan düşünülürse temsil ettiği şeyler aslında ulaşamadığı yer belki de. Uzaya ulaşmak o zaman mümkün müydü? Belki hayalde mümkündür. Belki de gerçekten ruhaniyetleri oradaydı, bilemem ama görüntü olarak ben, gecenin içerisindeki parlayan altınları yıldızlara benzetiyorum açıkçası. Hoşuma da gidiyor. Bizde altın çok da kullanılmakla beraber tezhip lacivertsiz çok nadirdir. 

Tezhip sanatında Türklerin rengi olan turkuazı görüyor muyuz hocam? 

Birçok alanda belki görüyoruz ama tezhip sanatında çok bariz bir şekilde çiçek tonlarının dışında pek görmüyoruz. Bazen rumilerde turkuaza yakın tonlar yaptıkları görülebiliyor, bazen cetvelde görüyoruz ama bariz bir renk olarak özellikle zemin ton olarak karşımıza çok nadir çıkar. En çok kullanılan lacivertin tonları. Bazen açık lacivertin kullanıldığı eserler de var ama koyu lacivert ile birlikte genelde kullanılıyor. Turkuaza kaçan bir ton bulmanız çok daha zor. Ama bir Şiraz’da var bu, İsfahan’da var. Pembe zemin bile var İsfahan’da. Şiraz’da mavi zeminler var. Açık mavi, bebek mavisi dediğimiz maviler var ya, onlar da var. Diyorum ya coğrafyanın zevklerine göre çok değişiyor. Bizim Osmanlıdaki anlayış çok daha farklı. O yüzden diyorum Osmanlının bir kimliği var diye.

Size verilen ödüller var hocam. Sakıp Sabancı Teşvik Ödülü ile Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki tezhip yarışmasında verilen ödüllerden bahseder misiniz? 

Sakıp Sabancı Ödülü aslında benim üçüncü sınıfta öğrendiğim bir durumdu. Tekstil, geleneksel ve resim bölümü birincilerine, ikincisine ve üçüncüsüne o dönem Cumhuriyet altını ödülü veriliyordu. Daha önceden dolar üzerinden verilmişti. O dönemde olmadığım için bahsini duyardık ama benim okula giriş amacım bu olmadığı için bölüm birincisi olmak ya da derece için çabalamak gibi bir derdim yoktu. Üçüncü sınıfta bir burs başvurusu yapacağım zaman öğrenci işlerine gittim. Transkript lazım bana. Burs başvurusu için, dedim. Öyle mi? Burs başvurusu yapacaksan -o zaman memurlar bayandı- dediler ki: Bir bakalım. Döneminin kaçıncısısın? Belki de derecen vardır, haberin yoktur. Nerede bende derece? Yoktur öyle bir şey, hiç boşuna uğraşmayın, dedim. Araştırdılar, baktılar. Kendi döneminin zaten birincisisin. Sana burs çıkar, dediler. Allah Allah nasıl yani? Ben mi birinciyim? Çünkü ben başkasının tuttuğu notlara çalışarak geçiyorum. Sanat tarihinden filan ya da derslerde uyuyan bir öğrenciyim. Çünkü gece boyunca restorasyon ve çalışmalar yaptığımız için tezhip olsun, cilt olsun yani zaten derslerime çok çalışan biri değildim. Ama değişik bir tekniğim vardı. Bütünlemede geçerdim. 

Kestirme bir yol.

Finallere çalışmazdım çünkü uygulamalı derslerden de final var. Onların telafisi yok. Yani bütünlemesi yoktu.

Uygulamayı siz daha çok seviyorsunuz.

Uygulamayı seviyorum ama uygulamayı bitirmek de zorundayım. Not alacağım notlarımız o uygulamadan veriliyor. Onun da bütünlemesi yok. O yüzden ona ağırlık veriyorum. Diğer derslerin bütünlemesi olduğu için finali zayıf notla geçip bütünlemede geçiyordum yüzde doksanla filan. Nasıl olsa çalışabilecek vakit kalıyordu bana. Bu şekilde birinci oldum ben. Başkasının notları derken arkadaşlarımızın notlarıyla yani. Dolayısıyla üçüncü sınıfta ben bunu öğrendim. Fakat sonra bırakmamaya karar verdim. Benden sonra sonuçta ikinci, üçüncü olacak arkadaşlarımız da vardı. Derslerime asıldım, ondan sonrasında da daha fazla çalıştım, dikkat ettim ne yapmam gerektiğine? Derslerime özen gösterdim. Ondan önceki bölüm derdim yoktu çünkü. Ve bölüm birincisi olarak mezun oldum ama törenime giremedim. 

Neden? 

28 Şubat’tan dolayı. Sabancı’nın elinden ödül alma şansım olmadı. Babam aldı.
Ama çok güzel bir yere gelmişsiniz hocam. Rabbim sizi çok güzel yere getirmiş. 
Abu Dabi’de gerçekleşen Kültür Bakanlığının öncü olduğu el-Burde Uluslararası Tezhip Yarışması yapıldı. Peygamber Efendimizin Kutlu Doğum Haftasına denk getirilen özel bir yarışma. Bu yarışmaya -tabii hocalarımızın, hattatlarımızın da teşvikiyle- benim katılmamı istediler. Uluslararası yarışmaya hiç girmemiştim. Tezhip yarışmasına da daha önce girmemiştim. Kurallara uygun bir çalışma yaptım. Çok zor şartlarda yaptım hatta çalışmamın üzerine su döküldü. :(( Tekrar yaptım yarısından fazlasını. Böyle bir talihsizlik de yaşamış olmama rağmen o talihsizlikten sonra moral bozmayıp yine de eseri gönderdim. Ne olursa olsun, dedim. Ben elimden geleni yaptım. Ben ne yaptığımı biliyorum, dedim. En azından kazanmasa da gider, gelir eser diye düşündüm. O yarışmada ikinci oldum. Ve en çok sıkıştığım alandan dolayı birinciliği kaybettiğimi duyunca da ona da üzülmedim değil. Çünkü işimin üzerine su döküldüğü için ben bazı yerlerde istediğim özeni gerçekleştiremedim. Birincisi olmayan bir yarışmada ikinci oldum. 

O da birincilik bir anlamda.

Yarışma şartnamesinde jüri isterse birincilik ödülünü ya da diğer dereceleri vermeyebilir gibi bir cümle vardı. Bundan dolayı bunu bilerek girdik ve kabul ettik. Ondan sonra bir daha hiç yarışmaya katılmadım. Orada bıraktım.

Katıldığımız yarışmada da birinci oldunuz.

İkinci oldum. :)) 

O anlamda hep birincilik sizin hocam.

Çok öğrenci hazırladım. Yarışma konusunda öğrencileri çok fazla teşvik ederim ama kendim bir daha katılmayı tercih etmedim. 

17. bölümün sonu

Yazarın Diğer Yazıları