Murat SERİM

İslam Medeniyetinin Gücünü Gösteren Türk Tezhip Sanatı 

Murat SERİM

İstanbul Fatih’te Müzehhibe Emel Türkmen ile tezhip sanatı üzerine söyleşimize devam ediyoruz.  

 

Tezhip sanatının tarihi hakkında bilgi verir misiniz?

Geleneksel sanatlar içinde tarihi en eskiye dayanan sanatlardan biridir tezhip sanatı. Hat sanatından da eskidir aslında. İslamiyet’ten önce Orta Asya’da yaşayan Uygur Türklerinin yaşadığı bölgelerde gerçekleştirilen kazılarda çıkarılan güzel belgeler fazlasıyla var. Bunlardan gördüğümüz kadarıyla ecdadımızın İslamiyet’i kabulünden sonra heyecanla ve aşkla çok daha güzel eserler verdiğini görebiliyoruz. Çünkü dinin getirdiği şevk, heyecan ve istek çok daha büyük.

O zaman İslamiyet’i kabulüyle birlikte Türkler daha farklı bir yöne yöneliyor. 

Evet, çıtasının daha yükseldiğini görebiliyoruz. Tezhip başlı başına bir sanat olmakla beraber hattın yanında onu bezeyen, güzelliğine güzellik katan, oldukça estetik, naif bir süsleme sanatıdır. Bu sözler çok önemli. Çünkü aslında tek başına da bir sanat ancak hatla birlikte çok daha güzel. Birlikteliklerinden ortaya çıkan güzellik çok daha muhteşem. Bu sanatımız aslında geleneğe bağlı devam eden bir sanat. Geleneğini asla inkâr etmez. Geçmişi bugüne geleceği olan köklü bir sanat çünkü. Tezhip sanatı Uygur Türkleriyle başlayan sanat yolculuğunda yaşadıkları coğrafyada karşılaştıkları kültür ve sanatlardan çok fazla etkilemiştir aslında. Aslında aynı coğrafyadan beslenmiş oluyorlar. Çin resminden de etkilenmiş, o bölgede yaşayan farklı kültürlerden çok etkilenmiş ve zamanla tabiatın da stilize edilmesi hiçbir zaman hiçbir form gerçek olarak alınmamış. Hepsinin bir üsluplaştırma dediğimiz aslında soyut gibi düşünmek lazım bunu. Üsluplaştırarak kullanmayı tercih etmiş ecdadımız. Bu da Orta Asya’dan itibaren böyle. Sadece Osmanlı olarak bakmamak gerekiyor. Sonrasında Selçuklular, Anadolu Selçuklular Dönemi’nde yapılan el sanatlarında görülen geometrik geçmeler filan bunlar hep birbirinin devam eden teknikler. Ve sonrasında da Osmanlı ciddi anlamda bir ivme kazanıyor. Özellikle 16. yy. da.

Peki, Osmanlı’da tezhip sanatı nerelerde icra ediliyordu?

Daha önce Selçukluda olduğu gibi nakkaşhanelerde. Yani Osmanlı sarayını destekleyen, asıl sultanın isteği üzerine oluşturulan ekipler sayesinde ama dışarda atölye yok muydu? Tabi ki vardı. Sarayı destekleyen atölyeler olduğu gibi tamamen bağımsız çalışan atölyeler de mevcut. Yani usta çırak ilişkisiyle yetişen kişiler usta olduklarında bir atölyeleri ve bunlara tabi kitap çoğaltıldığı için süsleme gereği, ciltleme gereği doğal olarak ortaya çıkıyor yazıldıktan sonra. Ve bunları da belli atölyeler çalışıyordu tabi ki.

Peki, tezhip sanatının çalışıldığı belli başlı şehirler nerelerdir desem hocam?  

Selçuklu Dönemi’nin Konyası ön plandadır. Ondan sonra yine kaynaklarda bildiğimiz kadarıyla 2. Bayezid Dönemi’nde Amasya, şehzadelik döneminde özellikle Şeyh Hamdullah ve Türkmen üslubunun ön plana çıktığı tezhipte böyle bir birliktelik. Daha sonra sarayın nakkaşhanesine geçilmesiyle tabi İstanbul çok önemli bir merkez. Edirne ve Bursa’da öyle. Bu bölgelerde yapılan eserler kendisini Edirne işi olarak, Bursa işi olarak, Amasya işi olarak gösterirdi. Ecdadımızın eserlerinde bunları görebiliyoruz. Ancak asıl ivmeyi Topkapı Sarayı’nda nakkaşhane kurulmasından sonra oluşuyor.

Tezhip sanatının şaheserleri hangi dönemde ortaya çıkmıştır?

Şöyle söyleyim: 16. yy. denir ki en önemlisi Kanuni Dönemi’dir. Ama asıl ivmeyi tabandan yukarı çıkmanın ilk örnekleri bana göre Selçukludan sonra Fatih Dönemi. Fatih Dönemi’nin Fatih’in kitaba merakı kitap çoğaltma, kitap yazılması ve bunun üzerindeki çalışmaları isteği üzerine oluşturulan bir kütüphanesi var malum. Bu kütüphanenin de oluşturulabilmesi için Topkapı Sarayı’nda büyük bir nakkaşhane oluşuyor. İlk başta küçük çaplı ama sonradan büyütülüyor. Bu bölgede özellikle 16. yy. da 1. Selim’den itibaren Tebriz’den, Herat’tan, Horasan bölgesinden getirilen sanatkârlar da dahil edilerek ciddi anlamda bir atölye kuruluyor. Buna nakkaşhane ismi veriliyor. Tabi bunun başında bir sernakkaşı bulunuyor. İlk gelen Baba Nakkaş’tır. Daha sonra farklı nakkaşbaşları devam etmiştir.

Buradan şunu anlıyoruz: Fatih Sultan Mehmet ilme ve sanata çok değer vermiştir.
Kesinlikle. Onun desteği çok ön planda zaten. Ama Kanuni Dönemi ile beraber zirve oluşuyor taban kuvvetli olduğu için. Ama 16. yy. ın ikinci yarısında Osmanlı üslubu dediğimiz üslup oluşuyor.

Osmanlıda hat ve tezhip -zaten beraber anılıyor- sanatına değer veren padişahlar kimlerdir?

Fatih’le başlarsak 2. Bayezid -hattattı zaten- 1. Selim’in ganimet olarak getirdiği sanatkârlar çok önemli bir etki yapmıştır. O zamanki kütüphaneleriyle birlikte hatta bu sanatkârları getiriyor. Oranın en önemli kitaplarıyla beraber ganimet olarak getiriliyor bunlar.

Mısır’dan geliyor tabi.

Özellikle Tebriz’den ve Mısır’dan gelenler çok önemli. Sonraki aşamada da tabi Kanuni Dönemi’nde Şah Kulu’nun gelmesiyle değişen bir üslup farklılığı var. Sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın Muhibbi mahlasıyla yazdığı divanını Kara Memi isimli sernakkaşına teslim ediyor ki o dönem için aykırı bir üsluba sahip bu şahıs ki destekliyor. Önyargıyla yaklaşmıyor, son derece rahat. Güller, laleler, çiçekler… bir çiçek bahçesine dönüşen bir divan süslüyor Kara Memi. Yani böyle bir anlayış önemli. Sonrasında 3. Murat’ın çok önemli bir etkisi var. 3. Murat Dönemi’ndeki eserler şaheser olmanın üstünde benim nezdimde.

Tezhip sanatının en tepe noktası 3. Murat diyebiliriz.

3. Murat bana göre. Ama herkesin görüşü farklı. Kanuni daha çok iddia edilir ama Kanuni çok güzel bir zemin hazırlamıştır, benim şahsi görüşümü söylüyorum. 3. Murat Dönemi’nde zirveye ulaşmıştır. Ondan sonra 1. Ahmet. Hattattır kendisi, kitaba merakı çok büyüktür. Hatta dedelerinden kalan kitaplarında restorasyonu da o dönemde yapılıyor. Yeniden ciltleri yapılarak restore ediliyor. Bu eserler de ayrıca kazandırılıp yeni kitaplar ekleniyor. 1. Ahmet de çok önemli bir şahsiyet bu yüzden. Tabi sonrasında Abdülmecit var, Abdülhamit var yani bu isimler de hem hattat hem sanata değer veren isimler. Bazı padişahlarımız farklı sanatlarla da tabi ki uğraşmış ama hattat sayısı biraz daha az.

Matbaanın icadı var ki bu bayağı bir olumsuz etkiliyor. Matbaanın icadı tezhibi nasıl etkilemiştir?

Hat sanatını çok etkilemesiyle beraber zaten en önemlisi de kamışla yazılan el yazmalarının bitmesi anlamına geliyor. O dönemde tamamıyla baskıya geçiliyor çünkü. Dolayısıyla burda hattın sekteye uğraması var zaten. Ondan sonra da doğal olarak tezhibi de etkilemiş oluyor. Çünkü bu ikisi birlikte icra edilen bir sanat. Dolayısıyla karşılığında matbaa gibi ciddi bir makineleşme var. Onun üzerinden bakıldığında sanat doğal olarak orda bitiyor aslında. Yani şu anda baskı eserlerimiz var ama yine hattatlarımız yazıyor. Onlar baskıya çevriliyor belki. Biz müzehhipler tezhiplerini çalışıyoruz. Onlar dijital ortamlarda çizilerek uygun hâle getiriliyor. Ama eskisi gibi bir Mushaf yazmak, Mushafın tamamını arkalı önlü yazarak tezhiplemek, cildini yine orijinal usullerde yapmak binde bir karşımıza çıkan bir husus hâline dönüştü.

Çünkü çok emek istiyor.

Çok emek istiyor hem de ihtiyaç var mı? İhtiyaca binaen gelişmiş ya bazı şeyler. Ama imparatorlukların, medeniyetin aslında gücünü gösteren eserlerdir bunlar aynı zamanda. İstanbul Mushafı yazıldı mesela, Cumhurbaşkanımızın tanıtımını yaptığı Mushaf. Uzun yıllar sonra ilk kez orijinal bir Mushaf yazılmış oldu. Bu da çok önemliydi. Baskıya hazırlanan bir Mushaf değil de kağıdıyla, boyasıyla, tezhibiyle, en önemlisi de hattıyla yazılmış bir canlı bir Mushaf. Zaten sanat yaşayan bir varlık onun için devamı getirilmesi gerekiyor mutlaka.          

3. bölümün sonu

Yazarın Diğer Yazıları