Murat SERİM

Hattat Yetiştiren Medresetü'l Hattatîn'in Tarihi

Murat SERİM

İstanbul Fatih’te Müzehhibe Emel Türkmen ile tezhip sanatı üzerine söyleşimize devam ediyoruz.  

Hocam, tezhip sanatında üslup nedir? 

Üslup, kişi kadar üslup var diyorum ben bazen de. Yani sanatkâr kadar üslup var. Çünkü her sanatkârın yetişmesi, bulunduğu coğrafya, etrafındaki kitle, akrabaları, eşi, dostu, komşuları bu yaşadığı yer neyse ondan beslenildiği için herkesin kendine ait bir üslubu var. Karakteri çok önemli, yaşam tarzı çok önemli, bunlara göre değişiklik gösteriyor. Mesela bir insan çok hareketli, desenleri daha heyecanlı, daha kıvrak. Bir insan çok durağan, sakin, desenleri de sakin olur. Yani üslup dediğimiz budur aslında. Kontüründen seçtiği motife, kullandığı renkten uyguladığı desene kadar bu çok yansır. O yüzden çok üslup var diyorum ya.

Tezhipte üslup hemen elde edilmiyor sanırım.

Tabii, ben çok zorlanmıştım.

Nasıl elde ediliyor hocam?
 

Ben kendimden örnek verebilirim. Ben öğrencilerime de bunu çok anlatıyorum.

Hocamızın bizi serbest bırakması, benim o dönemde gerçekten çok farklı vizyonumuz vardı. 

Faruk Taşkale’den bahsediyorsunuz. 

Tabi, eski hocalarımız da buna çok katkıda bulundular ama şöyle bir gerçek var: Klasiği çok iyi öğrenebilirsiniz ama sizin seçimleriniz sizi bağlar. Hocanızla beraber seçerken kolaydır işler. Kendi başınıza kaldığınız zaman durum değişir. Mesela bir hat levhası geldi. Bunu nasıl süsleyeceğim? Hangi motifi, hangi desenle uygulamam lazım? Şimdi bunu düşünürken ilk önce bulunduğunuz dönemin sanatkârlarına benzememek, geçmiştekini tamamen taklit etmemek, talebelerimize benzememek ve en önemlisi kendimizi tekrar etmemek kaygısı bizde var. 

Özgün olmak bir anlamda.

Çünkü kendimi tekrar etmem de benim için doğru bir şey değil, gelişmeyi engelleyen bir durum. Bunun için de ciddi bir özgürlüğe ihtiyacınız var. Onu da ancak hocanız verdiği zaman öğreniyorsunuz ama mezun olduktan sonra uygulamada şöyle oluyor: Bir arayışa giriyorsun. Acaba başka bir şeyler mi denesem? Ne yapsam? Tamam, bir tarzım var ama halkârda şunu yapsam, tezhipte şunu mu yapsam? Ben böyle bir arayışa bir dönem girdim. Sonra anladım ki bütün İslam coğrafyasını da araştırdım bu arada. Hindistan’dan tutun da Babil’den, tabi bu arada klasiklere de bakıyorum.

Bayağı bir zamanınızı almıştır hocam.

İsfahan’ı, Şiraz’ı, bütün üslupları inceledim ama yine de döndüm, dolaştım, Osmanlı’da kaldım. Ben Osmanlı üslubunu çok sevdiğim için her üslubunu neredeyse yapabilirim, hiç sorun değil. O, benim için zevkime hani kendi beğenime uygun olduğu için belki böyle ya da karakterime uygun olduğu için.

Kültürümüze uygun olduğu için.

Evet, ben bu topraklarda büyüdüm, burada yaşıyorum. Yani başka birini taklit etmek veya başka bir üslubun temsilcisi olmak değil de kendi üstün atalarımdan gelen üslubun temsilcisi olmayı tercih ediyorum. 

Taklit edeceksem de ecdadımı taklit ederim, diyorsunuz.

Kesinlikle, öyle düşünmüyordum ama artık böyle düşünüyorum çok uzun süredir. Çünkü ilk zamanlar bunların çok farkında olmuyorsun. Bir vizyonunuz veya işte bir misyonunuz oluşmuyor hemen ama zaman içerisinde anlıyorsunuz ki olması gerekiyor sağlam basmanız için. 

Durulmuşsunuz o zaman.

Yani, zaman içerisinde.

Hocam, eğitimini aldığınız ve halen de Türk cildinde tezyinat dersleri verdiğiniz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Geleneksel Türk Sanatları Bölümünün Osmanlıdaki ismi neydi?

Medresetül Hattatin’di. 

Peki, Medresetül Hattatin’in geçmişinden ve geçirdiği isim değişikliklerinden biraz bahseder misiniz? 

Medresetül Hattatin 1936’da aslında Şark Tezyininin Türk Tezyini Sanatlar Şubesi adıyla akademiye bağlanıyor. Ondan öncesi Medresetül Hattatin. Ondan önce Mekteb-i Sanâyi-i Nefîse-i Şâhâne kuruluyor. Şu anki Mimar Sinan Üniversitesinin eski ismi. Sonra Sanayi-i Nefise Mektebi oluyor. Sonra Sanayi-i Nefise Mektebi Güzel Sanatlar Akademisine çevriliyor. Ondan sonra da işte Medresetül Hattatin bağlanarak Geleneksel Türk Sanatları Bölümü oluşuyor. Ondan sonra da 1976 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi oluyor ve sonra da 1980’de Mimar Sinan Üniversitesi ismini alıyor. Sıralama bu şekilde. Benim bildiğim kadarıyla böyle.

Anladım. Hocam, bayağı bir isim değişikliği olmuş. 

Tabii, buna bir sürü fakülte ekleniyor. Yani ben şu an genel bir geçiş yaptım. Konservatuarın eklenmesi, güzel sanatların geliştirilmesi, farklı bölümlerin eklenmesi, hepsinin tarihleri farklı.

Peki hocam, Medresetül Hattatin ile günümüzdeki bölümünüzü karşılaştırdığımızda yani farklılıklar, benzerlikler neler söylemek istersiniz? 

Tabii, o dönemde onların işi bizden çok daha zormuş. Yani hocalarımızın anlattıkları kesinlikle harf inkılabı yeni olmuş. Hatta bir ara bizim bölüm bile kapatılmış bölümü öğrenci seçmediği için. 

Ben de o şekilde okudum hocam. Kitaplarda öyle yazıyor.

Öyle bir sorun var ve o dönemde işte hocalarımız özellikle hat hocalarından Necmettin Okyay’dan, Halim Özyazıcı’dan ve Macit Ayral gibi hocalarımızdan maaşlarının karşılığı yazı talep edilmiş çünkü öğrenci yok.

Ne acı hocam ya!

Yazı yazmışlar. Daha sonra Mimar Sinan Üniversitesinde bir dolap bulundu. Bizim Geleneksel Türk Sanatları Bölümü taşınmak zorunda kaldı bir kaç sefer.

Biliyorum hocam. Dün ordaydım.

Biz, o sahildeki binada değildik. Başka bir binamız var. Tabii bina yıkılınca önce taşındık yıkılmadan önce. O taşınma esnasında dolaplar sanırım karışmış. Aslında ana binaya gitmiş. Yani sahildeki binaya. Fakat üzerinde herhangi bir isim bir şey olmadığı için kilitli olarak orada aylarca kalmış. Sonra merak edip birisi açıyor içini. Bakıyorlar ki yazı dolu içi. Sonra hocamız Uğur Derman Hoca’ya gösteriliyor. Rektörlük onu davet ediyor ve bunların aslında o dönemde yazılan yazılar olduğu fark ediliyor. Şu anda onlar Mimar Sinan Üniversitesi koleksiyonunda. Yani bazılarını tezhipledik aslında. Ben Necmettin Hoca’nın yazısını tezhip bölümünü bitirirken -yardımcı sanatım tezhipti malum- o dönemde tezhipleme şansı elde etmiştim. Ama tabii o dönemde çok ciddi hocalarımız da olmuş.

O anlamda Medresetül Hattattin’de yetişen ünlü hat ve tezhip sanatçıları kimlerdir? 
Rikkat Kunt, Muhsin Demironat, Feyzullah Beygin, hattatlardan Hulusi Efendi yine müzehhip hattat olan İsmail Hakkı Altunbezer, Halime Özyazıcı, Kamil Akdik, Hazerfen Necmettin Okyay, oğlu Sami Necmettin gibi birçok hoca Emin Barın’dan sonrasında da ciddi anlamda bu sanata katkıları oldu. Onların öğrencileri devam ettirdi. Şimdi onların öğrencileriyle de devam ediyoruz. Yani böyle nesilden nesle aktarılarak gidiyor. 

Şimdi siz tabii devam ettiriyorsunuz.

İnşallah, elimden geldiğince.

9. bölümün sonu
 

Yorumlar 1

Yazarın Diğer Yazıları