İbrahim Uyar

TEDRİSAT TALİM TERBİYE

İbrahim Uyar

            2019-2020 Eğitim ve Öğretim Yılı Birinci Dönemi geride kaldı. İkinci Dönem ise Allahtan bir mani olmaz ise 3 Şubat 2020 Pazartesi günü başlayacak.
            Geçmişi değerlendirdiğimizde eğitim ve öğretim adına veliler de, eğitim camiası da çok olumlu şeyler zikretmiyorlar. Hatta her geçen gün daha kötüye gittiğimizi ifade edenlerin sayısı küçümsenecek gibi değil.
            İfade edilen durum doğru mu? Elimizi vicdanımıza koyup düşünmemiz gerekiyor!
            Bizim jenerasyonun Yetmişli yıllardan itibaren bu konulara aklı yeter. O yıllardan beri  benzer değerlendirmeler yapılagelmiştir. O günü yaşayanlar; bizlerin eğitimdeki yetersizliğine işaret ederek serzenişte bulunur, kendi zamanlarında eğitim ve öğretimin çok iyi olduğunu, okumayı ve yazmayı nasıl başardıklarını, Matematik problemlerini zihinden nasıl çözdüklerini, dördüncü beşinci sınıfta iken bile Fen ve Sosyal Bilimler konularında bu günkü lise öğrencilerinden daha iyi olduklarını, övünerek anlatırlardı.
            Haklılık payları çok büyük! Hatta içinde bulundukları imkânsızlıklar göz önüne alınacak olursa, her türlü saygıyı hak edecek başarı hikâyeleri yazdıklarını söylemek çok isabetli olur… Fakirlik münasebetiyle kitap alamayıp,  arkadaşının kitabından faydalanmak için sıraya girenler… Defter alamadığı için çimento torbasının kâğıdına ödev yapanlar… Çobanlıktan, çıraklıktan, ırgatlıktan vakit kalmadığı için yada kız çocuğu olduğu için okula gidemeyip göz yaşı dökenler… Gaz lambasında veya sokak lambasının ışığında ders çalışanlar… Okumak için, şehire gitmek zorunda kalanların yaşadığı trajediler…
 Bu yaşanmış hikâyelerin hepsi yazılmaya kalkılsa, milyonlarca hikâye kitabı eder… Hem de en can alıcısından, yürek parçalayan cinsten hikâyeler…
            Bu imkansızlıklara rağmen söylenen doğru!  Bizden öncekilerin eğitimi de, öğretimi de, terbiyesi de, ahlakı da bizden iyi idi… Günümüze bakıyoruz ortalama yetişkin diye isimlendirebileceğimiz, ülkenin bürokratik, siyasi, ticari, askeri ve diğer tüm alanlardaki iş yükünde istihdam edilmiş kuşağın öğrencilik zamanları,  “Z kuşağı” diye adlandırıp, kılıf bulmaya çalıştığımız  zamane gençliğinden  daha başarılı idi.
             Önceki kuşaklarla mukayese edildiğinde, yeni yetişip gelen neslin hiç mi iyi tarafı, hiç mi üstün tarafları yok?..  Elbette var!.. Teknolojiyi kullanmada, kendilerini ifade etmede, haklarını aramada, sanat ve spora ilgide… Daha nice konularda önceki kuşaklardan çok daha iyiler. Bu durum Yüce Milletimizin geleceği hakkında ümit var olmamız için en önemli sığınağımız. Zaten hiç kimse eğitim öğretim de önceki kuşakların sahip olduğu bilgileri öğretelim iddiasında değil!... Herkes, şartların değiştiğinin, ihtiyaçların farklılaştığının, meslek ve medeniyet anlayışının her zaman yenilendiğinin, kısaca zamanın ve dünyanın değiştiğinin farkında…. Hz Alin’in,  “Çocuklarınızı kendi yaşayacakları zamanı göz önünde bulundurarak yetiştirin.” Dediği biliniyor…
            O halde sorun nedir?
            Yeni neslin içinden sınırlı sayıda ama etkin bir camianın; umursamazlığı, başına buyrukluğu, sorumluluk duygularının gelişmemiş olması, zararlı alışkanlıklara olan meyilleri, yetenek ve kazanımları amacına uygun kullanmamaları, kendi menfaatlerini toplum ve millet menfaatinden önde tutmaları, saygı ve sevgi değerlerini kendi kafalarındaki şablona göre şekillendirmeleri. Dinî, ahlâkî ve vicdanî değerleri biliyor olsalar bile pratik hayatta uygulama ihtiyacı hissetmemeleri gibi temel problemler…
Bu olumsuz tabloda onların  hiçbir suçu yok. Tüm bunları onlar için ifade etmiş olsak da en masumlarımız, eksiklerini sıralayıp durduğumuz yavrularımız, gençlerimiz… Çünkü onları bu noktaya getiren çizgiyi, kendileri değil toplumuyla, devletiyle, milletiyle, küresel etkileriyle biz yetişkinler çizdik… Bu durumun vebâlide  elbette onlarda değil bizdedir.
            Madem sorun belli, aileler ve okullarımız niçin var! Sorun çözülsün!
Kabul, aileler ve okullar sorunu çözsün!  Ancak esas problem burada! Okulun ve ailenin yeni nesil üzerindeki etkisi azalıyor. Oluşan boşluğu da maalesef gerek teknolojik araçlarla, gerekse ikili ilişkilerle, içerden ve dışardan çok da iyi niyetli olmayan kesimler dolduruyor.  Hoş değil ama aileler besleyip büyüten, okullar kısmen öğreten kısmen de meşgul eden kurumlar durumuna düştüler.  “Talim ve Terbiye” yi onların bütün hayatına ışık tutacak şekilde veremiyoruz. Elbette ülkemin bütün yavrularını bu kategoride değerlendirmek yanlış olur. Ama büyük resme baktığımızda aralarda tüm tabloyu bozmaya hazır guruplar, rahatlıkla tespit ediliyor.
            Acil tedbir almak gerekiyor! Çok şükür iş işten geçmiş değil! Milletimizin geleceği ile ilgili ümitlerimizi yeşerten (Elhamdülillah) pırıl pırıl gençler çok! Onlarda, sayıları az ama etkin olan sorumsuz guruplara benzememek için kendi içlerinde büyük bir mücadele vermekteler… Bu mücadeleyi kaybetmemeleri, etkin olma gücünü bunların elde etmeleri için bu gençlerimizin yanında olmamız gerekiyor. Yalnızlığa itilenler asla bu gençler olmamalı. Tüm hak edişlerde eğitim, ahlak ve liyakat esas alınırsa bu gençler mücadelelerinde yalnız bırakılmamış olurlar. Geleceğe olan inançları asla kaybolmaz. Diğerlerine karşı ezilmezler.
            Tedbir olarak neler yapılmalı?
            Çok şey yazılıp söylene bilir… Ama öncelikle ecdadın uyguladığı formül, toplumun eğitimle ilgili beklentilerini çok büyük oranda karşılayacak, patinaj yapan tekerleklerin düze çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Ecdadın o formülü,  “Tedrisat, Talim, Terbiye.” 
            Anlam olarak tam karşılığı değil ama, şöyle ifade edebiliriz;
            Tedrisat;  Ders yapma iş ve işlemlerinin bütünü, öğretim.
Talim; Alıştırmayla, uygulamayla ve fiili olarak yaşatmak suretiyle öğretme.
Terbiye; Öğrenilen bilgilerin uygulama aşamasından sonra içselleştirilmesi, kabullenilmesi, refleks haline gelmesi. Öğrenilenlerin gerekli zamanda ve sosyal hayatta yaşanılır hale geldiğinin, eğitimciler tarafından gözlemlenir duruma ulaşması… Bu aşama iyi inşa edilmez ise, eğitiminde öğretiminde bir anlamı yok demektir.  Sadece öğretmekle yetinilirse, öğretilenler ya unutulur uçar gider; ya da rafa kalkar.
            Hiç zor değil!.. Uzun zaman da gerektirmez! Yeter ki mevzuat buna göre düzenlensin ve eğitim camiasına tedrisat ile birlikte  talim ve terbiye için yeterli yetkilendirme yapılsın… Eğer amacımız Aziz Milletimizin geleceği için “adam yetiştirmek” ise; tedrisat, talim ve terbiyemizi şu an sahip olduğumuzdan daha iyiye ulaştırmak zorundayız…
Amaç Necip Fazıl’ın özlediği gençliği oluşturmak; “Bir  gençlik, bir gençlik, bir gençlik... "Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! " şuurunda bir gençlik... "Kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert  "ben varım! " cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...”
            Selam ve dua ile….

Yazarın Diğer Yazıları