Ekrem Nazlı

'Araba Sevdası'ndan Koltuk Sevdası'na…

Ekrem Nazlı

Araba Sevdası adlı romanı bilirsiniz. Recaizade Mahmut Ekrem tarafından kaleme alınan roman, dönemin şartlarını, kültürel hayatını ve toplumsal durumunu yansıtıyor.

Edebiyat tarihimizde ilk realist roman özelliği taşıyan romanda temel olarak yabancı hayranlığı, dış görünüşe önem vermeyi, maddiyatçılığı, önyargılı davranmayı ve buna benzer çok sayıda konuya yer veriyor. Bu yönleriyle roman, dönemin anlayışını yansıtıyor denilebilir.

Günümüzde ve uzun bir süredir de çoğumuzun dilinden düşürmediği, zaman zaman da söylemlerimizde yer verdiğimiz bir ifade biçimi var: Koltuk Sevdası.
Araba Sevdası’nda yabancı hayranlığı, dış görünüşe önem verme ve aldanma belki baskın çıkıyor olsa da akla Koltuk Sevdası ifadesi ve anlamıyla ortak noktaları var mıdır sorusunu getiriyor.
Koltuk Sevdası ve topluma yansıttığı algı yönünden ortak noktaları olabilir diye düşünüyorum. Koltuğun yani makamın insanlardaki algısı ve o koltukta oturanlarda oluşan düşünce ve algı ile Araba Sevdası’ndaki yabancı hayranlığı, dış görünüşe önem verme ve benzeri yönler birbiriyle paralel gibi görünüyor.

Yabancı hayranlığında bilirsiniz, hayranlıktan öteye geçememeyle karşı karşıya kalıyoruz. Bahse konu olan yabancının, meziyetlerini, kültürünü, hayatını, yaşam biçimini, tarihini ve değerlerini, medeniyetini, tarihsel gelişimini ve şartlarını gözetmeden, hayranlık besliyor ve sorgulamadan birçok hususu kendimize adapte etmeye çalışıyoruz. Haliyle bu da bir eğretiliğe yol açıyor. Dış görünüşe önem vermek konusunda ise Nasrettin Hoca’nın ye kürküm ye hikayesini hatırlatmak yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

Koltuk Sevdası’nda da benzer durum yok mudur sizce de? O koltuğa gelenler, makama ulaşanlar, oturdukları koltuğun temsiliyetini ve bir süre sonra başka birine devredeceklerini/devretmeleri gerektiğini unutarak görevlerini sürdürmüyorlar mı? Bütün makam sahiplerini kastetmiyoruz ve zan altında bırakmıyoruz, üzerine alınması gerekenler görevini suiistimal edenlerdir. Kimi makam sahipleri, vatandaşına hizmet ettiğini unutuyor, koltuğuna duyduğu hayranlık ve kendisine gösterilen ilgi alaka ve beraberinde getirdiği şöhretin sarhoşluğuyla, ebedi bir Koltuk Sevdası’na kapılabiliyor. Oysa biliyor ki makam da mevki de ömür de geçici. Lakin farkına varmak istemiyor.

Vatandaşına üstten bakabilenler dahi çıkabiliyor aralarında. Maaşını nereden aldığını nasıl aldığını unutuyor. Toplumunun değerlerine yabancılaşabiliyor tıpkı yabancı hayranlığında olduğu gibi…
Ya da dış görünüşe aldanmak misali makam sahibi olunca insan olma vasfını kazandığını zannedenler de yok değil! Koltuğun, makamın neyi temsil ettiğini, neden orada olduğunu unutup ‘dış görünüşüne aldanıp’ koltuğunun verdiği yetkilerle vatandaşına zulmedenler de var!
Buraya kadar olanlar, Koltuk Sevdalıları içindi. Bir de Koltuk Sevdası yaşayanlara sevdalananlar var!
Bu ikinci tip sevdalılar, makamı/koltuğu yüceltme eğiliminde olanlar! Yabancı hayranlığı taşıyabilecek potansiyeli ruhunda ve fikrinde ilmek ilmek işlenmiş, kendine yabancılaşmış kişiler…
Kötü örneklere aldanıp bir makama Koltuk Sevdası’na ulaşmak isteyenler de, o koltuğa eriştiklerinde aynı şeyleri yapmak istiyorlar. Çünkü o kudrete eriştiklerinde yapabileceklerinin yarattığı cazibe, Koltuk Sevdası döngüsünü besliyor.

“O şucudur aman laf söylenmez” deniyor, “şurada adamları vardır aman dokunmayalım” deniyor…
Baskın çoğunluk da bu algıları değiştirmek istemiyor sanki çünkü koltuklar yaşamaya devam edecek, koltuklara erişmek isteyenler de dün olduğu gibi yarın da olmaya devam edecek. Tıpkı Araba Sevdası döneminin insan tiplerinin günümüzde de var olduğu gibi…

Unutulmaması gereken de şu: Araba Sevdası’nın yaşandığı dönem ile Koltuk Sevdası’nın yaşandığı dönem/lerde Türk milleti Müslümandı! Bir Müslümandan, bir ahlaklı insandan, bir fikri hür vicdanı hür insandan beklenenler neyse o dönemde de bu dönemlerde de geçerliydi hala da geçerli.

Aramızda bunun dinle ne alakası var diyenlerimiz çıkacaktır. Muhakkak doğrudan bir bağlantı kuramayabiliriz ancak yeri geldiğinde sanki din, inanç Allah ile kul arasında değilmiş gibi Müslümanlığını öne çıkaran ama dininin gerekliliklerini yapmayıp münafıklık yapan o kadar çok insan var ki! Esas kriter din olmasa da, yüzeysel yaşadığı halde başka insanların hayatlarına, inançlarına karışıp üstüne üstlük makamını koltuğunu kullanarak, dahil olduğunu dinin gerekliliklerini hiç yerine getirmeyenlere diyoruz!

Dönem insanın insana zulmettiği dönem… Dönem farklı dinlerin birbirine karşı “savaştığı” dönemden ziyade adeta Müslümanın Müslümana zulmedebildiği, kötü davranabildiği dönem…  
Bu hususları unutmamak, aklımızda, vicdanımızda bu değerleri taşıyarak bulunduğumuz görevleri suiistimal etmeyerek yaşamımızı dürüstçe yaşayabilmeliyiz. Aksi takdirde Araba Sevdası da Koltuk Sevdası da yaşanmaya devam edecektir. Unutulmamalıdır ki Koltuk Sevdası’yla icra edilen işler, her zaman hatırda kalmayabilir ama makamını kötüye kullanan Koltuk Sevdalıları, sevdalarıyla hatırlanacak pek de iyi yâd edilmeyeceklerdir, yeri gelince 'bayrak teslimi’ yapılmalıdır. Liyakatle yürümesi gerekir her ne yapılıyorsa. İşini hakkıyla yapabilenlere saygı duyuyoruz, görüş ve düşüncelerimiz işini bile isteye hakkıyla yapmamakta ısrarcı olanlara!
 

Yazarın Diğer Yazıları