Vedat ÖNAL

İran-İsrail gerilimi üzerine

Vedat ÖNAL

İran İslam Cumhuriyeti 1978 yılında kurulduğunda hemen hemen dünya üzerinde bulunan bütün Müslümanların gözünde bambaşka ve nispeten olumlu bir yere sahip olmuştu. 20. yüzyılda bir devlet olarak İslam’ı devlet nizamı olarak kabul eden ilk ülke olarak öne çıkmış ve dünyada Müslümanlar için dikkatle izlenen bir ülke haline gelmişti. Ardından gelen İran-Irak savaşı ve ABD ile yaşanan gerilimlerle sadece Müslümanların değil tüm dünyanın gözünü diktiği takip ettiği bir ülke haline gelmişti. 
Şu anda devrimin üzerinden 50 yıldan fazla bir süre geçti. Ve maalesef İran o ilk devrim yıllarındaki prestijini Müslümanlar üzerindeki olumlu havasını kaybetti. Ümmet söylemi üzerinden elde ettiği konumu, yine ümmet bilincini kaybettiği için yitirdi. Tarih elbette bu 40 yıllık süre içinde İran devrimi sonrası yaşananları ortaya çıkaracak ve yazacaktır. Özellikle İmam Humeyni’nin ölümünden, İran-Irak savaşının sona ermesinden sonra batıyla olan mücadelesinde, yanında olan ülkelere dirsek göstermesi yine tarihe not edilen önemli hususlardır. Birde 90’lı yıllarda Türkiye ve İran’ın karşı karşıya getirilmesi projelerinde içerdeki birtakım çevrelerle birlikte İran istihbaratının Türkiye’deki faaliyetleri de üzerinde çalışılması gereken bir diğer konular arasında yer alıyor. Adeta o dönemde içerdeki güya İran karşıtları ile adeta ortak hareket edildiğini bugün gelinen noktada daha iyi görüyoruz.
Elbette bu tarihi olaylar ve yaşananlarla ilgili daha çok şey söylenebilir. Son 10 yıla geldiğimizde ise görünüşte ABD ve İsrail ile olan mücadelesinde çok büyük soru işaretleri olduğunu görüyoruz. Bu şüpheleri destekleyen sahadan onlarca misal verilebilir. Irak ve Suriye coğrafyasında sünni Müslümanlara yönelik yapılan zulümlerin arkasında İran’ın desteklediği Haşdi Şabi başta olmak üzere birçoğu mezhepçi terörizmi tırmandıran yapılar bu düşünceleri destekleyen en önemli delillerdir. 
Tarihi olarak şunu da belirtmek istiyorum. İran İslam devrimini gerçekleştiren Ayetullahların yetiştiği Kum kentine Şah döneminde hiç dokunulmaması ve bütün faaliyetlerine göz yumulması da aslında İngilizlerin ve batılıların nasıl olup da bütün bunlara göz yumdukları üzerinde de durmamız gerektiriyor. Bizde ise, Cumhuriyet döneminde, kuruluş yıllarında şapka ve benzeri sebeplerle binlerce alimin İstiklal mahkemelerinin göstermelik mahkemelerinde yargılanıp idam edilmesini ve dini her tür yapının ve değerin adeta yok edilmesi için nelerin yapıldığını düşündüğümüzde, İran’daki bu yapılara hiç dokunulmamış olması da ayrıca manidardır. 
Batılılar tarafından günümüz düşünülerek bir Şii-Sünni ayrışması için altyapının daha Şah zamanında atıldığını düşündüren hususlardır bunlar. Yani batılılar İran’daki dini yapıların önünü sonuna kadar açarken, Sünni dünyadaki bütün dini yapıları ya yok ettiler, ya da kendi kontrolleri altına almak için her türlü oyunu çevirmişlerdir. Kontrol altına alamadıkları yapıları ise bir şekilde münipüle ettirip ortadan kaldırma yolunu seçmişlerdir. 
Türkiye’deki FETÖ, Irak’taki KESNİZANİ, Pakistan’da ismi bilmem hangisi olan tarikat ve cemaat benzeri yapıları destekleyerek Müslümanlar arasındaki ayrışmayı körüklemek için ellerinden geleni yapmışlardır. İster Türkiye’ye ister Mısır’a, ister Pakistan’a hangi halkı Müslüman olan ülkeye bakarsanız bakın bu durumun bir şekilde farklı versiyonlarını görürsünüz. Bu durumun bir tek istisna ülkesi var ne tesadüf ki İran’dır. Bu durumunda tarihe düşülmesi gereken önemli notlardan birisidir diye düşünüyorum.
Bu tarihi kısaca böyle hatırladıktan sonra gelelim şu günlerde yaşadığımız İran ve İsrail gerginliğine. Malum 7 Ekim’de başlayan İsrail teröristlerinin Müslümanlara zulmü hala devam ediyor. Bu dönemde İran’dan gelen açıklamalar, İsrail’e ve ABD’ye yönelik tehditlerin içinin boş olduğunu bizzat takip ederek gördük. Şu anda da dünyanın gözünün Gazze katliamına döndüğü, dikkatlerin İsrail katliamına, soykırımına yöneldiği bir dönemde adeta İsrail’e can simidi olurcasına mesele İran-İsrail meselesine döndü. İsrail içinde adeta bir can simidi haline gelen ve ABD’deki desteğinin kesilmeye başladığı, senato üyelerinin bile artık bu soykırımı durdurun diye açıklamalar yaptığı bir dönemde, İran’ın sayesinde yeniden İsrail’e sınırsız destek açıklamaları geldi. Şam’daki İran konsolosluğunun bombalanmasının ardından bir haftadır vurdum, vuruyorum, vuracağım diye tüm dünya kamuoyunu meşgul eden İran, aslında kime can simidi olduğunun gayet farkında davranıyor diye düşünüyorum. HAMAS yetkililerinin Beyrut’ta şehit edilmesi konusunda da sabıkaları ortada olan Lübnan Hizbullahı adeta Gazze’de HAMAS’ı yalnız bırakarak kendilerine güvenen Müslümanların ellerini boş bırakmıştır. 
Daha önceki misillemelerde gördüğümüz gibi bu seferde belki de önceden haber vererek basit bir yeri vurarak tam iki hafta boyunca dünya kamuoyunu Gazze meselesinden uzaklaştırmış olacaklar. Irak ve İran’da, ABD işgal ettiği buralarda kontrolün İran yanlısı milislere geçmesinde hiçbir sakınca görmemiş ve hatta Suriye’de zaman zaman sünni Müslümanlara karşı birlikte ABD ile hareket etmekten de imtina etmemişlerdir. Kendi komutanları Kasım Süleymani’nin öldürülmesinde de intikam intikam naraları atıp daha sonra önceden ABD’ye haber vererek güya intikam saldırısı yaptıklarını unutmadık. 
Bugün de aynı durum geçerli. İki haftadır konsolosluk binasının vurulmasının intikamının alınacağı yolundaki tehditlerin içi boştur. Bir tarafta İŞİD ve DAEŞ gibi kafirlere değil Müslümanlara silah doğrultan tetikçi örgütler, diğer tarafta İran ve etrafındaki örgütlerin tüm tehditlerine rağmen ne İsrail’e ne de ABD’ye işe yarar dişe dokunur bir hareket gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Bütün bunlar da gösteriyor ki tüm bu yapıların kime hizmet ettiği gayet açıktır aslında. ABD ve İsrail’in işine gelmekte ve ABD’nin buralarda asker bulundurması için çok güzel gerekçeler oluşturmaktadırlar.
Şu anda Türkiye ve Türkiye’nin içinde faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum kuruluşları Gazze’ye en çok yardımı ulaştırmaya çalışmaktadırlar. Ortalığı velveleye vermeden asıl meselemiz olan Gazze’yi gölgede bırakacak suni ve sahte gösteriler peşinde koşmadan yapıyorlar. Geçtiğimiz günlerde TRT Arabia muhabirine yapılan alçakça saldırı sonrası gösterilen tepkiler ve tüm dünyadan gelen tepkilerle İsrail zor duruma düşecekken şu anda meşru müdafaa yaptığı ile ilgili söylemlerle karşılaşıyoruz. Peki sebebi ne. İran’ın hiçbir işe yaramayan iha saldırıları yüzünden. Tek bir hedefi vuramayan bu saldırılar sonucunda İsrail’e meşru müdafaa hakkı doğmuş oldu tabii yersek. IRANGATE skandalının patladığı yıllardan itibaren benzer söylemler olmasına rağmen, ne ABD’nin ne de İran’ın birbirlerine öyle geniş çaplı zarar verecek bir tek eylemi olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. Eğer öyle olmasaydı, Irak’ta Saddam Hüseyin’i indirip onun yerine Irak’ı İran yanlısı Şiilere teslim etmezlerdi. 
Ve son olarak şunu da belirtmek istiyorum ki, bu göstermelik saldırı ile Gazze konusunda Başkan Erdoğan’ın giderek artan dünya kamuoyunu harekete geçirme çabalarına da bir köstek olma ihtimali olduğunu ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırma amacı da olabileceğini düşünüyorum. Çünkü geçmişte İran’da, ABD’de de bu konuda özel çaba göstermişler ve bunlar tarihe not düşülmüştü.
İran ve güdümündeki örgütler, İsrail’e ne de ABD’ye zarar vermek şöyle dursun, özellikle İsrail’in varlığının adeta garantisi durumundadırlar. Son günlerde gündemin Gazze’den, suni İran, İsrail gerilimine çevrilmesi bu danışıklı döğüşü bariz bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden başlıkta sorduğum soruyu “İRAN, İSRAİL-ABD DOSTLUĞU” olarak atmamızda hiçbir sakınca yoktur. Vesselam.

Yorumlar 1
Metin GÖĞEBAKAN 14 Nisan 2024 14:58

İran'daki şiiliğin altını kazarsanız Pers milliyetçiliği çıkar

Yazarın Diğer Yazıları