Vedat ÖNAL

Gerçek bir ''Tarih şuuru'' niçin önemlidir?

Vedat ÖNAL

Meşhur bir sözdür, “Tarih tekerrürden ibarettir”. Bu sözle ilgili birçok düşünür ve mütefekkirin yazdığı kitaplar, makaleler vardır. Bunların en önemlilerinden birisi, kısa ve özlü olarak meseleyi anlatan Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih” dizeleridir. Evet merhum Akif’in de belirttiği gibi, tarihin tekerrürden ibaret olmadığını ortaya koyabilmenin ve buna göre hayatımızı yaşayabilmenin en önemli yolu gerçek bir tarih bilincine ve bununla birlikte ortaya çıkan sağlam bir tarih şuuruna sahip olmaktan geçer. Bu noktada düşünmemiz gereken önemli konulardan birisi de bugün dünyaya dayatılan modern tarih bilincinin gerçekten insanlığı ve özelde de Müslümanları hakikate götürüp götüremeyeceği meselesidir. Gerçek bir tarih şuuruna sahip olmanın olmazsa olmazı, yani en önemli amacı “Hakikat” peşinde olabilmektir. Gerçek bir tarih bilinci ve tarih şuuru insanı hakikate götürüp götürmediği ile ölçülür.

Tarihte yaşanan olayların elbette laboratuvar ortamında yeniden kurgulanması yani deney yapılması mümkün değildir. Tarihin belki de pozitif bilimlerle ayrıldığı en önemli noktalardan birisi de burasıdır.  Fakat her tarihi olayın bizlere yani günümüz insanına yansıyan bir tarafı da mutlaka vardır. Bunu iyi kavradığımızda tarih içinde yaşanıp biten olayları sadece bir olaylar silsilesi olarak görmekten vazgeçip aslında o olayların ve vakaların bizim için asıl olan taraflarının yani dersler çıkarmamız gereken hikayeler ve kıssalar yönünün olduğunu görürüz. Evet her tarihi olay kendi şartlarında değerlendirilir diye de bir görüş var ama bu görüş bizim tarihten ders çıkarmayacağımız anlamına da gelmemelidir.

Bir inancı, dünya görüşü ve mefkuresi olan her insanın yaşananları değerlendireceği bir mihenk taşı var demektir. Hayatı, yaşamı ve yaşananları bu pencereden değerlendirdiğimizde her şey yerli yerine oturur aslında. Bu anlamda tarih boyunca insan fıtratı hiç değişmemiştir. Belki modern anlamda almış olduğumuz ve genel anlamda amacı seküler, pozitifist yani materyalist bilinç oluşturmayı amaçlayan tarih eğitimi dolayısıyla sanki her dönemde, her çağda değişen insan fıtratı var gibi yanlış bir algıya sahip oluyoruz. Batılıların büyük bir kibirle ifade ettikleri Batı uygarlığının geldiği seviye insanlığın en yüksek seviyesidir vehmine ve yanılgısına kapılıyoruz. Batılıların bu yanlış anlayışları maalesef bütün dünyayı ve insanlığı etkilemiş durumda. Bu zihniyete teslim olduğumuz için gelişmiş en mükemmel insanın ortaya bu çağda çıktığı gibi bir vehme kapılıyoruz. Bu ister istemez uzun yıllar süren eğitim hayatımız boyunca gerek tarih ve gerekse diğer alanlarda zihinlerimize kazınıyor. Bu durum eğitim paradigmalarını batıdan alan bütün toplumların bir çıkmazı olarak karşımızda duruyor. Bu çıkmazdan çıkış yolu ise aslında yine bizde saklı. Bu anlamda belki de bir başka yazının konusu ama tüm İslam dünyasına İmam Hatip Liseleri’nin bir model olması bu anlamda çok önemlidir diye düşünüyorum. Ama bunun nasıllığı ise bir başka yazının konusunu oluşturuyor.

Belirttiğim gibi batıdan aldığımız materyalist tarih anlayışı ile şu an yeryüzünde hiç kimse kendi tarihlerini gerçek anlamda anlamlandırıp, hak ettiği yere koyamıyor. Hep bir aşağılık kompleksi, sürekli geri kalmışlık psikolojisi, batılılaşma olmadan hiçbir şeyin olamayacağı yanılgısı ve kısacası tüm dünyayı kasıp kavuran sürekli ilerleme üzerine, gelişme üzerine, kalkınma üzerine kurulu bir düzenin parçası olmak tüm insanlığı gerçekten son yüzyılda çok yordu. İnsanoğlu batılıların bu yanlış anlayışları yüzünden sırtına kaldıramayacağı bir yükü yüklendi. Batılılar işi daha da ileri götürerek bugün artık “Yapay zeka” dedikleri oyuncaklarla ilahlık taslama noktasına bile vardırdılar işi. 

Tabii bu meseleler de üzerinde çok tefekkür edilmesi ve kafa yorulması gereken meseleler. Fakat işin üzücü yanı tüm bu meselelerde, İslam dünyasının da, dünyanın geri kalan kesimlerinin de referans noktası hep batıda ortaya çıkan fikir ve düşünceler. İnsanlık batı dışında fikir ve düşünce üretemez gibi çok yanlış bir anlayış tüm dünyada hüküm sürüyor. Bunu da hep aynı zihniyetle yapıyorlar. Siz her konuda geri kaldınız biz sizi modernleştirip, Batılılaştırarak geliştireceğiz, kalkındıracağız. Bu bakış açısına teslim olduğunuz takdirde ne tarihiniz, ne inancınız, ne itikadınız hiçbir şeyiniz kalmıyor. Bugün gerek ülkemizde gerekse tüm dünyada bu bilinci içselleştiren milyarlarca insan, kendi inancından ve kendi değerlerinden bihaber veya haberdar olsa bile o değerler çağdışı kalmış diye kendini kandırarak yaşamaya devam ediyor. Aslında bir batı ideolojisi olan ulus devlet anlayışı ile kafaları formatlanan insanlar devletçilik, milliyetçilik yaptıklarını sanıyor fakat düşüncelerinin temelinin batının 1789 Fransız ihtilali ile ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan ulus devlet ideolojisi olduğunu hiç kimse düşünemiyor maalesef. Böyle formatlanmış beyinlere de gerçek bir tarih şuuru vermek de imkansız hale geliyor. Ya da dediğim gibi bütün bir tarihine basit birer ayrıntı veya kendi milletimiz yani Türk milleti için söyleyecek olursak, milletimizin yüzyılları ve bin yılları bulan şanlı tarihine, sırf Osmanlıya, padişahlara olan yanlış ve düşmanca bakış açısı yüzünden, “Türk milleti padişahların peşinde yüzyıllar boyunca at sırtında serserilik etmiştir” diyebilecek kadar tarih bilgisi ve anlayışından yoksun ve adeta bir şuur kaybı yaşayan bir şahsiyet veya batının bütün ideolojilerini sorgusuz sualsiz kabul eden bir anlayışa sahip hale gelebiliyor. Batı medeniyetini her şeyin merkezine koyarak “Batılılaşma olmadan olmaz”, “Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak en büyük amacımız”, “İslam terakkiye (ilerlemeye) manidir” gibi basit ve kökeni tamamen batı olan söylemleri dillendiren bunlara iman derecesinde inanan insanlar ortaya çıkıyor.

Oysa batı uygarlığı bir medeniyet dahi olamayacak kadar ilkel bir dünyadır. Dünyaya son 100 yılda yaptıkları ile bu ilkelliklerini gösterdiler. Son yüzyıldaki iki dünya savaşının tek sorumlusu batı uygarlığının insanlık dışı uygulamalarıdır. Yüzyıllardır süren sömürgecilik ve emperyalist faaliyetlerinin sonucunda dünyayı paylaşamayan adeta dünyayı bir eşkıya gibi saran bir zihniyetin meydana getirdiği savaşlardır bu iki dünya savaşı. Batı uygarlığı dışında hiçbir medeniyetin bu yapılanlarda herhangi bir dahli söz konusu bile değildir. Ülkemizde de batının bu insanlık dışı uygulamalarını meşru hale getirebilmek için, “Bizde emperyalist olmalıydık”, “Afrikalılar sömürülmeselerdi, köle olsalardı, kafayı kullansalardı…” türünden saçma sapan söylemlerle batının bütün insanlık dışı uygulamalarına kılıf arayan bizden gibi gözüken ama bilerek ya da bilmeyerek batının etki ajanlarının bu söylemlerinin ne kadar aşağılık olduğunu da iyi düşünüp bu söylemlere asla prim vermemeliyiz. 
İşte bütün bunlardan dolayı batının bir medeniyet olmadığını en güzel ifade eden de Hindistan’ın kurucusu Gandi olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra İngilizler Hindistan’ı bir şekilde bırakıp giderken, uzun yıllar süren mücadelenin ardından arkalarında büyük bir yıkım bırakırlar. Hindistan’ın bu mücadelesinde önde olan Mahatma Gandi batılı gazetecilerin bir basın toplantısı sırasında, “Batı medeniyeti ile ilgili ne dersiniz” sorusuna karşılık aslında üzerinde çok düşünülmesi ve hatta üzerine kitapların yazılması gereken şu tarihi cevabını verir: “OLSAYDI İYİ OLURDU”. 

Evet binlerce yıllık tarihi kayıtlardan şunu çok açık ve net görüyoruz ki, tarih batı uygarlığı gibi insanlığın ve yeryüzünün başına bela olan böyle bir uygarlık ne gördü ne de yaşadı. Son 100 yılın yaşananları bunun en sağlam delilidir. Son 100 yılda çıkarılan savaşlarda ölen insan sayısı, tarih boyunca yapılan tüm savaşlarda öldürülen veya ölen insan sayısının milyonlarca kat fazlasıdır. Üstelik eskiden mertliğin bozulmadığı zamanlarda savaşları ordular yapar, siviller hemen hemen hiç zarar görmezdi. Fakat şu anda tam tersi. Savaşlar ordular arasında değil, sivil insanları katletme yarışı şeklinde cereyan ediyor. Dünya insanlığı hiçbir zaman böyle bir aşağılık durumu yaşamadı. Ve bunun bir medeniyet diye yutturulmaya çalışıldığı bir dönemi de yaşamadı. Tüm bu insanlık dışı uygulamalar adeta birer “Medeniyet” harikası diye yutturulmaya çalışılıyor.

PEKİ BATININ BU FİKRİ CENDERESİNDEN NASIL KURTULURUZ?

Tarih ile ilgili modern insana öğretilen seküler ve pozitivist tarih anlayışına göre, ilkel ve modern insan arasında çok önemli farklar vardır. Modern insan binlerce yıl süren ve ilkel insandan başlayıp gelişerek gelen insanoğlunun son ve en mükemmel halidir. Bu tarih anlayışından daha doğrusu bu pozitivist zihniyetten biraz uzaklaştığımızda şunu görürüz ki, aslında modern tarih anlayışının dışında farklı bakış açılarının da olduğunu görürüz. İşte bu da tarih boyunca gelip geçen yüzlerce Peygamberin tarih içinde yadsınamaz varlığıdır. Bugün batıda diğer bilimler için de geçerlidir fakat özel olarak tarih konusunu ele aldığımız için burada tarihle ilgili meselelere parmak basmak istedim. 

Batı düşüncesinin özellikle de 19. Yüzyıl Aydınlanma Felsefesinin ortaya koyduğu “İlerlemeci” tarih anlayışı ve aynı zamanda diğer bilimlerde ortaya çıkan Kartezyen felsefeye dayalı bilim anlayışı külliyen yanlış bir bakış açısı getirmiş ve son 300 yılda özellikle de son 100 yılda ortaya çıkan çok büyük olumsuzlukları beraberinde getirmiş hatta yeryüzünü yok olmanın eşiğine getirip bırakmıştır.

İnsanlık, tarih boyunca büyük medeniyetler ve büyük insanlar yetiştirdi. 1990’lı yıllarda Amerikalı bir yazar ve sözde fikir adamı Francis Fukuyama’nın dediği gibi Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile tarihin sonuna gelindiği iddiası tamamen bir uydurmadır. Batı uygarlığı mutlak olarak galip geldi ve bundan sonra bütün dünyaya batı uygarlığı hakim olacak düşüncesinin son 30 yılda yaşananları düşündüğümüzde, dünyayı nasıl büyük bir felaketin eşiğine getirdiğini hep birlikte tüm insanlık olarak yaşıyoruz. Bu yüzden onlarca medeniyeti yok eden batı uygarlığı son 30 yılda diş geçiremediği tarih sahnesinden silemediği İslam’a ve Müslümanlara karşı amansız bir kara propagandanın peşinde koşuyor. Bunu son 30 yılı en azından basından takip eden dünya insanlığı görüyor ve buna tepkisini cılız da olsa gösteriyor. Aslında bu tepkiler cılız da değil fakat neredeyse bütün iletişim kanalları batı uygarlığının borazanlığını yapanların elinde olduğu için yeterince seslerini duyuramıyorlar veya duyuramıyoruz. Evet batının ortaya koyduğu bu ilerlemeci bakış açısı temelden yanlıştır ve topyekün reddedilmelidir.

Bu ilerlemeci tarih anlayışının şu an dünya insanlığına farklı bir yüzle gösterildiğini de görmemiz gerekiyor. Son yıllarda çok matrah bir düşünceymiş gibi sunulan “Küreselcilik” tam da bu ilerlemeci tarih anlayışının şeytani yönüdür. Bu öyle bir zihniyettir ki tüm dünyayı cenderesine almış gözüküyor. Ve maalesef bunlar dile getirildiğinde, söylendiğinde bunların birer slogan, birer komplo teorisi olduğu yolunda bu işi hafifletmeye yönelik bazı çevrelerden hemen itirazların geldiğini görürsünüz. Fakat işin peşini bırakmayıp bir altını karıştırdığınızda bu yapıların “Küreselci” düzenin yani dünyayı tek bir merkezden yönetebilmek için oynanan oyunların nasıl oyuncağı haline geldiklerini görürsünüz. 

Bu soru dünya üzerinde aklı başında, aklı batı uygarlığının efsaneleri ile karışmamış her insanın sorduğu ve cevabını aradığı bir sorudur. Bir Müslüman için ise cevabı aslında çok basit olan bir sorudur. İnsanlık içine düşürüldüğü bu çıkmazdan tıpkı binlerce yıldır olduğu gibi kendi yaratıcısına sırtını dönerek değil yüzünü dönerek çıkar. Pozitif ve seküler tarih anlayışının reddettiği ancak tarih içinde gelip geçen Peygamberlerin “tevhid mücadelesi”nin ne olduğunu iyi kavrayarak çıkabilir. 
İnsanlık batı uygarlığının söylediği gibi ilkellikten modernliğe doğru gelişerek ilerlemedi. Tarih içerisinde büyük medeniyetler geldi geçti. Onlar da dönemlerinin büyük medeniyetlerini kurdular. Belki de günümüzden çok daha gelişmiş bir medeniyete sahiptiler. Fakat Peygamberlerini inkarları veya tevhidi bir hayatı reddetmeleri ile ya helak oldular ya da tarihten silinip gittiler. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim yeryüzünde gezip dolaşın da inkar edenlerin halinin nice olduğunu görün ikazında bulunur. 

Bütün bunları reddederek kendisine ilahi bir rol kesbeden batı uygarlığı her şeyi kendi merkezine koyarak adeta yaratma ve yaşatma işine yani “İLAHLIK” rolüne soyunur hale geldi. Oysa tarih içinde gelip geçen yüzlerce medeniyetten sadece birisi olduğunun farkında olmadan yeryüzünün ilahı, yaratıcısı konumuna yükselmek istemek ne büyük bir yanılgıdır. Yeryüzünün son iki yüz yılda geldiği nokta yine Kur’an’da açık bir şekilde, “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinden dolayı karada ve denizde düzen bozuldu.” ayetine ne kadar da uyuyor. Evet günümüzde dünyanın geldiği noktayı bu kadar açık ve  muhteşem bir şekilde ifade eden bir başka metin var mı. Bizi bizden daha iyi bilen “Bize Şah damarımızdan yakın olan” Yüce Allah, yaratıp en mükemmel şekilde donattığı insanı da yeryüzünde başı boş bırakmamıştır. Hali hazırda yaratmaya ve yaşatmaya o devam etmektedir. Kim olursa olsun, hangi güce sahip olursa olsun buna kim soyunursa kaybetmeye ve yok olmaya mahkumdur. 

İşte tarih şuuru veya tarih bilinci bu noktada önem taşıyor. Bizler; eski Yunan’daki yüzlerce tanrının birbirlerinin arkasından türlü oyunlar oynayan sapık ve paganist bir tanrı anlayışını mı kabulleneceğiz.  Yoksa binlerce yıldır hakikat peşinde koşan Peygamberlerin kutlu mirasına mı talip olup sahip çıkacağız. Bu hayati soru aslında insanlığın da geleceğini belirleyecektir. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi ahir zaman ümmeti olarak bizim tercihimiz sadece bizim geleceğimizi değil, tüm insanlığın geleceğini de belirleyecektir. İşte bu kadar önemli Müslümanca bir duruşa sahip olabilmek. Çağın ayartılarından kendini kurtarıp saf ve temiz bir imanla, Peygamberlerin binlerce yıllık kutlu yoluna talip olabilmek. Elbette bu yol zor ve meşakkatli bir yoldur. Ancak Siyer-i Nebi’yi okuyanların çok yakından bildiği gibi gerek diğer peygamberlerin zamanında gerekse Sevgili Peygamberimiz ve aziz ashabı bu yola baş koydular ve dünyayı sonsuza kadar değiştirmeyi başardılar. Önemli olan buna samimi olarak talip olabilmektir. Tabii bunun en öncelikle yolu, Peygamberler tarihini sahih kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenebilmektir. Yani yine geldiğimiz nokta ilim oluyor. İlim olmadan hiçbir şey olmuyor. Nitekim Efendimiz Medine’ye gelince her şeyden öncelikli olarak Mescid-i Nebevi’yi inşa etti ve içerisindeki en önemli mekan ise Ashab-ı Suffe idi. Yani Mescidin içinde sürekli ilimle uğraşan kutlu sahabeler. Nitekim orada yetişen kutlu insanların tevhid mücadelesi sayesinde İslam güneşi tüm insanlığı aydınlattı ve aydınlatmaya da devam ediyor.
İşte tam da bu noktada; tarih bilincimiz ne kadar dosdoğru bir hale gelirse istikametimizi düzeltir ve geçmişte atalarımızın sahip olduğu izzet ve şerefe sahip olabiliriz. Yoksa batı uygarlığının peşinde, helaki bekleyen tarih içinde kaybolmuş yüzlerce insanlık neslinden birisi de biz oluruz. Bugün insanlık bir yol ayrımında, bir daha doğruya çağıracak bir peygamber gelmeyeceğine göre, bu kutlu çağrıyı yapacak olan tevhid mücadelesini kendilerine yol edinen; saf, temiz, sırat-ı müstakimden ayrılmayan muvahhid müminlere ihtiyaç vardır. Peygamberlerin kutlu yolunun takipçisi olma şerefine ermek dilekleriyle.

Vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları