Selma Kara

Korona günlerinin düşündürdükleri

Selma Kara

Şubat ayından itibaren algılarımızı ve tüm yaşantımızı etkisi altına alan ‘koronavirüs’ gerçeğinden sonra ben de herkes gibi ölümü düşünmeye vakit ayırdım. Vakit ayırdım diyorum çünkü, normalde düşündüğümüzü sandığımız bu gerçek aslında düşünür gibi yaptığımız; bir sürü düşüncenin arasına sıkıştırıp düşünür gibi yaptığımız, ayak üstü geçerken düşünür gibi yaptığımız, cenaze ya da mezarlık gördüğümüzde üzerine düşünmek için kendimizi zorladığımız bir düşünce.
Sakalları bulutlardan olma bir şairin;
“Yanlış yaşayan ve yanlış yaşlanan insanlar
Bir kentin en çiçekli köşe başında
Her dem tabusuz Çingenelerin karşısına geçip
Aşk ve aşık taklidi yaparlar.”
dizelerindeki aşık taklidi hallerimizde olduğu gibi, ölümü düşünme taklidi yapmışız yaşımız hangi yıllara yetiyorsa…
Taklidin yanı sıra fark ettim ki, ölüm üzerine düşünülemiyor; çünkü varlığını bildiğin ama ‘ne’liğini bilmediğin bir ‘şey’ üzerine fikir üretmek mümkün görünmüyor. Sonra anladım ki, nereden bakarsak öyle tanımladığımız bir ölüm düşüncemiz var. Varlığında hem fikir olduğumuz ancak, ne’liğinin oldukça göreceli olduğu bir ölüm fikri.
Hani diyorlar ya; “ne yersen o’sun diye”, işte onu gibi, ‘ölüm’ aklına geldiğinde ne düşünüyorsan o, senin ‘ölüm gerçeği’n. Tabi ki, üzerine düşünmüş isen…
Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının açıklanmasının hemen ardından market raflarının boşalması; kıtlıktan ölüm, ardından sosyal medyada kıyamete dair ayetlerin ve bir takım sözlerin paylaşılması; korkutucu ölüm gibi…
Ölümden de korkulur elbette, insan bilmediğinden korkar çünkü, son derece normal…
Ölüme dair düşüncelerimiz bizim düşüncelerimiz mi, yoksa üzerine düşünemediğimiz, düşünmekten kaçtığımız, en nihayetinde düşünmediğimiz için kolaya kaçıp giydiğimiz başkalarının algıları, belki heyulalarımı?
Yine; hani diyorlar ya; “aklını yönetemezsen başkasının aklının kölesi olursun” diye, bu da işte öyle bir şey…
Herkesin, ölüme dair sözleri birbirine benzediğine ve de üzerine düşünmediğimize göre, öyle görünüyor ki başkalarının düşüncelerini kıyafet edinmişiz kendimize.
Kaldı ki bu kara düzen -‘kara düzen’ derken plansız değil, aksine çok planlanmış düzen- bizi öyle bir koşturuyor ki düşünmek için bir durup ‘din’mek ne mümkün…
Koşturmaktan kastım da, işe güce gitmek falan değil. Hap gibi önümüze attığı bilgileri –belki aslında kırıntıları- daha mideye indirmeden diğerini atan ve bitmek bilmez bir beyin yorgunluğunun içine sürükleyen bir düzenden söz ediyorum.
Domino taşı etkisi yapan, zengini fakiri bu denli net ayırt etmeyen, birimizin yaşamının diğerine bağlı olduğunu anladığımız şu günlerde bile bırakmıyor peşimizi kara düzen. Çıldırmış gibi enformasyon yağıyor her yandan; televizyondan, internetten, sosyal medyadan, iş yerindeki arkadaştan, komşudan, anneden, babadan… Herkes delirmiş enformasyon hapşırıyor, damlacıkları ise öyle havada falan asılı kalmıyor, bizzat beyin kıvrımlarımızın arasına işliyor.
Evde kalın derken de rahat bırakmıyor; şu dizileri izleyin, bu belgeselleri görün, sosyal medyada bizi takipte kalın, en güncelleri bak bizde…
Kapılarımızı virüs kadar, üzerimize giydirilmeye çalışılan algılara, çığ gibi üzerimize düşen enformasyona kapatabilirsek de korunacağız bu süreçte. Üstelik sadece koronavirüsten değil, düşünememek belasından.
Sokağa çıkmamak ‘yasak’ mı, ‘tedbir’ mi
Yine az önceki algılarımızla ilgili bu konu da. Birkaç gündür sosyal medyada, ‘Son derece özgürlükçü, sosyalist olduğunu düşündüğümüz insanlar bile sokağa çıkma yasağı ilan edilsin diyor’ eleştirileri dolaşıyor. Buna ‘sokağa çıkma tedbiri’ denilseydi ta baştan, o zaman bunları düşünür müydük diye düşündüm…
Üç refleks
Koronalı günlerde üç yeni refleksimiz oluştu;

  • Kapının koluna dokundum kolonya dök
  • Hapşırık duyduğun anda koş
  • Bakan Koca sondakika açıklaması yaptı, WhatsApp gruplarında paylaş.
 
 
 

Yazarın Diğer Yazıları