Selma Kara

El gördülük makamı…

Selma Kara

Atatürk Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde eski tabiriyle yardımcı doçent olan bir hocamız vardı: Uğur Köksal Odabaşı. Şimdi profesör olmuş. Kendi şahsına münhasır hocalarımızdan idi, gerçi felsefe bölümü olup da kendi şahsına münhasır olmayan da yoktur herhalde.
Bahis nereden açıldı hatırlamıyorum - muhtemelen ‘ben’, ‘benlik’ gibi konulardan söz ediyor idik-, şöyle bir şeyden söz etti: bir gün eşiyle birlikte misafirliğe gideceklermiş. Eşi de hazırlanırken kendisini kapıda çokça bekletmiş. Sonra sinirlenmiş ve gitmemiş. Gitmeme nedeniyle ilgili olarak da şunları söylemişti:  “Evin içinde daha fazla vakit geçirdiği bana bu kadar hazırlık yapmıyor da, neden misafir gideceğimiz insanlara hazırlık yapıyor, bu bana anlamsız geldi. Mesela neden kristal bardakları vitrinlerde saklayıp misafirlere çıkarırız onu da anlamam. Misafirin ağzı benden daha mı kıymetli?” E doğru…
Bu hafta Kayseri, Kadir Has Üniversitesi’nden bir grup öğrenci ve hocayı ağırladı. ‘Kayseri Dinamo’ adlı bir proje için Kayseri’ye gelmişler. Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere çok sayıda kurum, kuruluş ve STK ile iletişime geçtiler. Bu minvalde iletişim kurdukları STK’lardan biri de Kayseri Gazeteciler Cemiyeti oldu. Başkanımız Veli Altınkaya’dan genişçe bilgi aldıktan sonra, ben de kendilerine Kayseri basın tarihini, bugün Kayseri’deki yerel medyanın görünümünü ve özellikle bilgi almak istedikleri için Kayseri Anadolu Haber gazetesinin geçmişini anlatma imkânı buldum.
Ekip çok güzeldi, proje ise imrenecek kadar güzeldi. Projenin başında Türkiye’nin önemli fizik profesörlerinden Nihat Berker Hoca var. Bu anlatım esnasında kendisine projenin adında geçen ‘dinamo’ kelimesini neden seçtiklerini sordum. Nitekim, Büyükşehir Belediyesi’nin gönderdiği haber bülteninde görünce ilk bunu merak etmiştim. Nihat Hoca, projenin amacını da özetleyen bu kelimenin hikmetini şöyle açıkladı: “Bizler bu projede üç büyük metropolü; İstanbul, Ankara, İzmir besleyen dinamo kentlerle ilgili inceleme yapıyoruz. Dinamo kelimesi buradan geliyor.”
Nihat Hoca’nın ilk şehir olarak Kayseri’yi seçmesinin de-ki bundan sonraki durakları arasında Eskişehir, Trabzon, Antalya gibi kentler var-  özel bir nedeni var. Yaklaşık 20 yıl önce Erciyes Üniversitesi’nden bir grup akademisyen kendisini TÜBİTAK ile ilgili bir projeye önermiş, üstelik de Kayseri ve Erciyes Üniversitesi ile ilgili bir tanışıklığı ya da geçmişi olmamasına rağmen, Nihat Hoca da o nedenle projeye Kayseri’den başlamış.
Proje sonunda, Kayseri ile ilgili rapor niteliğinde bir kitapçık yayınlayacaklar. Heyecanla bekliyorum…
Gelelim, Kayseri Dinamo ile Uğur Hoca’nın derste anlattıklarının bağlantısına…
Dedim ya Nihat Hoca’nın projesine çok imrendim diye; projenin içeriğini saygı duyduğum birkaç akademisyen ile paylaştım, herkes çok enteresan buldu. Kayseri Dinamo, Kayseri için de, projenin devam edeceği diğer iller için de çok heyecan verici bir çalışma şüphesiz. Ama benim anlatmaya çalıştığım mevzu başka. Kayseri’deki akademisyenlerimizin yaptığı çalışmalardan yerel yönetimler ne kadar haberdar, onlara da aynı ilgi alakayı gösteriyorlar mı ve bir diğer taraftan, Kayseri’deki akademisyenlerimizin yaptığı çalışmalar, ilgili kurum tarafından yeterince tanıtılıyor mu, ben işin bu kısmındayım. Tabi, nalına vururken mıhını da atlamayalım; Kayseri’de akademisyenler şehre dönük saha çalışmalarını ne oranda yapıyorlar?
Geçen günlerde Erciyes Üniversitesi’nin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü ile ilgili tertip ettiği basın buluşmasında, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya, konuşmasının sonunda buna vurgu yaptı aslında. Altınkaya dedi ki, “Üniversitemizde şüphesiz çok güzel çalışmalar yapılıyor. Özellikle GENOM ve Kök Hücre Merkezi benim çok önemsediğim çalışmalardan. Ancak hocalarımız bu konuda biraz ketum davranıyorlar gibi. Bu konuda Üniversitemizin basın yayın birimi, sadece güncel gelişmelerle ilgili bültenleri servis etmek yerine, bu çalışmalar ve çalışmaları yapan hocalarımızın basınla buluşmasına zemin hazırlamalıdır.” Altınkaya aslında olması gereken çalışma biçiminin altını çizdi. Üniversitelerden çok beslenen bir muhabir olarak, bizler akademisyenlerin çalışmalarını elbette takip ediyoruz ama sonuçta kurum içindekiler kadar güncel çalışmalardan haberdar olamayabiliriz. Bu konuda bir uyaran mekanizmasının olması, o güzelim çalışmaların tozlu raflardan çıkmasını sağlayacağı gibi, üniversiteye yönelik sarfedilen; “Bunlar da fildişi kulesinden etrafını seyrediyor canım” eleştirilerini de büyük oranda törpüler. Bu çalışma biçimi domino taşı misali, iş yoğunluğu hayli fazla olan yerel yönetimleri de tetikleyeceği gibi, hazırlanan bültenlerde sadece farklı şehirlerden gelen akademisyenlerin değil, Kayseri’den yapılan araştırmalara dair ziyaret ve destek haberlerini görme şansımızı da artırır. Elbette en nihai aşamada, bu çalışmaların vatandaşla buluşmasını da…
Daha açıklayıcı bir örnek vermek gerekirse; 2 yıl önce Erciyes Üniversitesi Alternatif Yakıtlar Araştırma Laboratuarı’nda Dr. Öğretim Üyesi Abdülaziz Atabani önderliğinde, kahve telvesinden yakıt üretimine dair bir proje var idi. Nitekim proje şu anda da devam ediyor. O zamanlar İhlas Haber Ajansı’nda çalışıyor iken, başlığını ‘Türkiye’den bir ekip kahve telvesinden araç yakıtı üretecek’ diye verdiğimiz bir haber yapmış idik. Bir hayli ulusal kanalda da yayınlandı bu haber. Bu proje Türkiye’yi olduğu kadar –ki, önemli bir ayrıntı Abdülaziz Hoca Türk değil- Erciyes Üniversitesi’ni ve Kayseri’yi de temsil ediyor idi. Ancak ben Abdülaziz Hoca ve ekibiyle ilgili olarak yerel yönetimlerden yayınlamış herhangi bir bülteni gördüğümü hatırlamıyorum. Üstelik ve ne yazık ki, o projenin bir uygulaması yakınımızdaki bir başka şehirde yapıldı.
Kadir Has Üniversitesi’nden gelen ekip kendisi randevu aldığı için bu görüşme gerçekleşmiştir elbette. Abdülaziz Hoca ve ekibi randevu almamış ise (o dönemde merkez ilçe belediyelerinden birine ziyarette bulunduklarını biliyorum), böyle bir görüşmenin gerçekleşmesi mümkün de olmaz.
Ama ben yine de sormak istiyorum; acaba Uğur Hoca’nın anlattığı mevzuda olduğu gibi, günlük hayatın içinde çokça yaptığımız bir şeyi, bu tür konularda da yapıyor olabilir miyiz? Yakınımızdaki nasılsa elimizin altında diye düşünüp dışarıdan gelene –ben bu konulardan örnek vereyim, siz daha genişini düşünün- az daha fazla taltifte bulunuyor olabilir miyiz? Bu süreç tek bir taraf, kurum ya da birimle alakalı olmamakla birlikte, yine de bu soruların bir özeleştiri niteliğinde sorulması gerektiğini düşünüyorum…
Uğur Hoca’nın dediği gibi; misafirin ağzı bizden kıymetli değil ne de olsa…

Yazarın Diğer Yazıları