Selma Kara

Bir Şemsettin Abi yazısı da benden

Selma Kara

Şemsettin Şemsettinoğlu, nam-ı diğer Şemsettin Ağa… Ben Şemsettin Abi demeyi uygun buluyorum çünkü daha samimi geliyor.
Üç gün önce göç etti bu dünyadan, hafızamızda güzel izler bırakarak…
Kendisiyle Gazeteci-Yazar Rıfat Yörük sayesinde tanışabildim. Sayın Yörük, Şemsettin Abi ile ilgili bir kitap çalışması yaptığını söyleyince, biz de Dernek (İZDÜŞÜ Anadolu Belge ve Kültürel Çalışmalar Derneği) olarak belgesel çalışmasını yapmak istediğimizi, dolayısıyla bizim için bağlantı kurmasını rica ettik. O da, Şemsettin Abi de bizi kırmadı. Rıfat Bey, fotoğraflarını çekmek üzere Muharrem Daşan ve kendi ekibimizle yola koyulduk. 
Ben Şemsettin Abi’yi, daha genç olan Sarkis Teke’den dinlemiştim o güne kadar. Sarkis de, Ermeni bir kabadayıdır ve Talas’ta yaşar. Sarkis’ten kabadayılık makamının raconlarını çok dinlemiştim ama onun da saygıyla bahsettiği kabadayıların kabadayısı ile tanışacağım ilk gün heyecanlanmıştım doğrusu. İlk izlenimim, oldukça alçak gönüllü olması idi. Beyaz atıyla şehir merkezinde dolaşması, yattığı İncesu hapishanesini satın alması, şehir merkezinde attığı nutuklar, karaborsa yıllarında esnafın elindeki yağı satın alıp vatandaşa dağıtmasından ziyade böyle bir adamın alçakgönüllülüğüne takıldı benim aklım. Onu bu alçakgönüllülüğe ve güçlü olmaya itecek çocukluğunu merak ediyordum en çok.
Toplamda üç kez çekim yapabildik. Üçüncü çekimin ardından başlayan koronavirüs salgını ve rahatsızlığından dolayı Şemsettin Abi’yi en azından bir süre rahatsız etmeme düşüncesiyle çekimleri ertelemiştik, sonra da zaten vefat haberini aldık.
Belgesel elbette tamamlanacak; zaten röportajı büyük oranda bitirmiştik. Şu anda internette çoğu yerde dolaşan, Şemsettin Abi’nin şarkı söylediği görüntüler de belgesel çekimlerimizden.
Meslek hayatım boyunca son röportajını bana veren ikinci kişi oldu böylece Şemsettin Abi. İlki de, 2012 yılında hayata gözlerini yuman; Türk futbol tarihine kendine has futbol stiliyle geçen ‘Çizgi Metin’ lâkaplı, 1976 yılında Galatasaray’dan Kayserispor’a transfer edilen Metin Kurt.
Kendimi şanslı sayıp saymamak arasında gitsem de; son röportajlarını aldığım için, her ikisini tanımış olmayı kâr sayarım hayatımda.
Kayseri’nin duayen gazetecilerinden, geçen yıl kaybettiğimiz Mahmut Sabah’ı, vefatından iki hafta önce aramıştım. O zamanlar yeni bir kamera almıştım, Mahmut Abi’ye iki haftalık kamera eğitiminden sonra ilk kendisinin röportajını almak istediğimi söylemiştim. Onu tanıyanlar bilir, “Hay hay, efendim.” dedi. Maalesef o röportaj gerçekleşemedi. Çünkü ben eğitimden dönmeden öte dünyaya göç ettiğini öğrendim.
İşin bu boyutundan yaklaşınca da, arşivciliğin ne denli güzel bir iş olduğunu görüyor ve kendimi şanslı sayıyorum aslında.
Hayat akıp gidiyor. Anlar ve anılar da öyle. İşte o anların kayıt altına alınması, geleceğe bir iz bırakmak, bir görevi yerine getirmek adına çok anlamlı. Mahmut Abi’den o kayıtları alsaydık mesela Kayseri gazeteciliği adına ne anlamlı bir kayıt tutmuş olacaktık. Günümüzde bu konuda çok şanslıyız. Hafıza kayıtları yapmak için ekstra bir araca ihtiyacımız yok; cep boyutunda telefonlarımızla hem video hem ses kaydı hem de fotoğraf alma şansımız var. Bunun için gazeteci olmanıza, belgesel çekmenize falan da gerek yok üstelik.
Düşünüyorum, Şemsettin Abi’nin atla dolaştığı günleri Kayseri’den bir yerel televizyon kayda almamış mı diye, sonra kendi kendime yanıt veriyorum; alsa da o arşiv saklanmamıştır ki.
BBC Türkiye’ye dair arşiv görüntülerini açtı birkaç yıl önce. Yıllar öncesine ait, neredeyse Türkiye’nin her yerinden bir sürü görüntü var. O dönemlerde bizde de vardı kayıt cihazları. Ama bu arşiv ne yazık ki yok. İyi ki TRT var da, hepten yitik değil hafızamız.
“Ya hu geçmişe takılmanın ne alemi var, geleceğe bakmak lazım.” diyenleriniz olabilir. O gelecek dediğimizi şekillendirmek için geçmişi görmek gerekiyor işte. Örneğin, farklı zamanlarda yaptığım gazete arşivleri taramalarında hep şunu görürüm; Türkiye’de, ortalama 20-30 yılda bir, figürleri değişmek kaydıyla ortalama olarak aynı olayları yaşanmış. Memlekette bir insan ömrünün ortalama 65 olduğunu farz edersek, bu yaşlarına gelmiş insanların, aklı baliğ olduktan sonraki süreçte benzer olayları iki kez atlatmış olması gerekiyor. Peki, bu insanlar tarihlerini bilselerdi, benzer olaylar ikinci kez mi yaşanırdı, yoksa zaten ortalama bir bilinç oluştuğu için benzer olayın yaşanmaması için tedbir mi alınırdı? Bu bilinçteki insan elbette ikincisini tercih ederdi. Bu nedenle en azından sosyal bilimlerle ilgili tüm bölümlerde, öğrencilere gazete arşivlerine girmesini sağlayacak ödevler verilmesi gerektiğini düşünürüm. Malûm ağaç yaşken eğilir ve sıkça söylendiği gibi; “Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.”
 

Yazarın Diğer Yazıları