Mustafa İLHAN

KAYSERİ KALESİ

Mustafa İLHAN

Kayseri’de kalenin içi yeniden dizayn edilerek hizmete açılalı epey zaman oldu. Biraz geç de olsa gezip görme imkanım oldu. Birileri kale içinin dizaynını beğenmeseler da eski durumunu hatırlayanlar ve yurt dışındaki benzerleri ile kıyaslayanlar için oldukça güzel olmuş diyebiliriz.
Çocukluğumda Kayseri kalesini ilk olarak yaklaşık 5-6 yaşlarında iken gördüm. Kendisi destanlar yazarak geçimini sağlayan bir komşumuzun çocukları ile birlikte kalenin iki kapılı cami ile ziraat bankası arasında kalan bölümünde destan satmıştık. Tabii biz komşularımızın yanlarında bulunmuştuk. O dönemde şimdiki gibi TV ve radyolar olmadığı hatta mahalli gazeteler bile haberleşmede yetersiz kaldığı, insanlarımızda da bu konuda büyük bir merak olduğundan ibret alınacak bir cinayet işlenir ya da kaza sonucu insanlar ölür ya da öldürülürse ölünün yakınlarının ağzından 20 -30 dörtlükten oluşan destanlar yazılır ve  matbaada bastırılıp 10 -20 kuruşa satılırdı. Bu destanları alanlar mahallerine köylerine dönünce hemen meydanda toplanılır, yüksek sesle okuma yazma bilen birisi tarafından okunur dinleyenler ise gözyaşlarını tutamazlardı. Sanki kendileri bir yakınlarını kayıp etmiş gibi üzülürlerdi.  
Ben ve ağabeyime babam tarafınnndan biraz ticaret hayatına alışalım, biraz da okul hayatımızda bize yardımcı olması için gazocağı iğnesi satma işi verilmişti. Gazocağı iğnelerini alıp kale önünde 5 ini 25 kuruşa satmıştık. Daha sonra çakmaklara taş ve benzin , şemşamer (Ayçiçeği) satıp ayakkabı boyacılığı ve 4 tekerlekli el arabası ile hamallıkta yaptık.
Yaptığımız bu işler bilhassa el arabası ile yaptığımız hamallık işi dolayısı ile Kayseri’yi adım adım dolaştık . lafı tekrar kale içine getirecek olursak kalenin içi çeşitli iş sahibi esnaflarca parsellenmişti. En kalabalık yeri şimdiki pazarlara benzeyen bölümü idi. Sebze meyve satıcıları, mobilya ,demir karyola , sandalye satılan bölümler  vardı. El arabası ile kaleye girip çıkmak oldukça zordu. Ziraat Bankası tarafı şimdiki gibi merdivenli olduğu için el arabası ile oradan girip çıkamazdık. Mecburen hunat kapısından girip çıkardık.
Ramazanlarda kale üzerindeki askeriyenin topu içerisine barut sonrası çaput basarak ateşlenir ve Kayseri’nin tamamından duyulacak şekilde vaktin geldiği ilan edilirdi. Biz çocuklar top atılmadan eve girmezdik. Top atılana kadar sokaklarda oyun oynardık. Top atılınca oyunlar bıçak gibi kesilir hep bir ağızdan “top atıldı” diye bağırarak evlerimize koşardık. 
Kalenin surları üzerinde gezmek o dönemde de kolay değildi. Surların bazı bölümlerinden geçmek için geri dönüşü olmayan yerlerden aşağı atlamak, bazı dar duvar üstlerinden cambaz gibi geçmek gerekirdi. Bir keresinde ben tam ziraat bankası tarafındaki dar duvardan geçerken aşağıya bakmıştım. İnsanları küçücük görünce duvara yapışmış ve sürünerek geçmiştim. Böylece yükseklik korkumun olduğunu da orada öğrenmiş oldum.
Daha sonra kale içerisinde değişiklik yapıldı ve bazı satıcılar için yerler yapıldı. Japon pazarı tipi bu yerler ve pazarcı tipi satıcılar  “ kale” ile uyumlu değildi. Bu yanlıştan da dönüldü. Kaleye kar amaçlı bakmamak gerektiğini öğrendik. Kayseri tarihini içerisinde barındıran Gültepe’deki müzedeki Selçuklu eserlerini Selçuklu müzesine kalanını da kronolojik bir sıralama ile kale içine yapılan müzeye taşıdık. Tarihimizi turizmin hizmetine sunduk. Yeni müzede  Kayseri’nin tarih yönünden ne zengin bir şehir olduğunu artık gelecek nesillerimize görsel olarak da aktaracağız. 
Bu arada bir anımı da aktarayım. Almanya’da görevli olarak bulunduğum okula gelen sinema filmleri arasında “ Hochland Anadolu” diye bir filmin olduğunu gördüm. Merak ettim getirtirdim. Önce ben izlemeli idim. Akşam sınıfıma sinema makinesini kurdum ve izledim. Bir de ne göreyim “ yüksek ülke Anadolu “ filmi Kayseri ve Hacıbektaş’ta çekilmiş. Hemen evden kameramı getirdim. Filmi oynatıp kameraya kayıt ettim.
Film Kayseri kalesinin Hunat tarafından çekilmeye başlanmış. Kale önü yaklaşık 2 metre şimdikinden daha düşük kotta. Kale biraz daha yüksek kalıyor. O dönemde oradan Kağnıpazarına doğru eşeklerle insanlar gidiyor. Sonra Erciyes’e eşeklerle gidip buz kesip yazın şehre getirildiği filme çekilmiş, en son olarak ta Hacıbektaş olduğunu sandığım bir yerde fötörlü pala bıyıklı alevi dedesi olduğunu tahmin ettiğim insanlar misafir ağırlıyorlar ve ekin biçiyorlar.
Kalede üç nesil yaşanan değişimi tasvir etmeye çalıştım. Kalemizin kıymetini bilelim. Bir de tranvay güzergahı yer altına inse ve oralar yeşillense daha da iyi olacak.
Allah yar ve yardımcımız olsun.

Yazarın Diğer Yazıları