Mehmet AYMAN

Herkesin içtiği su

Mehmet AYMAN

 “Gel zaman git zaman, bu genel curcunanın adı "sosyal düzen" oldu. Halk içinde tekrar akıllananlar "deliler!" diye tımarhaneye tıkıldı. İşte ta o vakitten beri bütün hekimler, bütün filozoflar derler ki: "Çinliler dünyanın en akıllı, en zeki, en sakin, en çalışkan bir milletidir!"

Ling-Yu, yaşı oldukça ilerlemesine ra’men hâlâ gayet akıllı, bir kraldı. Aynı zamanda çok da ileri görüşlü biriydi. O kadar ileri görüşlü biriydi geçmişe çok takılıp kalmayı sevmez daima geleceği düşünmek isterdi. Hatta bu konuda o kadar ileri gitti ki halkın da geçmişin kötü hatıraları ile ilgilenmemesi, bu yüzden huzurlarının kaçmaması için büyük Çin medeniyetine ait ne kadar kütüphane ne kadar değerli kitap varsa hepsini toplatıp yaktırarak imha ettirmişti. 
Çin halkı da onu çok severdi hatta zaman zaman onun olağanüstü bir takım yeteneklere sahip olduğuna bile inanır gibi oluyorlardı. 
Derlerdi ki: "Ling-Yu’nun zekâsı dünyada tanrının dehasından bir örnektir!" 

Devrinde herkes adeta rüya âleminde yaşar gibi, yaşıyor, "Dünya ha varmış, ha yokmuş kimin umurunda!" felsefesi âdeta herkesim tarafından kabul edilmiş bir kanun gibi kabul ediyordu
Fakat bir sabah her şey birdenbire beklenmedik bir şekilde değişecek bu rüya bitecekti. 
Bir gün huzuruna kapı görevlilerinden biri girdi. Saygıyla kralın önünde eğilerek: 
- Efendimiz! baş müneccim geldi, size mutlaka bir şey arz etmek istediğini söylüyor! İçeri alalım mı? Dedi 
İmparator Ling-Yu, üstün dehası sayesinde gelecekte ne olacağını tahmin edebilecek biriydi. Derdi ki: 
-"Sebepleri doğru görebilenin neticeden şüphesi kalamaz." Onun için baş müneccimden daima kendi tahminlerini mutlaka dinlerdi. Şimdiye kadar o hiç böyle habersiz gelip bir şey söylememişti. Tuhaf, diye başını salladı, acaba bu kadar önemli ne söyleyecek? 
- Gayet mühim bir şeymiş efendim. Dedi, görevli
İmparator “İşler tıkırında, her şey yolundaydı diye düşündü. Öyle mühim bir şeyin olabileceğini aklına bile getirmek istemedi.
- Gelsin! Dedi 
Huzura giren baş müneccim, her zamanki resmî selamlamasını yaptıktan sonra: 
- Ah efendim, gayet korkunç bir felâket bizi tehdit ediyor! Diye konuşmaya başladı.
İmparator da en az müneccim kadar bilge biriydi. Ayrıca çevre ülkelerde bile olup biten her şeyi takip etmeye çalışır bir şekilde bilgi sahibi olurdu. Görünürde savaş, kıtlık, ihtilâl, taşkınlık gibi bir şey yoktu. Çekik gözlerini hafiften kısarak müneccime doğru seslendi: 
- Yanılıyor olmalısın! Dedi. Müneccim
- Hayır, efendim, muhakkak bir felaketin geleceğini görüyorum.
- Savaş mı? 
– Hayır! 
- İhtilâl mi?
 - Hayır!
- Öyleyse ya ne? 
- Bir yağmur, efendim. 
- Yani bir tufan mı? demek istiyorsun! 
- Hayır, hayır yalnızca yağmur... 
İmparator, değerli baş müneccimin saçmalayacağına ihtimal vermedi. Onu tekrar baştan ayağa şöyle bir süzdü. Merakla sordu: 
- Yağmur niçin bir felâket olsun ki? 
- Bu yağmur çok sürecek! 
- Sürsün. 
- Suyundan kim bir damla içerse aklını yitirecek yani deli olacak? Diye konuşmasına devam etti.
İmparator düşündü. Gerçekten böyle bir şeyin olma ihtimali büyük bir felâket korkunç bir şeye sebep olabilirdi. Düşüncelerinde/kehanetlerinde yanılıp yanılmayacağını baş müneccime tekrar sordu. 
Zavallı adam “bundan son derece eminim” efendim dedi. Bunları söylerken korkusundan tir tir titriyordu. Kral hemen bir şeyler yapması gerektiği konusunda bir karar verdi ve Saraydaki bütün vezirleri/mandarin topladı. Böyle bir durumda ne yapmaları gerektiği kuşunda onların fikirlerini de almak istiyordu. 
Tartışmalar, görüşmeler birkaç gün sürdü. Nihayet henüz yağmur mevsimi başlamadan önlem olarak sarayın bütün sarnıçlarının, mahzenlerinin küplerinin, içilebilir, temiz sularla doldurulmasına karar verildi. Bütün bunlara ilaveten yeni sarnıçlar yaptırıldı, oralar da temiz sularla dolduruldu. Aynı şeyleri yapmaları ve tedbir almaları konusunda halk da uyarıldı. Uyarıları dikkate alanlar da depolarını kuyularını, ellerine geçen kap kacak ne varsa temiz suyla doldurup depoladılar.
Halkın bir kısmı da söylenilen hiçbir şeye inanmadılar ve normal hayatlarına devam ettiler.
Aradan bir hafta ya geçti ya geçmedi ki, baş müneccimin haber verdiği yağmurlar hafif hafif yağmaya başladı. Bir gün, iki gün, üç gün oldu. Dinmedi, hızlandı. Bardaktan boşanırcasına yağdı, durdu. Her tarafı sel aldı. Âdeta bir tufana dönüştü.
 Baş münecciminin haber verdiği felâket gerçekten aynen anlattığı gibi ortaya çıktı. Yağmur suyu kuyulara, mahzenlere, sarnıçlara sızmaya ve tedbir almayanların sularına karışmaya başladı. Kim bu yağmur suyu karışmış sulardan bir yudum bile içse hemen çıldırıyordu. 
Aradan çok zaman geçmemişti ki, işi önemsemeyip ciddi tedbirler almayanların sularına da yağmur suyu karıştı.
 On beş, yirmi gün kadar bir zaman geçtiğinde ise bütün halk bu sulardan bir şekilde içmek zorunda kalmış ve çıldırmıştı. 
Sarayın pencerelerinden halkın durumunu izleyen kral ve saray erkânı da iyi ki baş müneccimi dinledik de bol bol su depoladık diye seviniyorlardı.
Sonuçta yalnız imparatorla çevresindeki seçkin kişiler sarayın sağlam ve güvenli sarnıçlarında saklanmış sulardan içiyorlar, böylece akıllarını başlarında tutabiliyorlardı. 
Ama uğursuz yağmur bir türlü dinmek bilmiyor, suyu her kuyuya, sarnıca sızıyordu. Köşe bucakta saklanan küplerdeki sularda bitmişti. Sonuçta tüm ülke halkı bir şekilde bu sulardan içmek zorunda kalmıştı. 
Anlayacağınız memlekette çıldırmayan kimse kalmadı. Genellikle deliren halk, işi öyle azıttılar ki, artık ne saray görevlileri, ne hâkimler saraydan sokağa çıkabiliyorlardı. 
Bir curcunadır gidiyordu ortalıkta. Durumun vahametini anlayan İmparatoru bir düşünce aldı. Bunun sonu ne olacak, işler nereye varacak acaba diye de kaygılanmaya başladı. 
Evet, bir kere deli olan artık akıllanmıyordu. Zırdeli halk saray surlarının etrafında toplanmış, gece gündüz, akşam zurnalarla davullarla kulakları patlatan bir gürültüyle sarayın etrafında eğleniyorlardı: Bazen bununla da kalmayıp sarayın pencerelerinde kendilerini seyreden saray halkına bakıp;
- Delileri bakın, yuha, yuha!..., diye saklanan sulardan içip akıllı kalanlara dillerini çıkarıyor, el kol hareketleri yaparak onlarla eğleniyorlardı.
Sarayda korkulan gün de geldi çattı sonunda. Temiz suyla birlikte yiyecek erzak temini imkânsızlaştı. Etrafta lâf anlayan, söz dinleyen kimse de kalmamıştı. 
İtaatin, vazifenin, büyüğün, küçüğün ne demek olduğu unutuldu. Kanunlar şaka oldu. İdare bozuldu. 
Yağmurun suyundan içmeyip akıllı kalanların başlarına gelen felâket diğerlerinkinden çok daha dehşetli bir hale gelmişti neredeyse. Hepsinin hayatları tehlike içinde geçiyordu. Sonuçta zehirli sudan içmeyen bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar insan kalmıştı sarayda... Kalanlar da yüzlerce, binlerce delinin arasında kalmış adeta âlemin maskarası olmuşlardı. 
Daha önce söylediğimiz gibi "Ling-Yu" gayet akıllı, gayet bilge bir imparatordu. Gün boyunca ne yapması gerektiği konusunda düşündü taşındı.
Nihayet deliliğin “İşe yaramayan, varlığı sahibine zarar veren "akıldan " daha hayırlı bir şey olacağına karar verdi. 
Bir sabah toptan delirmiş halkın eğlenmesinden saldırılarından korkmuş, ürkmüş çevresindekilere: 
- “Herkesin içtiği su” dan hemen biz de içeceğiz başka çaremiz kalmadı diyerek kalanların da o sulardan içmesi emrini verdi. Mandarinler/vezirler,  hekimler, filozoflar, hâkimler: 
- Aman efendim; akıllarımıza, ilimlerinize yazık olur, diye karşı gelmek istedilerse de; İhtiyar imparator: 
- “Herkes deli olduktan sonra, birkaç kişi akıllı kalmış ne fayda” dedi. Zaten böyle bir durumda birkaç kişinin aklına da ihtiyaç yoktur! Diye devam etti. 
Uğursuz yağmurun karıştığı sulardan doldurttuğu ilk bardağı kendi içti. O’nu diğerleri takip ettiler.
Sonra ne mi oldu?
Sonra saraydan duvarları çınlatan deli kahkahaları duyuldu. Dışarı çıktılar. Surun dışarısındaki halkın arasına karıştılar ve o curcunaya katıldılar. 
Gel zaman, git zaman, bu genel curcunanın adı "sosyal düzen" oldu. Halk içinde tekrar akıllananlar "deliler!" diye tımarhaneye tıkıldı. Ta işte o vakitten beri bütün hekimler, bütün filozoflar derler ki: "Çinliler dünyanın en akıllı, en zeki, en sakin, en çalışkan bir milletidir!"
Not: Bu hikâye Ömer Seyfettin’in aynı adlı hikâyesinden uyarlanmıştır. 
Özellikle kitle iletişim araçları da denilen; kitleleri maniple edip istediği yöne yönlendiren tüm medya araçlarının sezdirmeden halka içirdiği zehirli sulara/yalan ve kasıtlı haberlere karşı uyanık olunması dileğiyle.

Yazarın Diğer Yazıları