Yakup Aktaş

Hekim, Kurrâ Ve Eşsiz Mücadele İnsanı Filistinli Âlim Dr. Ziyâb Şâdırma

Yakup Aktaş

Mekanlarında ruhu vardır. Oralarda yaşayanlar ve yaşananlar hatıralarla o mekanları diri ve hatırlanası kılarlar. Filistin toprakları da pek çok olaya ve kahramana şahit olmuş arzın mukaddes ve cazibeli yerlerindendir. Bu cazibesinden olsa gerek sahip olmak isteyeni çok olmuş ve bir ismi de Daru’s-Selam/barış diyarı manasına gelen Kudüs pek çok istilaya, acıya ve katliama maalesef şahit olmuştur.

Bu mukaddes şehirde ve bereketli topraklarda üç semavi dinin müntesiplerinine barış, adalet ve huzuru hakim kılan da yine Müslümanlar olmuştur. İlk Peygamber Hz. Âdem’den son Peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar gelen her bir elçi ve din için kutsal bir şehir olarak kabul edilmiş olan Filistin coğrafyası günümüze dek nice âlimler yetiştirmiştir.

Bu âlimlerden uzakta parlayan bir yıldız misali gizli kaldığını fark ettiğimiz biri, kıraat ilmiyle kırk yaşından sonra  tanışmış olmasına rağmen alanda eser vermiş ve yüzlerce öğrenci yetiştirmiş olan Filistin/Remle doğumlu Dr. Ziyab Şâdırma’dır. O, Filistin ilmi havzasında yetişen ve bölge Müslümanlarının yaşadığı onca zorluğa rağmen üstün başarılara imza atan müstesna bir şahsiyettir. 1946 yılında dünyaya gelen Dr. Ziyab Şâdırma iki yaşındayken babası İsrailli askerler tarafından şehit edilmiştir.  Yetim olarak başladığı hayatına diş doktoru olduktan sonra edindiği kıraat donanımı ile bir kâri (Kur’an okuma uzmanı) ve kanaat önderi olarak devam etmişdir. Dr. Ziyab’ın küçüklük yılları Filistinlilerin kendi memleketinde mülteciler konumuna düşerek korku ve endişeye, kıtlık ve açlığa  mahkum edildiği günlerdi. Şiddetli soğuklarda ve fakr-ü zaruret içinde  Filistinli çocuklar aileleriyle birlikte hayat mücadelesi veriyor ve pek çoğu da ileri eğitimden mahrum kalıyordu. Mülteci kamplarında ne buluyorlarsa onu giyiyor, ne veriliyorsa onu yiyorlardı. Temel gıdaları hurma, ekmek ve suydu. Bu baskı ve yokluk atmosferi bir nesli; mücadeleye, çalışmaya, başarmaya ve olgunlaşmaya sevketti.  Bu zorlu ortamın yetiştirdiği çınarlardan biri de Ziyab Şâdırmadır. Annesi onun doktor olmasını istiyor ve bu konuda çok fedakarlık yapıyordu. Onun eğitimini dert ediniyor, ilimle beraber mücadele ruhunu da ona aşılıyordu. Sadece ilim tahsili değil iyiliği emredip kötülüklere engel olma konusunda da hep onu uyarıyordu. Sadece kendi evlatlarına değil pek çok yetimin de annesi olan muhtereme hanımefendi iyilik ve ibadet ehli bir kadındı. Üstad Şâdırma Mısır’da tıp fakültesinin diş bölümünü okudu. Üniversiteyi bitirdikten sonra iki yıl iş bulamadı. Çünkü nereye gitse Filistinli mülteci olduğunu bildirdiği zaman iş talebi red oluyordu. Böylece iki senesini vazife alamadan işsiz olarak geçirdi. Sonra Ürdün'de Allah'ın lütfuyla kendisi bir muayene açtı ve ondan sonra geçimi bir düzene girdi. Üstat Ziyab sabahtan öğleden sonraya kadar diş kliniğinde tedavi yapar ve ikindi namazından sonra evinin yakınındaki Gufran mescidinde erkeklere yatsı namazına kadar devam eden Kur'an halkalarında arz ve telkin usulü ile Kur'an eğitimi verirdi. Sadece yetişkinlerle ilgilenmez mahallenin çocuklarını da bazı günler ikindi namazından sonra camide veya evinde koru halinde ve telkin usulü ile okutarak kısa sureleri ezberletirdi. Şâdırmâ’nın diğer  kârilerden önemli bir farkı okutacağı veyahut da dinleyeceği surelerin ve ayetlerin muhtevası üzerinde durur ve bir surenin ezber verilmeden önce nelerden bahsettiğini talebeye sorardı. Okuyacağı ayetteki can alıcı mesajları ve kendisinin tespitlerini paylaşır, kıraatini tedebbür ve tefekkürle süslerdi. Adeta öğrenciyi Kur'an'ın huzur ve ilim veren ikliminde dolaştırırdı. Bununla beraber benzer ayetlere dikkat çeker, karıştırmamaları konusunda onlara hatırlatmalarda bulunurdu. Onun öğrencileri Kur'an'ı güzel okumak ve manaya vakıf olmakla öne çıkmıştı. Üstad ezberlenen miktardan ziyade ezberin sağlam olmasına ve üzerinde tefekkür edilmesine çok ihtimam gösterirdi. Kendisi günlük ezber bir cüz dinletir, bunu Ramazan'da üç ya da beş cüze çıkarırdı. Kemiyetten ziyade keyfiyetin üzerinde dururdu. Dr. Ziyab Şâdırmâ’nın elinde pek çok sayıda öğrenci yetişti. Öncelikle eşi Safiye hanım kendisinden okuyup hafız olmuş ve kıraatte icazet almıştır. Halen Ürdün’de Kur’an kurslarında eğitim vermektedir. Dr. Ziyab’dan kırk öğrenci Asım kıraatı'nın Hafs rivayetini, Tayyibe ve Şatıbıyye kitapları üzerinden ezbere okuyarak icazet aldı. Bunun dışında yüzüne dinlediği, ezber yaptırdığı ve yetiştirdiği talebelerin sayısı sayılamayacak kadar çoktur.  Tilavet-i Kur’an üzerine pek çok kurs düzenledi ve bu kurslar vesilesi ile Kur'an'ı tecvitli okutmaya, ezber yaptırmaya ve kıraat ilmini ihya etmeye gayret etti.          

                                                                 

Kur'an Sedalarının Yükseldiği Örnek Bir Ev 

Dr. Ziyab otuz iki yaşında evlenmiş ancak ilk beş sene çocuk sahibi olamamışlardı. Bu hüzün ve çocuk talebi ile eşi ile beraber bir ramazan ayında itikafa girdiler. Namaz, niyaz ve tazarru ile Yüce Allah'a Hz. Zekeriya’nın diliyle (as) şöyle yalvarırdılar:  “Rabbim! Geride kalanların en hayırlısı sensin, yine de sen beni yalnız (çocuksuz) bırakma!” Kendilerinin içten dualarını alemlerin Rabbi kabul etmiş, onlara bu itikaf ve duadan sonraki yıllar biri erkek,beşi kız çocuğu olmak üzere altı çocuk ihsan etmiştir. Alimimiz kendi çocuklarının İslami terbiyesi konusuna önemle eğilmiş ve onlara küçük yaştan itibaren Kur'an öğretmiştir. 

Dr. Ziyab'ın Kur'an öğretiminde eğlenerek öğretme ayrı bir yer tutuyordu. Evinin bahçesine büyük salıncak yaptırmış o salıncak üzerinde çocuklarını sallayarak Kur’an ezberletirdi. Ziyab Kur'an okutma ve ezberletme konusunda küçük bir defter tutmuş ve evlatlarının ismini yazmış ve günlük onlara kaç satır, kaç ayet ya da hangi sureyi ezberledin diye sorarak not alır ve karşılığında mükafatlar verirdi. Onları her fırsatta ibadet ve iyiliğe teşvik ederdi. Öyle ki kızlarının hepsi bu sevgi ve ilgi dolu evde hafız olmuştu. Özellikle tatil günlerinde sabah kalkar kalkmaz ailenin ilk işi günlük Kur'an'dan virdini sesli bir şekilde okumak ve o günkü yapacağı ezberini babalarına dinletmekti. Dr. Ziyab'ın evi sanki  Kur'an kovanı olmuş, bal arıları gibi çocukları ezber yapıyor ve Kur'an sesleri ile ev nurlanıyordu.  Dr. Ziyab çocuklarının sadece dini ilimlerle yetinmesini istemiyor ve onların akademik başarı elde etmeleri için gerekli eğitim kurumlarına da gönderiyordu. Okul derslerini de takip ediyordu. Ama her zaman ahireti dünyanın önünde tutuyor, okurken insanlara faydalı olmayı çocuklarının hedefine koyuyordu. Bir hususiyeti de her gün yatmadan önce çocuklarıyla yarım saat Riyazu’s- Salihin isimli hadis kitabını okuyor ve onlara da sırasıyla okutuyordu. İhtiyaç olan yerlerde hadisleri izah ediyor bazen güldürüyor bazen düşündürüyor ama evinde her gün bir ilim meclisi kuruyordu. Tabi ki bunların her biri bir vakit istiyordu. O, bu yoğun ama planlı ve prensipli hayatı ile sevenlerine çok şeylerin kısa bir ömürde yapılabileceğini öğretiyordu.                                          

Ahlakı ve Yaşantısı

Dr. Ziyab Şâdırmâ hayat felsefesi olarak, güzel ahlakı kendisine şiar edinmişti ve en büyük sünnetin ahlak güzelliği olduğunu düşünüyordu. Dünyaya karşı zahit, şüpheli şeylerden kaçan, insanların ellerindekine göz dikmeyen, tok gözlü, Allah'ı hatırlayan ve hatırlatan bir şahsiyet olarak karşımızda durmaktadır. Kendisi hep şu hadisi hayatının merkezine yerleştirdiğini söylerdi: “Dünyaya karşı zahit olursan Allah seni sever, insanların yanındakilere, mallarına karşı da tok gözlü olursan insanlar seni sever.” (İbn Mâce, Zühd,1) Azla yetinir, var olanı paylaşırdı. Tevazu onun ayrılmaz sıfatıydı. Yumuşaklık ve hilim onda karakter olmuştu. Şüpheli bir şey görünce ondan uzak durur evine getirdiği gıdaların helalliğine çok dikkat ederdi. Öyle ki çocuklarından birisi dışarıdan bir şey getirse bunu nereden aldın, nasıl aldın diye sormadan ne yer ne de yedirirdi. Şâdırmâ yaşadığı bölgede pek çok küskünü barıştırmış, dağılmak üzere olan nice aileyi tekrar birleştirmişti. Bu yoğun ve hareketli hayatına rağmen yalnızlığı seviyor ve fırsat  buldukça tefekkür ve zikir için kendisine vakit ayırıyordu. Özellikle Kur’an’ı Kerim’i düşünerek ve üzerinde ciddi kafa yorarak okumaya çalışıyor ve talebelerine de bunu tavsiye ediyordu. Sık sık tekrarladığı duası şuydu: Allah'ım beni mütevazi ve alçak gönüllü kimseler ile beraber haşreyle.

Kendisi doktor olmasına rağmen rahatsızlık yaşadığında hastaneye gittiği vakit randevu alır ve sırasını hassasiyetle beklerdi. Onu gören meslekdaşları, doktor bey buyurun demelerine rağmen henüz sıram gelmedi diyerek kapıda beklerdi. Onun bu hali pek çok doktoru da etkiliyordu. Kendisinin İslami hareket ve çalışmalara yaklaşımını şu sözü özetlemektedir: “Müslümanların ittifak ettiği sabitelere muhalefet etmediği ve ümmet içinde fitne çıkarmadığı müddetçe, hataları olsa bile İslam’a hizmet eden hiçbir cemaatten, sivil toplum çalışmasından nefret etme. Çünkü ne hatasız fert ne de cemiyet vardır. Hepimiz Allah’a yaklaşmaya çalışıyoruz. Öyleyse herkesi sevmeye çalış zira herkeste sevilmeye layık bir huy, bir sıfat vardır. "            

Dâr’ül-Bekâya İrtihâli

Üstat Ziyab Şâdırmâ 64 yaşında siroz hastalığına yakalandı. Hastalığı şiddetlenince öğrencileri ile ilgilenemez oldu. Rahatsızlığı o boyutu ulaşıyordu ki komaya giriyordu ve hastanede bir ay kaldığı oluyordu. Ancak vefatı da enteresandı. Günlerden pazar gecesiydi ve evindeydi. Adeti olmadığı halde televizyonu açtırdı. Kur’an’ı güzel okuma yarışması olduğunu ve onu izlemek istediğini söyledi. Son duyduğu ayetler Haşr suresinin son  ayetleriydi. Bu ayetleri dinlerken uyudu sandılar. Oysaki ruhunu Rahman’a teslim etmişti. Ancak vefatını ailesi sabah ezanıyla anladı.  Cenazesinde pek çok hafız, salih insanlar ve sevenleri toplandılar. Tarih 2010 yılının şubat ayının on beşi pazartesi gününü gösterirken kendisini Rusayfe kabristanına defnettiler. Son günlerinde eliyle yazdığı ve çokça tekrar ettiği duası şuydu: “Ey Allah'ım senden hüsnü hatime, iman üzere ölüm ve dinimden bana emrettiğin her ne varsa onları hakkıyla yapabilmeyi niyaz ediyorum. Ya Rabb gücüm yettiği kadar sana kulluk ettim, ta ki ölüm bana gelene kadar. Ne olur benden razı ol.”

Ailesine yaptığı vasiyette sabrı, vefat haberini duyduklarında Allah'a teslimiyeti ve çokça istiğfar edip kendisi için rahmet dilemelerini yazdırmıştı. Sonra onlara imanla beraber takvayı İslam'ı yaşama konusunda gayreti, vefat ettiği zaman salihlerin şehadetini ve duasını talep etmelerini ve kendisine haklarını helal etmelerini istirham ediyordu. Yine kabrinin meşhur olmamasını, defninin geciktirilmemesini ve cenazede seslerin yükseltilmemesini, cenaze yemeği verilmemesini ve her türlü bidattan kaçınılmasını özellikle tembih etmişti. Kendisine Allah’tan rahmet diliyor ve ümmet içinde yerini hayırla dolduracak kimselerin sayısını artırmasını niyaz ediyoruz.

Davet ve Tebliğ Yönü 

Dr. Ziyab küçüklüğünden itibaren ailesi ve çevresinden aldığı telkin ve disiplinle iyiliği emretmeye ve kötülükten sakındırmaya düşkündü. Yaşamış olduğu zor şartlara rağmen her fırsatta insanların irşat ve iyiliği için gayret ederdi. Tebliğin tesirinin, temsil etmekte olduğunu yaşantısıyla gösterirdi. Ancak tek başına yaptığı tebliğ ve irşad çalışmaları kalbini tatmin etmiyordu. İmkan nispetinde dünyanın her yanındaki insanlarla yolunun kesişmesi ve nesilden nesile aktarılacak bir tebliğ, davet ve irşat çalışması nasıl olabilir diye kafa yoruyordu. Kendisini muayenehanesinde ziyarete gelen bir grup davetçinin edebi, tevazusu ve gayreti hoşuna gitti. Onlara gittikleri yerlerde nelerden bahsettiğini sorduğunda; her gittikleri yerde İslam’ın güzelliği ve üstünlüğü, bu ümmetin mesuliyeti, birlik beraberliği, namazın camide huşu ile edası, ilmin, zikrin, ihlas ve samimiyetin, güzel ahlak ve kul/kamu hakkına dikkat etmenin, tebliğ ve davetin önemi gibi konularda yaptıkları konuşmalarını dinledi. Tebliğ cemaati1 olarak bilinen bu çalışmanın Ürdün ve yurt dışında özellikle Müslüman halklar üzerine yapmış olduğu irşat ve maneviyat seferleri doktorun dikkatini çekti. Yaptığı araştırmalar neticesinde çevresinde tanıdığı ve tanımadığı dinde lakayt hatta dine ön yargılı pek çok insanın bu davetçi kişilerle yaptığı manevi seferler neticesinde hayatının olumlu yönde değiştiğine şahit oldu.  Öncelikle  bu çalışmayı daha yakından tanıma ve araştırma adına Hindistan ve Pakistan’a gitti. Herkesin kendi parasıyla kimseden bir şey istemeden ama bir cemaat ruhuyla çıktığı bu seferlere katılanların etkileyici hatıra ve olayları da onu etkilemişti.  Her meslek ve yaştan insanın çıktığı bu seferlerde insanlara mesuliyet bilinci geldiğine şahit oldu. Yine bu dini yolculuklar sürecinde bilenlerin bilmeyenlere temel dini bilgileri ilgiyle öğrettiğine, farklı kültür ve birikim sahibi insanlarla tanışma ve iletişim kurma fırsatına sahip oldu. Kendisi bu dini seferberliği yürüyen, hareketli bir medreseye benzetiyordu. Katılanların bu seferlerle yolculuk yapma cesaretini, öz güvenini, kültürünü ve maneviyatını artırdığını gözlemliyor ve bu seferlerin yoğunlaşmış manevi bir ortamda salihlerle arkadaşlık etmeye vesile olduğunu ifade ediyordu. Siyaset ve ihtilaflı konulara girmemeleri neticesinde halk ve devlet nezdinde de hüsnü kabulle karşılanan bu hareketi deneyimlemek adına davetçilerle beraber  daha sonra 1977’de Almanya’ya, 1985’de Amerika’ya, 1988 ve 1991 de iki kere Türkiye’de bulundu. 

Dr. Şâdırmâ’nın izlenimlediği kadar bu yolculuklara katılan ve manevi terapi alan insanların çoğu avamdan kimselerdi. Ancak içlerinde çok tecrübeli ve alim kimselerde yok değildi. Doktorun tesbitine göre bu insanlar tebliğden önce kendilerini düzeltmek, dini yönden geliştirmek, bulundukları ve özellikle kötü alışkanlıklar kazandıkları muhitlerden üç gün, kırk gün veya dört ay uzaklaşıp başka yerlere giderek cami merkezli çalışma ile manen arınıp motive olmaya çalışıyorlardı. Bu kişilerin seferlerde davetçi modellemesiye elzem dini bilgileri öğrenerek ve insanlara imkan nisbetinde hatırlatma yaparak tekrar evlerine daha bilgili, huzurlu ve şuurlu olarak döndüklerini gözlemledi. Belki de doktor, hayatın çok hareketlendiği, hız ve haz çağında bu tarz çalışmaların insanların huzuruna katkısı olacağını düşünüyordu. Nihayetinde Dr. Şâdırmâ katıldığı bu seferler vasıtasıyla elde ettiği kazanımlarını ilmi, fikri ve ahlaki birikimiyle de birleştirerek, gerek gittiği yerlerde, gerekse de Ürdün’de çok sayıda insanın hayatına dokundu ve pek çok insanın hidayetine vesile oldu.

Yazarın Diğer Yazıları