Prof. Dr. Ünal Çamdalı

Kahramanmaraş Depremi: Etkisi ve Kayseri'deki Tepkisi

Prof. Dr. Ünal Çamdalı

Unutulmayacak (İki) Sarsıntı Anı

Hafta sonu tatili için Kayseri’ye, kız kardeşimi ziyarete gelmiştim. Pazartesi gece saat 04 sularında, bir sallantı ile yataktan uyandım. Sallantı giderek artıyordu ve şiddetli şekilde sallanıyorduk!.. 

Kız kardeşimin çığlıklarını hatırlıyorum: “Aman Allah’ım neler oluyor, Alihan! (oğlu)” diye bağırıyordu. Adeta kriz geçiriyordu. Elimden geldiği kadar sakin olmaya çalıştım. Kız kardeşimi, kendimi ve otizm hastası yeğenim Alihan’ı emin olabilecek bir konuma almaya çalıştım. Apartman öyle sallanıyordu ki tarif etmek imkânsızdı. Adeta beşik gibiydi. Lambalar sallanıyor, tuhaf bir gürültü duyuluyordu. Apartmanın yıkılacağını düşündüm. Hareket de edemiyorduk. Çaresizdik, salavat getirmekten ve kelime-i tevhidi söylemekten başka bir şey yapamıyorduk…

Sarsıntı ne kadar sürdü bilmiyorum. Ancak o an, sanki zaman kavramı değişmişti. Zaten, zaman izafi değil miydi? Bizim için saniyeler, saatler gibiydi. Neyse ki belli bir süre sonra sarsıntı durdu. Allaha şükür ettik, sevindik. Ancak sevincimiz çok kısa sürdü. Tekrar benzer şiddetle bir deprem daha oldu. Aynı duyguları yeniden yaşadık.

Apartmanı terk etmek ve dışarıya çıkmak aklımıza geldi. Ben, kardeşim ve yeğenim Alihan (evinden gelen ağabeyi Metehan’ın da desteğiyle), zor da olsa yüksek katlı apartmanı terk ederek dışarı çıktık. Dışarı çıkınca, ne göreyim: her yer ana baba günü! Sanki kıyametten bir sahnenin içindeydik. İnsanlar dışarıda, arabalar tüm caddeyi kaplamış, trafik kitlenmişti. Bu durumu görünce daha çok şaşırdım! Herkes adeta kaçıyor, bir yerlere gitmeye çalışıyordu. Neden insanların arabalara binip, bir yerlere ulaşmak istediğini o an anlayamadım. Dışarıda bulunan Mustafa isimli komşuya; arabalarla insanların nereye gitmeye çalıştığını sordum. “Bağ evlerine gitmeye çalışıyorlar” dedi. Şaşkınlığım daha da arttı. Neden insanlar böyle yapıyordu?.. Bu arada kar yağıyordu ve hava da oldukça soğuktu. 

Kız kardeşim, oğlu üşütmesin diye (onunla) otomobiline bindi. Ben de apartmanın yakınında bulunan bahçeye gittim. Orada beklemeye başladım. Belirsizlik ve şaşkınlık hakimdi. Ankara’da bulunan yakınlarıma ve (Hataylı, Diyarbakırlı) arkadaşlarıma mesaj attım. Durumlarını öğrenmeye çalıştım. Arkadaşım Sefa hemen cevap verdi ve sonrasında telefonla arayarak oradaki durumu öğrendim. 

Beklemeye devam ederken yanıma bir amca geldi, selam verdi. İsminin Mehmet olduğunu ve yan binada oturduğunu söyledi. Caddeyi işaret ederek “bu insanlar nereye gidiyor?” diye sordu. “Bağdaki evlerine gidiyorlarmış” dedim. “Orada deprem yok muymuş?” dedi.  Ben de yarı şaka, yarı ciddi “galiba yokmuş (!)” dedim. 
Mehmet Amca seksen yaşında olduğunu, yıllar önce yurt dışında çalıştığını, civardaki pek çok arsanın da sahibi olduğunu söyledi. 

İnsanlar panik halinde bir yerlere gitmeye çalışırken o bana, hayat hikayesini anlatıyordu. Depremi de pek umursamıyordu. Bir taraftan etrafı kolluyor, diğer taraftan da onu dinliyordum. O an, Titanik batarken gemide müzik çalan müzisyenler aklıma geldi. Titanik’te olduğu gibi etrafta kıyamet kopuyor, biz ise geçmişten, alemden, varlıktan ve yokluktan bahsediyorduk. Daha doğrusu Mehmet Amca bahsediyor, ben ise dinliyordum. İlkokul mezunu olduğunu, ortaokul ve liseyi dışardan bitirdiğini, çok varlıklı olduğunu ancak varlığın şimdi bir işe yaramadığını, diğerleri gibi kendisinin de bugün varlığından kaçtığını söylüyor, diğer taraftan da: 

Mal kimin?
Mülk Kimin? 
Bu can kimin?

Anlamına gelen şiirler okuyordu. Kendi kendime: “keşke kâğıt, kalem olsa da şiirleri yazsam” diyorum.

Mehmet Amca belli bir süre sonra gecenin bu saatinde, Ankara’dan gelip kendisiyle tanışmamın tesadüf olmadığını, bunda da bir hikmet olduğunu söyledi ve ayrıldık.

Evlere çekildik... 

 

En Uzun Gece

Artık depremin sona erdiğini, biriken enerjinin boşaldığını; ara ara artçılar olsa da depremin tekrarlanmayacağını düşündüm. Ancak o gün öğleye doğru, benzer bir deprem daha olmasın mı? Yeniden müthiş bir sallantı meydana geldi. Her yer sallandı. Apartman gene yıkılacak gibiydi. Bu deprem beni etkilemişti. Paniğe kapıldım. Önceki depremlerde gösterdiğim soğukkanlılığı pek koruyamadım. Hepimizi korku sarmıştı. Bir öncekine benzer şekilde, insanlar dışarı fırlamıştı.

Sallantı sona erince, kardeşim ve yeğenim Alihan ile dışarı çıktık. Yine her yer ana baba günü olmuştu. Bu sefer etrafta, daha şiddetli bir panik havası hakimdi. Herkes benzer şekilde evinden kaçıyordu. Bir yerlere ulaşmaya çalışıyordu. Kar yağıyordu. Tabloyu görünce daha çok panik olduk. 

Alihan’ın hocası Kenan Bey, kız kardeşime, (kendisinin) bağ evine gitmeyi teklif etmiş. Bunun üzerine Kenan Hoca ve ailesini (eşi ve çocuklarını) alarak Hacılar’da bulunan eski bağ evine gittik. Akşama kadar orada kaldık. Ev çok soğuk olduğundan, soba odayı bile zor ısıtıyordu. Bu arada kar şiddetini artırmıştı. Yollar kapanmaya başlamıştı. 

Geceyi burada geçirirsek, otomobilin hareket edemeyeceğini, mahsur kalacağımızı düşünüp, tekrar şehre dönmeye karar verdik. Karlı yollardan yavaş yavaş giderek şehre vardık. Dışarısı çok soğuktu. Alpaslan Mahallesinin kenarındaki boş bir arazide, bir çadır gördük. Çadıra vardık. İçeride bir soba ve etrafında da evden getirdikleri taburelere oturmuş on, on beş civarında insan vardı. Bizi görünce hemen yer verdiler ve biraz olsun ısındık ve ıslanan ayakkabılarımızı kuruttuk. Soba iyi yanıyordu ve etrafını ısıtıyordu. Belediye çadır kurmuş, soba getirmiş ve yeterli miktarda da kömür koymuş. Burada belli müddet kaldıktan sonra kardeşime ve Kenan Hocaya “gidelim” dedim. Zira içeride is kokusu oluşmuştu ve iki kişi de sigara içiyordu. Onlar da rahatsız olmuşlar ki “tamam” dediler. 

Oradan ayrılıp tekrar arabaya bindik ve nereye gideceğimizi dahi bilmeden belli bir süre dolaştık. Saat (gece) bir veya iki gibi olmuştu. Şehir ise adeta boşalmıştı. Apartmanlarda kimse yoktu, bomboştu ve hiçbir dairenin lambası yanmıyordu. Kent adeta terkedilmişti. Bu manzara karşısında insanın tedirginlik duymaması olanaksızdı. Kenan Hoca “bizim eve gidelim! Çok katlı değil, deprem olursa çıkmak kolay olur” dedi. Bunun üzerine evine gittik. Biraz dinlenmeye çalıştık. Bir şeyler yedik. Sonrasında yine sallantı başladı. Hemen evi terk ederek sokağa çıktık. Gece soğuktu ve yolarda, bizden başka kimse yoktu. Adeta bir biz, bir de kaldırımlar vardı. Dayanacak halimiz kalmamıştı. Yorgun ve bitkin haldeydik. Sabaha karşı, eve girmeye karar verdik. Deprem gerçeği ile bir kez daha karşılaşmıştık. Hem de ne karşılaşmaydı!..

Bu Yazı Neden Yazıldı?

Bu yazı 6 Şubat 2023 Tarihinde Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve 10 ili doğrudan etkileyen depremlerin, Kayseri’deki dolaylı etkisini ortaya koymak için kaleme alınmıştır. Bir anlamda tarihe not düşülmeye çalışılmıştır. Yakın bir ildeki etkisi böyle olan depremin, merkezdeki ve yakın yerlerdeki etkisi, kim bilir nasıldı?.. Galiba kıyamet gibiydi! Kimi uzmana göre 500 atom bombası şiddetindeydi. On binlerce insanımız can verdi ve göçük altında kaldı. Üzüntü ve kederimiz kelimelere sığmazdı… 

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesinden öğrencim ve evleri Kahramanmaraş’ta olan Ali Emre’yi telefonla aradığımda; evlerinin yıkıldığını, pek çok tanıdığının göçük altında kalarak vefat ettiğini söylemesi ise çok acıydı… 

Hayatımda Kayseri’de, Ankara’da ve İstanbul’da pek çok depremi yaşadım. Çocukken ilk depremi rahmetli anacığımdan duymuştum: “Yer sallandı, zelzele oldu” demişti. Ülkemizdeki iki büyük depremden biri olan ve 17 Ağustos 1999 Tarihinde gerçekleşen Gölcük Depremini, Ankara’da hissetmiştim. Ancak böylesini ilk defa yaşadım. Üç defa arka arkaya gerçekleşen depremleri şimdiye kadar duymamıştım ancak yaşadım. Allah bir daha kimseye böyle depremler yaşatmasın ve göstermesin! 

Yardımlar ve Destekler

Deprem sonrası yardım konusunda, milletimiz seferber oldu; adeta tek yürek oldu. Kayserililer de yardımda yarıştı. Yeğenim Metehan’ın eşinin yakın akrabalarının Kahramanmaraş’ta bulunan evleri yerle bir olmuş. Kayseri’ye geldiler. Ailece yardımcı olduk, destek verdik. 

Dünya milletleri de bu noktada güzel sınav verdi. Dünyanın birçok yerinden örneğin İsrail’den, Çin’den, Japonya’dan, Almanya’dan, Fransa’dan, İspanya’dan kurtarma ekipleri geldi. Yardım gönderdiler. İnsanlık adeta “yüzyılın felaketi” olarak adlandırılan deprem için tek yürek oldu. Bunlar unutulmayacak eylemlerdi. İnsanlık hâlâ yaşıyordu ve etkindi. 

Kurtarma ekiplerinin cansiperane çalışmalarını ve saatler sonra kurtulan canları, gözyaşları içerisinde izledik. 

Sonuç

Bilimin, tekniğin, mühendisliğin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Son zamanlarda toplum olarak bunları ihmal ettiğimizi, mal ve mülk sevdasına düştüğümüzü düşünüyorum. Toplumun tamamı olmasa da belli kesiminde, kısa yoldan, az zahmetle çok mal ve mülk sahibi olma düşüncesinin hâkim olduğunu gözlemliyorum. 

Malın ve mülkün o gün işe yaramadığını, tek başına bir anlam ifade etmediğini bir kez daha gördük ve anladık. Zira herkes malından, mülkünden kaçıyordu. İki yıl önce evlerden çıkamazken o gün evlere giremez olmuştuk. Hz. Ali binlerce yıl önce malın korunmaya muhtaç, bilimin de koruyucu olduğu gerçeğinden hareketle “bilimi, mala tercih ettiğini” ifade etmişti. 

Şunu da unutmamak gerekir: Bilim ve bilim insanı değer verilen yerde olur. Küresel güç destekli siyasetin ve medyanın etkin olduğu toplumların; gelişimi ise sınırlıdır. 
Tarih, ders almak için vardır. Umarım tüm bunlar bize ve gelecek nesillere ders olur. Onlar daha dikkatli olur; bilime, bilim insanına daha çok değer verir ve kendini korur…

Milletimizin başı sağ olsun ve Allah hepimizi korsun…
 

Yorumlar 7
Bahar Aydın 03 Mart 2023 23:11

Çok değerli bir yazı, okumaktan zevk aldım; teşekkürler. Yıllar öncesinde doktora yaparken zihnimde aniden beliren şu düşünce beni çok etkilemişti: “Doğaya ve bilime saygı duymayan, doğal gerçekleri dikkate almayan toplumların en büyük cezasını gene doğa verecektir. Bir gün öyle zaman gelecek ki, toplumlar öznel sosyal kurallar yerine doğa kuralları ile yönetilecek.” Benimle aynı yaşta olup doktora yapan bir erkek arkadaşıma bu hipotezimi söylediğimde benim çok saçma düşündüğümü söylemişti. Fakat ben, bu düşüncemden çok emindim. Arkadaşım erkek olduğu için, topumu din (hurafenin yoğun olarak karıştırıldığı) kuralları ile yönetmenin doğru olduğunu düşünüyordu herhalde. Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz, deprem vb. büyük krizlerden en başta erkeklerin sorumlu olduğunu düşünüyorum… Bu büyük deprem ile hipotezim kısmen doğrulandı. Fakat, kriz fırsatlar da sunar. En önemli fırsat, ülkemizde yaygın olan insan modelini değiştirme yönünde farkındalığın oluşması ve çabaların gösterilmesi olabilir. Bilimsel, bağımsız ve diğerkâm düşünen ve davranan insan modelini geliştirme yönünde seferberlik başlatılmalıdır... Ayrıca, bu büyük deprem, beni sadece üzmedi; tüm dünyaya ülkemizin geri kalmışlığı yönünde mesaj da verdi ve bu beni çok utandırdı!

Mustafa Yolcukaya 20 Şubat 2023 09:57

Teşekkür ederim elinize sağlık Ünal abim Allah inşallah bir daha yasatmasin

Gülşah Reyhaner 14 Şubat 2023 17:32

duygularımıza tercüman oldunuz hocam teşekkür ederiz.

Emre METİN 14 Şubat 2023 17:30

Yazınız için teşekkür ederiz hocam , elinize zağlık.

Ömer 14 Şubat 2023 16:54

Ünal Hocam yazınızla depremi o kadar güzel özetlemişsiniz ki, Ankara da olmama rağmen sanki depremi yeniden yaşattınız. Herkese çok geçmiş olsun. Ölenlerin mekanı cennet olsun.

Kenan Çalışkan 13 Şubat 2023 14:12

Yüreğine sağlık Ünal Hocam. Çok güzel özetlemişsin tüm yaşananları ve ders alınması gerekenleri. Teşekkür ederim.

Ümit 13 Şubat 2023 13:21

Anlatılması zor ve yaşanarak anlaşılan acı bir olay gerçekleşmiştir. Herkese geçmiş olsun. Acımız büyük. Allah sabırlar versin...

Yazarın Diğer Yazıları