Furkan Keser

Yükümüz ağır, yolumuz uzun

Furkan Keser

Rahmetli Teoman Duralı Hoca'nın, gençken(1971'de) Afganistan'a ziyaretini anlattığını dinlemiştim bir televizyon programında. Hoca yolda bir amerikalı bir de alman gençle tanışıyor ve afganistan'ın Herat vilayetine varıyorlar. Orada hoca diyor ki resmen çarpıldım,hayran kaldım. Kıyafetleriyle, gelenekleriyle, yedikleri içtikleriyle bu denli kapitalizme direnen adeta 20.yüzyılda 13.yüzyılı yaşayan bir memleket olduğunu görünce çok hoşuma gitti diyor. Afgan gençler bize sordular, nasıl görüyorsunuz Afganistan'ı? diye.

Tabi dünyadaki geçerli, muteber ve en mükemmel medeniyet olarak kendileri olduğunu zanneden ve kendileri dışındakileri ikinci hatta üçüncü sınıf dünya vatandaşı olarak gören batılı ülke vatandaşları olan gençler, "sürünüyorsunuz" diyorlar. Teoman Hoca ise "çarpıldım" diyor ve ekliyor, " sakın değişmeyin, aman dikkat edin bunlar(alman ve amerikalıyı göstererek) sizde eksik olarak gördüklerini size kakalayacaklar." Hoca diyor ki hemen başladı bu batılı gençler, sizden zeki öğrencileri alalım, ülkelerimizde eğitelim sonra onlar kalkınmanızı sağlasınlar diye klasik emperyal metodu süsleyip pazarlamaya.

Önce okulla, sözde eğitim seferberliğiyle bu kültür emperyalizmini aşılayacaklardı nitekim öyle de oldu! Batılılar sürekli övünüp durur afganistana şu kadar okul açtık diye. Sonra da kredi kartı ve çeşitli fastfood ve kıyafet markalarıyla gireceklerdi şehirlere. Teoman Hoca'nın bu tespiti çok ilgimi çekmişti. Sahi Osmanlı bakiyesi, Türkiyede de öyle olmadı mı? Uzun yıllar robert koleji, fransız koleji vs. Mezunları bu ülkede siyasete, ekonomiye, sosyal hayata yön verdiler. Osmanlı'daki batılılaşma zehrini savunanlar genellikle avrupa'da eğitim görmüş kaymak tabakasından gençlerdi. Neticede kendine yabancı, medeniyetsiz, kültürsüz, emperyalizmin her türlü herzesine açık ucube bir millet inşa edilmeye çalışıldı. 

Kitlesel eğitim ve yaygın zorunlu eğitim çabaları yaklaşık 18.yüzyıl sanayi devrimiyle birlikte hızlanıyor aslında. Endüstriyel ilerlemeyle birlikte çocuk denilecek yaşta sanayinin dişlileri arasında öğütülen insanların yanında nispeten kalifiye işçi yetiştirmenin bir aracı olarak görülmüştü okullar o yıllarda. Tabi ulus devlet modelinin de tüm dünyada hızla yayılmasıyla birlikte okulların, resmi ideolojinin bir torna tezgahı gibi de işlev görmesi devletler açısından oldukça cazip hale gelmekteydi. 

30-40 tane farklı fıtratta, algı düzeyinde,ilgi ve yetenekte çocuğun bir sınıfa doldurulup topluca basmakalıp aynı şeylerin ezberletilmeye çalışılmasından bahsediyoruz. İnsanlara birer yığın, birer istatistik rakamı olarak bakan toptancı kapitalist zihnin ürünü olan bu sistemin insanları bırakın bir bilinç düzeyine getirmeyi, en basit ahlaki olgunluğa bile eriştirmekten aciz kaldığını görüyoruz.
 Ufak çapta ulus devletler okullaşmayı vatandaşını ideolojik bir bilinç seviyesine getirmek olarak gördü ama emperyal devletler, tam da Teoman Hoca'nın dediği gibi bir kültür transferi olarak kullandı. Yıllardır Türkiye'nin yetişmiş elemanları üzerinde oluşturulmaya çalışılan avrupa veya amerika'da okuma, çalışma fikri her devirde ciddi bir propagandaya dönüşmekte ve tespit edilen parlak gençler transfer edilip çeşitli kültürel bir dejenere bombardımanından sonra, ülkelerine üst düzey bürokrat vs. olarak geri gönderilmekte. Tabii ki de kendi emellerine hizmet etmek üzere... 
 Bu mantıkla fetöye de bu coğrafyalarda okul açtırmadılar mı zaten? Güya Türk okullarıydı ama CIA amaçlarına hizmet eden global bir projeydi aslında. Türk okulları etiketi sadece okullara olan güveni tesis etmek içindi. 

Okulların kültür emperyalizmine hizmet etme gücünü bir de Avrupa birliği ülkeleriyle olan öğrenci değişim programlarında görüyoruz. Bu programlar eliyle yapılan dejenerasyon, meselenin üzerinde durulması gereken bambaşka bir boyutudur da aslında. Üniversite öğrencilerinin avrupada ne türden rezillikte partilerde, ortamlarda alkol ve fuhuş batağına sürüklendiklerini bizzat bu türden bir öğrenci değişim programıyla avrupa'ya giden öğrencilerden dinlemiştim. 

Bugün üniversitelere, kamu kurumlarına vs. çöreklenmiş,milletin değerleriyle kavgalı, Allah'ın şeriat'ı gibi pâk değerlerimizi necis ağızlarına dolayıp müslümanların yaşamlarını tehdit etmeye cüret eden, Efendimiz'e hakaretler etmeyi ifade özgürlüğü gören monşer akademisyenlere, köşe yazarı vs. kalburüstü zevata bakın hepsinin de yolu mutlaka ya batılı bir üniversiteden veya batıdan fonlanan bir okuldan geçmiştir. En çok bunlar özgürlükten, ahlaktan dem vururlar kendi despotluklarını ve öğrencilerine bile yan gözle bakacak kadar alçaklaşan seviyesizliklerini unutarak.

Dışarıdan baktığınızda insan zannedersiniz ancak İslam denilince öfkeden kıpkırmızı kesildiklerini ve islamî olan ne varsa hakaret etmek için salyalarını akıtarak pislik kustuklarını görürsünüz. Bugünler için yetiştirildiler onlar. Müslüman gençliğin inancını, ahlakını bozmak için görevlendirildiler. Her biri gizlendikleri köşeden saldırmaya başladılar yine. Arada sırada bunların kendilerini açık etmeleri iyi bir şey aslında. Ancak bizim de dikkatli olmamız, bu kripto ebu lehebler karşısında nebevi cepheyi muhkemleştirmemiz gerekmektedir.

Yükümüz ağır, yolumuz uzun ve şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.

Yazarın Diğer Yazıları