Dünya egemenlik savaşları üzerine
Furkan Keser
Dünya son birkaç yıldır adı konulmamış bir buhran yaşıyor. Başta Dünya Ekonomi Forumu (Davos) olmak üzere çeşitli platformlarda küreselci elitlerin sık sık dile fetirdiği bir "Great Reset" söylemi hem bugünümüzü hem de yarınımızı tehdit edeceğe benziyor. Her şeyi, dünyadaki tüm gelirleri tek bir merkeze bağlayıncaya, geri kalan herkesi köleleştirene kadar bu buhran böyle artarak devam edecek gibi. Dijitalleşme serüveni artık transhümanizm( yarı insan-yarı robot), cinsiyetsiz toplum ve genetik kodlama emellerine hizmet etmeye başladı bile. Akıllı telefon, akıllı saat, kripto para, blockchain, yapay zeka, nesnelerin interneti... derken insan nesline yönelik firavunist bir düşmanlıkla karşı karşıyayız.
Bunları dile getirince komplo teorisi deniliyor ama adamlar bu amaçlarını artık gizlemiyorlar ve Ajanda 2030 diye takvimler açıklıyorlar. Mottoları ise "hiçbir şeyiniz omayacak ama mutlu olacaksınız", Mülksüzleştirme politikası yani. Şuanda sabit gelirli bir ailenin ev alabilmesi mümkün mü? Yakında hiçbir şeyi satın alacak gücü olmayacak insanların, ancak bu şirketlerden kiralayacak. Modern devlet mantığı yerini şirketlerin egemenliğindeki bir dünyaya bırakıyor yavaş yavaş. Artık şirketokrasiye doğru evriliyoruz. Şirketler, dev sermayeler devletlere borç veriyor, ekonomilerini yönlendiriyor, politikalarını belirleyebiliyorlar. Küreselleşme denilen, dünyayı küçük bir köyden ibaret görme tahayyülü ilk zamanlar insanları cezbetmişti ama son yıllarda anlıyoruz ki dünyanın bir ucundaki hiç bir tehdit lokal olarak kalmıyor artık ve bu hâl korkunç bir sürece evriliyor. Çinin bir ucundaki virüs (bugün yarım ağız itiraflar dökülmeye başlıyor ki laboratuvar ortamında üretilen ve bilinçli bir şekilde yayılan bir virüs) tüm dünyayı kırıp geçirebiliyor veya bir yerdeki savaş başka bir ülkedeki alakasız bir insanı daha da fakirleştirebiliyor. En basitinden Suudi Arabistan petrol çıkarmasa, Rusya gazı kesse Antalya'da üretilen domates, İstanbul'a gönderilemiyor, Avrupa'da ısınma krizi çıkabiliyor.
Devletler bu süreçte, özellikle gıda ve enerji gibi ulusal güvenliği ilgilendiren konularda dışa bağımlılığın olumsuz etkilerini acı bir şekilde tatmış oldu. Gıda ve enerji meselesi, Modern insanın baş tanrısı "para" nın bile çözemediği bir kriz haline geldi. Boşalan raflar, temel gıda kuyrukları, kısıtlanan enerji harcamaları neticesinde insanlarda stokçuluk doğal bir refleks haline geldi. Pandemi sürecinin insanların insanlığından (ç)alıp götürdükleri bir yana bir de açlık ve yoklukla sınanırsa insanlar, korkarım bunun sonuçları toplumlar için ağır olacaktır. Bu noktada, yürütülen bu küresel operasyona karşı duracak sağlam iradeli, ısrarla insanı merkeze koyan anlayışların, sivil toplum kuruluşlarının, akademi camiasının sesini ve sözünü yükseltmesi gerekiyor artık. Çünkü batının sözü tükendiği için kendi sistemine reset atmaya çalışıyor bunu da küresel ölçekte büyük bir kaos üzerinden gerçekleştirmeyi planlıyor. Tüm bu hengame dinginleşip ortalıktaki toz bulutu dağıldığında sağlam fikirler ve birliktelikler ayakta kalacaktır.
Bu yüzden dünya ölçeğindeki sosyal-siyasal-ekonomik yapılara,işbirliklerine adalet temalı alternatifler üretebilmeliyiz acilen. Ekonomiden, sosyal-siyasal alana kadar her alanda küreselci dayatmalara karşı hem bugünümüzü hem yarınlarımızı koruma altına alacak modelleri oluşturmalıyız. Bu konuda hem toplumda bilinç inşası hem de devlet yönetimi üzerinde sivil bir baskıyı hissettirmeliyiz ki yarın çok geç olabilir. Selametle kalın efendim.