Ali AKGÜN

Siyonizm Üzerine - III

Ali AKGÜN

Birleşmiş Milletler -ABD’nin görülmemiş baskısı neticesinde- 1947’de Filistin’in taksimine karar verdi. Bu tarihte -Hitler’den kaçan yüzbinlerce Yahudi’nin Filistin’e göç etmesine rağmen- Yahudiler Filistin’deki nüfusun ancak yüzde 32’sini oluşturuyor ve toprakların yüzde 6’sına sahiptiler. BM kararıyla Siyonist devlete en verimli topraklar olmak üzere yüzde 56’sı verildi. 1949’da İsrail 1 milyon Filistinliyi kapı dışarı ederek Filistin topraklarının yüzde 80’ini ele geçirdi. İsrail, Arap köylerini bütünüyle haritadan silmiş, Filistinlilerin evlerini, barklarını hatta mezarlıklarını dahi yok etmiştir: İsrail için önemli olan her ne pahasına olursa olsun Siyonist sömürgeciliğe yeni katkılarda bulunarak, durmaksızın ‘toprak genişletme’ siyasetine devam etmektir.

Temelde sömürgeci bir ideoloji olan Siyasi Siyonizm’in üzerinde yükseldiği iddialı tarihi efsaneler yalnızca her köşesinden yıkılıp dağılacak kendi kuruntularıdır. Ayrıca bugün Hıristiyanlar Filistin topraklarını Yahudilere ‘bağışlanmış’ görmektedirler. Ama daha önce Yahudi halkını Hz. İsa’nın ölümünden sorumlu tutuyor (Yahudilerin ‘tanrı öldürme’ suçunu işlediklerini söylüyorlardı) ve onları katlediyorlardı. Bu ne yaman çelişki ve dönüştür! Aslında (Hıristiyanlar ve Yahudiler) hepsi emperyalizmin Ortadoğu’daki sömürüsünün devam etmesi için ‘kelimelerin yerlerini değiştirmekte’ ve açıkça yalan söylemektedirler. Kur’an’ın bildirdiği şekilde: ‘Artık büyük azap o kimseleredir ki, kendi elleriyle Tevrat’ı yazarlar da sonra biraz para almak için, bu Allah katındandır, derler’ (2/79).

Avrupa, Yahudilerin Filistin’de devlet kurmasını -Siyonizm’i- destekleyerek aslında iki hususu birden gerçekleştirmek istemiştir. Filistin’e göç Yahudileri o zamana kadar yaşadıkları Avrupa ülkelerinden uzaklaştırmanın bir yolu olmuştur ve aynı şekilde Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarının sömürgeci güçlerce kontrol edilmesinin de bir yöntemi olmuştur.

Begin, ABD’nin limitsiz desteğine güvenerek, 12 Ekim 1965 günü İsrail parlamentosunda şöyle söylüyordu: ‘Yürekten inanıyorum ki, hiç tereddüt etmeden Arap devletlerine karşı derhal ‘caydırıcı’ bir savaş açmak gerekir. İki hedefimize de ancak böyle varabiliriz: İlk olarak Arap gücünün yıkılışı; ikinci olarak da toprağımızın genişleyişi.’  Bu şekilde ‘Altı Gün Savaşı’nda, 5 Haziran 1967 günü İsrail hava filoları, daha savaş ilan etmeden, Mısır hava gücünü yerdeyken imha etmiştir.

Siyasi Siyonizm tarafından amaçlanan ‘Büyük İsrail’ hedefinin adım adım gerçekleştirildiği görülmektedir. Siyonist emeller ABD’nin dünya politikası hedeflerine uygundur. İsrail bu politikanın içinde yeri doldurulmaz bir görev yapıyor. Yahudiler Amerika’nın paralı askerleridir. ABD’den İsrail’e gönderilen resmi yardımın yarısı hibedir; diğer yarısı da çok çabuk silinen kredilerdir. İsrail’e yapılan askeri yardım büyük boyutlardadır. İsrail’in sadece 1949 ile 1966 arasında hibe olarak 7 milyar dolar aldığı açıklanmıştır.

İsrail devlet terörü uygulamaktadır. Siyonizm’in yöntemi budur. İsrail devletini yöneten kadrolar savaş suçlularından meydana gelmektedir. İlk Başbakan Ben Gurion aynı zamanda ‘Haganah’ terör örgütünün lideriydi. Başbakan Begin de ‘İrgun’ terör örgütünün reisidir. ‘Yahudilerin eski İbranilerin zürriyetinden olmadıkları ve Kutsal Topraklar üzerinde meşru hak isteme hakkına sahip olmadıklarını’ dile getiren İngiliz Bakan Lord Moyne, 6 Kasım 1944’te yine daha sonra başbakan olacak Şamir’in yönetimindeki ‘Lehi’ terör örgütü tarafından öldürülmüştür. Eski başbakanlardan Şaron – 1982 yılında gerçekleştirilen Sabra ve Şatila Filistin kamplarında o eşi benzeri görülmemiş katliamlar nedeniyle- ‘Beyrut kasabı’ olarak hatırlanır. Tüm bu yöneticilerin kariyerleri baştan sona ırkçılık ve terör eylemleriyle yoğrulmuştur. 

Batı düşüncesi İslam söz konusu olduğunda hep iki yüzlüdür. Batılılar bilimsel araştırmayı Endülüs’te Müslüman bilginlerden öğrenmişlerdir. Gözlem, deney ve ölçüm yöntemleri ve bunların neticesinde doğan deneysel bilim Müslümanların keşfettiği bir olgudur. Ama bu gerçek gizlenir. Garaudy şöyle ifade eder: ‘Batı’da Rönesans’tan beri derince kök salmış kültürel bir önyargı vardır: Bu artık sadece Yahudi ayrıcalıklığı önyargısı değil, aksine Eski Yunan ayrıcalıklığı önyargısı yani Yunan mucizesidir. Batı geleneğinde Yahudi tarihi dinin ana örneği olarak kaldığı gibi, ‘Yunan mucizesi’ kültürün ana örneği, Roma imparatorluğu da siyasi birliğin ana örneği olarak görüldü.
 

Yazarın Diğer Yazıları