Bir HAFTA Bir YAZAR: Abdullatif Acar

Bu haftaki konuğumuz yazar bir imam, Abdullatif Acar. Önce gıyaben keşfettiğim sonra vicahi olarak görüştüğüm mütevazı bir yazar.  Sadece camide değil, cemiyette de olan aktivist bir insan. Kürsüde ve minberde hitabetle yetinmeyip kitabeti de insanlara ulaşmak için vesile bilen bir imam hatip. Zarafet ve nezaket sahibi bir insan.

Abdullatif Hocam önce sizleri  kısaca tanıyabilir miyiz?

1973 yılında Erzurum’un Narman ilçesine bağlı Samikale Köyü’nde doğdum. İlköğretimi köyde tamamladıktan sonra hafızlık eğitimi için İstanbul Şirinevler Hz. Ömer Kur’an Kursu’na kayıt oldum. 1989 yılında hafızlık eğitimimi tamamladım. İmam hatip lisesini Erzurum Merkez İmam Hatip Lisesi’nde tamamladım. Bu ara da çeşitli dergilerin il temsilciliği yanında bazı kültür ve eğitim derneklerinde aktif olarak görev aldım. 1997 yılında Erzurum da İmam hatip olarak göreve başladım. Görevim esnasında Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi ve ilahiyat ön lisanstan mezun oldum. Yayınlanan dört kitabımın yanında  Gülistan Dergisi başta olmak üzere, Genç Birikim ve Vuslat dergilerinde birçok makalelerim yayınlandı, yayınlanmaya devam ediyor.  Ayrıca Kayseri Anadolu Haber, Ankara Anadolu, Bursa Haber ve Önce Vatan gazetelerinde ve bazı dini sitelerde köşe yazılarıma devam ediyorum.  Halen Kayseri merkezde İmam hatip olarak görev yapmaktayım.  Evli olup dört çocuk babasıyım. 

Hocam yazma serüveni nasıl başladı. Yazma isteği ve  yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkı ve yönlendirmesi oldu?

Yazmak elbette ki “ol” demekle olabilecek bir şey değil. Olunca da yazmaya doyamıyorsunuz.  Doyamıyorsunuz, derken kendinizi yazmaktan alamıyorsunuz demek istiyorum çünkü yazı söz gibi değil. Yazıyla duygular daha rahat hareket ediyor. Hayallerinizi sınırlayan şey yok. 

Aslında yazıyla dertleşip konuşuyorsunuz gibi…  Okuyucuları, dertleşirken size kulak veren kimseler olarak düşünüyorum. 

Yazma serüvenim, daha doğrusu dertleşmem çok öncelere dayanır. Ortaokuldan itibaren bir tutku haline gelmişti bu. Kendimce bir şeyler yazar, yazdıklarımı nasıl kitap haline getirebilirim diye düşünürdüm.

Yazılarımı kitap şeklinde basma hayalimi  2013 yılında gerçekleştirdim. Bu ilk kitabımdan sonra diğer kitaplarım takip etti. 

Yazmaya birisinin katkısından ziyade kendi tutkum ve hayallerim vesile oldu desem daha doğru olur. Elbette ki ilk kitabımın yayınlanmasında  Gelenek Yayınları’nın sahibi Semih Sancak Bey’in  katkısını unutmam mümkün değil,  burada ona tekrar teşekkürü borç biliyorum. 

Pekâla Yazma isteği olan her yaştaki insanlara neler tavsiye edersiniz, insan niçin yazmalı, nasıl yazarsa daha değerli ve etkin olur?

Yazma yeteneğine ve isteğinde olanlara tavsiyem; kendileri olmaları... Özgün, farklı üslup ve yönteme sahip bulunmalarıdır.

Yazmak aslında bir yönüyle sonuçtur.  Ondan önce çok şey gereklidir. Yani ideali olan, dini ve milli değerlerini şiar edinen bir insan ille de yazmış olmak için yazmaz, düşüncelerini ve ideallerini yazıya aktarır duysunlar ve uysunlar diye. 

Söz yazıdan önce kalbe düşmeli. Kalbe düşmeden önce de insanın hayatında bir karşılığı olmalı.   Yani insan yazdığını ilk önce yaşaması gerekir. Bu merhalelerden geçen yazı kabul görür. Aksi halde taklitten öteye geçmez. Taklit ne kadar başarılı olursa olsun yazarın kendisini yansıtmaz.   

Ayrıca insanların bilgi ihtiyacını çok iyi teşhis etmek, okurla empati yapmak gerekir. Aksi halde havanda su dövmeye benzer. 

Yazılarla şöhret olmanın sarhoşluğu samimiyeti ve ihlâsı yok eder. Bundan da şiddetle kaçınmak gerekir. Bu nedenle yazıyı şöhret basamağı değil, hedefe ulaşmanın  aracı bilmeli.

Son tavsiyem, yazmadan önce çok okumalı ancak yazmak için değil, öğrenmek için okumalı tabii ki.  Hayatın bizzat içerisinde olmalı; hayattan soyutlanmış, güncel meselelere etraflıca vakıf olmayan insanın ne kadar bilgi birikimi olursa olsun, nasıl ve ne şekilde verimli ve yararlı olacağını bilemez.   Bütün etkili olma beceri ve bilgi birikimini kendi özgünlüğü içerisinde eritip farklı bir üslupla servis etmeli. 

Elbette ki, günümüzde kitabın basım aşaması çok zor. Kitap piyasası malumunuz. Yayınevleri seçici davranıyorlar. Çünkü yayınevlerini çoğunlukla kendilerini ticari bir müessese gibi düşünüyor. Dolayısı ile bu safhada ümitsizliğe kapılmamak gerekir.

Müellifi olduğunuz kitaplarınızın isimlerini öğrenebilir miyiz?

İlk kitabım 2013 yılında yayınlanan daha sonra ikinci ve  üçüncü baskısı yapılan “Namazla Aslına Dönmek” isimli kitabım oldu. Daha sonra sırasıyla; “Söz Deyip Geçme”, İnsan Olmam Neyi Gerektirir?” ve “ Faziletlerin Kaynağı” isimli kitaplarım okurlarıyla buluştu.

Ayrıca üzerinde çalıştığım basım aşamasına hazırladığım birçok kitabım da mevcut. 

Sayın Hocam, yazarlık serüveniniz de unutamadığınız bir hatıranızı paylaşabilir misiniz?
 

Tabii unutmamak istediğim anılarım olduğu gibi unutmak istemediklerimde var. Mesela birçok ilden okurlarımın  bana bir şekilde ulaşıp  yazılarım için teşekkür etmesi, çok faydalandıklarını söylemesi; bir yerlerde kitabımı okuyan birini görmek yazma hususunda beni motive eden bir durum.

Unutmak istediğim bir hadise ise şu:

Bir gün  elinde kitap dolusu poşetle birisi gelip "Kitapları kimse evde okumuyor, okuyan olursa verirsin hocam” dedi. Tabii poşeti açıp baktığımda aralarında çok önemli kitapların yanında benim kitaplarımın olduğunu görünce çok üzüldüm.  

İşte yazmak günümüzde böyle bir şey... Beklentinizin çok olduğu yerde kimse yazılarınızı okumuyor diye, hiçbir kitapçının raflarında eserleriniz yer işgal etmiyor diye üzülürsünüz. Ancak gizliden gizliye takip edildiğinizi ve yazılarınızın okunduğunu unutmayın.   
   
Abdullatif Hocam, söyleşi için teşekkür ederiz.

Röportaj: Mustafa Balaban
 

Bakmadan Geçme