ZAMANI ALLAH HAS KILMAK

İnsanın yeryüzü sahnesine çıkmasıyla birlikte peygamber ve kitap olgusu hep kendisiyle beraber varola gelmiştir. İnsanlık son nebiye gelinceye kadar kitap ve peygamber gerçeğiyle, son nebiden sonra ise kitapla (Kur'an-ı Kerim) muhatap olmuşlardır.

Yazan: F. Yılmaz ALTUNÖZ

Peygamberler ve kitapların tarihe konu ya da tarihe malzeme olmak için gönderildiklerini şimdiye kadar hiç kimse iddia etmemiştir. Aksine onların insanlığa gönderiliş nedeni “Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.”(Nahl/36) Kur’an da bu şekilde yer almaktadır.

Peygamberler insanları “Allah’a kulluk etmeye çağırırken” yani insanları Allah’a zaman ayırmaya davet ederken; onların muhalifleri de şeytana, cinselliğe, zevk ve eğlenceye, mal biriktirmeye, çalışanların alın terlerini sömürüye, ahireti dikkate almamaya, seküler hayat tarzı vd. çağırmaktadırlar.

Zaman Ayırmak

17.yy.da matbaa ve gazetenin insan hayatına girmesiyle birlikte, birey-çevre ilişkisinde ve değerlendirmesinde yeni bir süreç başlamış oldu. Batılı bir felsefecinin ifadesiyle “O zamana kadar güne İncil okuyarak başlayan Avrupalı, o günden sonra güne matbaa ürünleri ve gazete ile başlar oldu.”

Bugün adına medya denilen her türlü iletişim ve bilişim araçları, yeryüzünün en ücra köşesine kadar ulaşmıştır. Bireyi yönlendirmede de en etkin bir rol üstlenmiş durumdadır. Artık yalnızca batılılar değil tüm insanlık bu gerçekle karşı karşıyadır. Son yüzyıl Müslümanlarda güne Kur’an-ı Kerim ayetleriyle değil medyanın en etkin iletişim araçları olan Tv. ve gazeteler ile başlamaktadır.

Bunda ne mahzur var sorusu hemen aklımıza gelebilir. Hiçte öyle değil. Çünkü her ikisinin de bir iddiası var: Hayata çeki düzen vermek. Semavi kitapların varlık nedeni budur. Aynı şekilde medyanın ve arkasında bulunan ellerin de hedefi budur. Öyleyse bu iki olgu ile bir dünya hedeflenmektedir. Biri kaynağında vahiy bulunan bir medeniyet inşasını hedeflerken, diğerleri de ona yer vermeyen insan ürününden müteşekkil bir yapıyı ön görmektedir. Biri Allah’a zaman ayırmayı hedeflerken diğerleri başka şeylerle beraber olmayı hedeflemektedir.

Allah’a zaman ayırmak kompleks bir yapının sonucunda gerçekleşebilir. Yalnızca Kur’an’ın elde bulunması ve sabah akşam okunmasıyla da mümkün olmayacaktır. Allah’a zaman ayırmak ayetlerin ve sahih sünnetin mücessem hale gelmesi, hayatın her alanında ete kemiğe bürünmesi ve görünür hale gelmesi ile mümkün olacaktır. Yani medeniyete dönüşmesiyle:

Şiirden güzel sanatlara, mekansal yapıdan mimariye, eğitimden ekonomiye, işçiden iş verene, edepten ahlaka, örften hukuka kadar her alanda diğer bir ifadeyle medeniyet inşasının vahiy merkezli olması ile Allah’a zaman ayırmak söz konusu olacaktır.

Medeniyet

İslam bir medeniyettir. Ama her medeniyet İslam değildir. Medeniyet örf, adet, gelenek, kültür, mimari, sanat, ekonomik ve siyasi tecrübe ve dini anlayıştan müteşekkil bir yapının adıdır. İslam’ın asli kaynağı şüphesiz ki Kur’an ve sünnettir. Bununla birlikte İcma ve Kıyasın tali kaynak olarak yer alması hem hukuki ve hem de sosyal olarak bir zorunluluktur. Bu anlamda İslam’ın tedvin süreci 23 yıllık risalet boyunca değil hicri I. Asır boyunca olduğunu söylemek mümkündür.

İslam’da olduğu gibi bütün semavi dinlerin kaynağını, ayet, hadis ve örf oluşturur. Sünnetin Fiili, Kavli ve Takriri olarak tanımlanması bunun ifadesidir. Yani vahiy bireyi ve onun davranış biçimini dikkate almaktadır. İnsanın ayetlere ters düşmeyen davranışlarına iznin vermektedir. Yine İslam’ın tedvin süreci içerisinde “Şer’ü Men Kablenâ (Geçmiş Şeriatler)” anlayışını bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu anlamda şunu söylemek mümkündür: İslam bir medeniyettir. Ancak temelini Kur’an ve sünnet oluşturmakla birlikte tali kaynak olarak da, bu ikiliye ters düşmeyen insan zihni ve onun ürünlerinden mürekkeptir.

Allah’ı Unutmak

Seküler, laik ve pagan temelli medeniyetler Allah’a zaman ayırmama üzerine inşa edilmişlerdir. Bunlardan bazıları bunu açık bir şekilde rejim sorunu yaparken, bazıları da hümanizm ekseninde pratize etmektedirler.

Ancak muhaliflerin yani peygamber karşıtı merkezlerin bu sinsi, üzeri çağdaş ve sözde bilimsel kavramlarla örtülmüş bu çağırıların farkında olan insan sayısı ne kadardır ki? Allah’ı sadece mezarlıklarda ve hastanelerde hatırlayan, diğer alanlarda aklına bile getirmeyen unutan insanların varlığı bu durumun bir göstergesi olmalıdır.

Namaz kılmayan bir insanın O’na zaman ayırdığını söylemesi mümkün mü? Tesettürü ihlal eden birisinin O’nunla beraber olma iddiası doğru mu? Utanma ve hayâ duygusunu yitiren bireyin O’nu yanında hissetmesi mümkün olabilir mi? Ekonomik faaliyetlerini sürdürürken muhataplarına adil davranmayan bireyin, başkalarına verdiği sözde sadakalar ile ona yaklaşma sözleri kabul edilebilir mi? Kamuda veya sivil toplum örgütlerinde rakiplerini ya da yarışanlarını en acımasız ve ahlaki olmayan bir şekilde saf dışı edenler; âlemlerin rabbine zaman ayırabilirler mi? Namaz kıldığı halde namazın ilkeleri doğrultusunda yaşam tarzı oluşturmayanların, namaz kılarken dahi Allah ile olduğu söylenebilir mi?

Mümin/Müslüman olduğunu söyledikleri halde seküler/laik bir yaşamı tercih edenlerin; teologlara, sosyologlara ve psikolojik danışmanlara göre de Allah’a zaman ayırmaları söz konusu değildir.

Ona Şirk Koşulmaksızın

Son nebi ve son kitap özelde Müslüman olduklarını söyleyenleri, genelde ise tüm insanları Allah’a zaman ayırmaya davet etmektedir. Bu davetin kabul edildiğini söylemek ise kulluğun “Ona şirk koşulmaksızın” yerine getirilmesi ile mümkündür.

Nedir öyleyse Allah’a zaman ayırmak? Bireyin ve toplumun var olduğu tüm alanların İslamileştirilmesidir; Allah’a zaman ayırmak. Kalbin onun zikriyle mutmain olması, düşüncenin vahyin kaynağı ile harekete geçmesi, hal ve hareketin ona göre düzenlenmesi; Ona zaman ayırmaktır. Onunla beraber olmaktır.

Allah (cc) bizden kendisine zaman ayırmamızı istiyor. Hz. Peygamber ve Kur’an bunun için gönderilmedi mi?

Bakmadan Geçme