'YÖK' idi 'YOK' oldu.

Bilindiği gibi genelde üniversiteler özelde akademiler ve tabii ki akademisyenler bir ülkenin siyasi hayatından ekonomik ve ticari hayatına, bilim ve kültür hayatından gündelik hayatına doğrudan veya dolaylı olarak etki edecek güç, yetki ve imkna sahip nadir kurumlar/kişiler arasında yer alırlar.


Mehmet FARUK

Türkiyede toplam 100504 akademik personel bulunmaktadır. Cinsiyete ve ünvana göre dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Akademik Personel

Kadın

Erkek

 

 

 

Profesör

3746

9916

Doçent

2326

5034

Yardımcı Doçent

6456

12082

Okutman

4384

2936

Uzman

1341

1692

Araştırma Görevlisi

16518

18724

Çevirmen

13

5

Eğitim ve Öğretim

10

19


 

NOT GİBİ: Yukarıda alıntıladığım gazete haberi çok eski (Haziran 2011). Zaten amacımız rakamlar değil, keyfiyet. İstatistik sadece ön bilgi amaçlı.

Bilindiği gibi genelde üniversiteler özelde akademiler ve tabii ki akademisyenler bir ülkenin siyasi hayatından ekonomik ve ticari hayatına, bilim ve kültür hayatından gündelik hayatına doğrudan veya dolaylı olarak etki edecek güç, yetki ve imkâna sahip nadir kurumlar/kişiler arasında yer alırlar.

Bilgi kendi doğası itibariyle insanların hep ulaşmak ve sahip olmak istedikleri bir değer olagelmiştir.

Niyetlere göre değişmesine rağmen sahip olduğu bilgi birikimini insanlığın hayrına seferber edip bu konuda uhrevi mükâfat bekleyen iyi insanlarımızda hala azımsanmayacak kadar fazladır.

Hepsine de en derin saygı ve sevgilerimizi sunuyor, bundan sonra yazacaklarımızın kendileriyle uzaktan yakından alakası olmadığını baştan hatırlatmakta fayda görüyorum.

Özellikle günümüzde uzmanlık gerektiren bir bilgi, başlı başına bir değer olmakla birlikte aynı zamanda değer üretimine imkân veren önem bir vasıtadır da. Bilgi insana sosyal hayatta saygınlık ve itibar kazandırdığı gibi pazarlandığında para da kazandıran bir değerdir.

Bir bilim adamı sahip olduğu  herhangi bir bilgiyi danışmanlık vs adı altında doğrudan pazarlayabileceği gibi, kendi alanında üretime dönüştürerek de kullanabilir. Mesela özellikle fen bilimleri alanında (Tıp, Eczacılık, Mühendislik alanlarının tümü) sanayi ve üretim sektörüyle birlikte çalışıp bilgisini araştırma geliştirme alanlarında ve ülkenin kalkınması yolunda da kullanabilir.

Bilimsel çalışmalarını uluslararası kabul ve itibar görecek derecede ve kalitede hazırlarsa hem insanlığın yararına kullanılır hem de kendi ülkesi ve insanları onun sonucundan faydalanırlar. Kendisine sağladığı maddi ve manevi yararlar da fazlası.

Özellikle akademisyenlerin ayrıca farklı işlerde çalışmak ve geçimlerini de kazanmak zorunda olmadıkları için bilgi üretimi konusundaki imkânları diğer meslek gruplarına ve sektörlere göre çok daha fazladır. Yani işi gücü düşünmek, okumak, yazmak, bilgi üretmek ve bu sayede geçimi de garanti olan kaç zümre var dersiniz?

AKADEMİSYENLERİN (!) KİTAPLARI RAFLARDA ÇÜRÜYOR

Akademisyenlerden ülkenin düşünce, kültür basın yayın hayatına da öncülük etmesi de beklenir. Mesela toplamda sayıları yüz bine yaklaşan akademisyenlerin ortalama 5 yılda bir kitap formatında akademik çalışma veya yılda bir makale formatında ciddi bir çalışma yapıp yayınladığını düşündüğümüzde ortaya çıkacak yüzlerce kitap ve makalenin ülkenin kültür düşünce hayatında meydana getireceği etkiyi bir düşünün. Ama ne yazık ki yayın dünyasında (akademisyenlerin ürünleri tezler dâhil) bir elin parmak sayılarını geçmiyor. Yine ne yazık ki bu yayınların birçoğu da üçüncü sınıf araştırmalar ve son derece düşük yoğunluklu tezler. Kimsenin dikkatini çekmiyor bu yüzden de gündem oluşturmak bir yana varlığının bile farkına varılmadan kitapçı raflarında çürüyüp gidiyor.

Peki, akademisyenler ne yapıyorlar veya ne yapmıyorlar da ciddi etki ve fayda sağlayacak tezler üretemiyorlar. Kendilerine sorarsanız özlük haklarında yeterince iyileştirmeler yapılmadığı için akademik çalışmalara yeterince vakit ve imkân ayıramıyorlar bu yüzden ortaya kaliteli ürünler koyamıyorlar.

KAÇ AKADEMİSYEN İNTİHALLERLE SUÇLANIYOR, BİLİYOR MUSUNUZ?

Hâlbuki kendilerine sağlanan maddi imkânlar mesela kitap kütüphane araştırma fonları yurt dışı imkânları başka kimlere sağlanıyor. Yabancı dil öğrensin diye binlerce dolar harcanıp yurtdışına gönderilin bir akademisyen yıllarca yurt dışında devletin imkânlarıyla kalıyor ama dil öğrenmeden ülkeye dönüyor. Öğrendiği yabancı dille uluslararası kabul görecek iki bilimsel makale yazmaktan aciz köşesine çekilip, sanki sıradan bir lisede öğretmenlik yapar gibi üniversitede öğretmenlik yapıyor. Bu kadar maaşa bu kadar imkâna rağmen nerede bilimsel araştırmalarınız, nerede makaleleriniz. Hangi yazınız bilim dünyasının salladı, hangi makaleniz uluslararası kabul gördü de hakkınızı alamadınız. Yoksa intihalle mi meşgulsünüz bu aralar? Kaç akademisyen intihal (Çalıntı tez vs) lerle suçlanıyor bu ülkede biliyor musunuz!

 Üstelik delilli ispatlı suçlamalar bunlar. Neden kimse ağzını açıp da iki kelime ile de olsa cevap veremiyor da susup oturuyor.

Ülkenin gündemini gazeteci yazarlar, araştırmacı yazarlar belirliyor. Anlı şanlı ‘prof’lar çalışmalarında lise mezunu araştırmacıların kitaplarını kaynak gösteriyorlar ve bu konuda herhangi bir sakınca görmüyorlar. Çevirip yayınladıkları kitapların çoğu dil/imla hatalarından geçilmiyor. Birçoğununsa derslerde okuttukları ders notlarından başka yayınlanan yazılı yayınları bile yok.

Bilginin kamuya açılması ve geniş kitlelerle paylaşılması açısından daha çok imkân olduğu için özellikle sosyal bilimler alanında üretilen tezlerin gazete köşe yazısı seviyesinden daha kaliteli olmayışı ayrıca bir üzüntü sebebi.

PARA İÇİN ÇALIŞIYORLAR, AMA İNSANLIK İÇİN ÇALIŞMIYORLAR

Mesela ülkemizde Sağlık bilimleri alanında hizmetini paraya tahvil edebilecekleri alanlarda cansiperane çalışıyorlar da paraya tahvil edemedikleri alanlarda yani sadece insanlık veya kamu yararına çalışacakları zaman sayıları nedense bir elin parmak sayısını geçmiyor. Sağlık bakanlığı doktorların çalışanı ile çalışmayanını ayırabilmek için her yolu denedi de yine de bir sistem oturtamadı.

Eczacılar ayrı bir âlem dört beş yıl üniversite okuyup da sonunda ilaç marketçiliği yapmalarına ne demeli.

Bir zamanların tarım, hayvancılık ve ziraat ülkesi olan Türkiye’de en temel ihtiyaçlarımızdan olan buğdayı ve besi hayvanlarını bile dışardan ithal eder hale geydiysek sizler oturun halinize ağlayın ziraat fakültelerinin ‘prof’ları.

Bir depremde binlerce ev yıkılıp on binlerce insan ölüyorsa bunda sizin de sorumluluğunuz yok mu? Mimarlık, mühendislik fakültelerinin muhterem hocaları. Yoksa “ODTÜ” hocaları gibi öğrencilere Molotof yapmayı ve atmayı öğretmekten ilim öğretmeye vakit mi bulamadınız.

Bir de sosyal bilimler trajedisi var ki evlere şenlik. Üniversitelerinde yüzlerce tarihçi akademisyenin çalıştığı bir ülkede insanlar tarihlerini pespaye/paçavra tv dizilerinden öğreniyorlar da hiçbir akademisyen “gık”ını çıkarmıyor. Sonunda ülkenin başbakanı işe karışmak zorunda hissediyor kendini. Bunun adı trajedi değil de nedir söyler misiniz?

Tarihin gizli kalan ve keşfedilmeyi bekleyen binlerce cilt kitabı, açığa kavuşmayı bekleyen binlerce müphem konusu dururken bizim kerli ferli (Yanlış kullanılan Kelli felli deyimi aslında "kerli ferli" den gelir. Ker: kuvvet Fer: iktidar, şevket anlamındadır. ) tarihçilerin yazdıkları kitaplar da lise ders kitapları çapından daha öteye gitmediği gibi, tarihi bize tarihçi olmayan gazeteci veya araştırmacı yazarlar, romancılar ya da senaristler öğretmeye kalkıyor. Bu kimin ayıbı söyler misiniz?

KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN GİZLİ HAZİNELERE MALİKİZ

Felsefesi, Psikolojisi, Sosyolojisi, Mantık’ı ya da diğerleri, bakın kitapçı raflarına yüzlerce akademisyenden kaçının eserini bulabilirsiniz? Birkaç isim dışında bulamazsınız çünkü yok. Yok olduğu için de çocuklarımıza tarihimizden birkaç örnek dışında isim veremiyoruz. Sanki bin beş yüz yıllık İslam medeniyeti ot gibi “Hüday-ı Nabit”/Yerden bitme bir medeniyetti de çürüyüp gitti. Hayır, elbette öyle değildi ama keşfedilmeyi bekleyen gizli hazineler gibi kendilerini keşfedecek araştırmacıları bekliyorlar.

Farabi’den İbni Sina’ya, İbn-i Rüşd’den Gazali’ye İbn-i Haldun’a kadar yüzlerce büyük İslam düşünürü üzerinde bırakın ciddi araştırmalar yapmayı, onların eserlerinin/külliyatı’nın’daha Türkçe tercümeleri bile yapılıp piyasaya sürülmüyor. Birkaç özverili akademisyen de olmasa bu vebali üstlenecek cesaret ve çapta insan da yok neredeyse. Hz Mevlana, Yunus Emre gibi Türk ve Müslümanlığı ile övünüp gururlandığımız, her aralık ayı turistlere pazarladığımız kimselerin eserleri üzerinde, bırakın ciltlerce çalışma yapmayı, birden fazla çevirisi bile yapılmamış. Ne kadar acı değil mi?

DİN, EKRAN ŞARLATANLARINA EMANET!

Hepsinden acı olanı ise İlahiyat/din bilimleriyle alakalı olan durum. İnsanlar artık dinlerini ekran şarlatanlarından öğreniyorlar. Cami mihrapları öz sahiplerini bekliyor. Seminer salonları, konferans salonları, televizyon ekranları, radyo mikrofonları işinin ehli usta hatipleri bekliyor. Tüketici ve pazarlayıcı medyanın tuzağına düşmeden bildiklerini gizlemeden, saklamadan insanların akıllarına, kavrayışlarına hitap edecek usta anlatıcıları bekliyor, neredeler onlar.

 

“Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler;

Ulemâ vahy-i İlâhîyi mi bilmem, bekler?

diyen Merhum Akif’i bile lügate bakmadan anlamayan edebiyatçıların olduğu bir memlekette Akif denginde bir şair beklemek de sanırım safdillik olur.

 

YOK GİBİ YAŞAMAK GURURUNUZU İNCİTMİYOR MU?

Bilginin yeterince önemsenmediği, kimsenin okumayı sevmediği, kitapların çok pahalı olduğu ve yeterince satılmadığı teranelerine ise karnımız tok. Binlerce dolarlık ciplere binip milyon dolarlık villada oturma yarışı yapan, ilmi toplantılara seminerleri gitmek yerine alacağı üç beş bin lira ek ders ücretini hesaplayıp ders anlatmayı tercih eden, bunun için de meslektaşlarıyla bozuşmayı bile göze alan kocaman kocaman ‘prof’lar! Siz yoksanız ilim de yok bu ülkede bilgi de yok. “Yok gibi yaşamak” gururunuzu incitmiyor mu? Sizi rencide etmiyor mu söyler misiniz? Çıkın artık sizi boğan zindanlarınızdan, inin fildişi kulelerinizden de bakın şu memleketin battığı cehalet bataklığının boyutuna. Bakın da, belki insafa gelir de bir şeyler yaparsınız.

 

Bakmadan Geçme