Hiçbir şey atıştırmadan öğleye doğru çıktı evinden. Hava sıcak mı, sıcaktı. Araba güneşte kalmaktan ısınmış hamama dönmüştü. Sıcak koltuğa oturdu. Muzip bir yüz ifadesiyle oh ne kadar da sıcak dedi.
Arabayı tek marşta çalıştırdı. Arabanın da ısınması lazımdı. İhsan hoca İçinden bunca güneşin altında bekledin ısınmadın mı diye söylendi arabaya. Araba önce biraz sesli çalıştı, birkaç dakika sonra sessizleşti. Araba artık hazırım hadi gidelim diyordu adeta. Yola koyuldular. Şehir merkezine varlıklarında biraz park yeri aradılar.
Gölge bir yer bulunca bir oh çekti. Sanırım bir oh da araba çekmişti. Gönül rahatlığı ile arabadan ayrıldı. İhsan hoca hem karnını hem zihnini doyurmak istiyordu. Bir çorba içeyim, sonra şu ayakkabıyı bir tamir ettireyim diyordu. Çok sevdiği ayakkabısı yan tarafından patlamıştı. Vakti iyi kullanması lazımdı. Öğle de okunmuş, namaz vakti de gelmişti. Tedirgin saatler başlamıştı. Zaman sayacı hızla ilerliyordu. Önce ayakkabı tamiri için bir tamirciye geçti. Tamirci işini beş dakikada halledip verdi. Cebini şöyle bir karıştırdı bozuk para yoktu. Utana sıkıla iki yüz lirayı uzattı. Kusura bakmayın bozuk yok maalesef dedi. Bu tür durumlardan hep çekinirdi. Bozuğum yok demek, bu işten para alma manasına da gelebilirdi. Neyse ki tamircinin bozuk parası vardı. Çekmeceyi açtı bir tomar bozuk para çıkartıp, para üstünü verdi tamirci. Derin bir oh çekti İhsan Hoca.
Çoğu insan önemsemezdi bu durumu ama ince bir ruh yapısına sahip olması onu farklı davranmaya itiyordu. Teşekkür etti ayrıldı oradan. Şehir meydanına doğru ağır adımlarla yürüyerek ilerledi. Hızlı hareket etmesi terletiyordu çünkü. Meydan da acayip sıcaktı. Gözünü şöyle bir gezdirdi. Ayakkabı boyacıları her zamanki yerinde idiler. Üzerlerinde gölgelik, hafif bir esintinin verdiği serinlik içinde çalışıyorlardı. Yanlarına doğru ilerledi. İhsan hoca ayakkabısını hep farklı boyacıda boyatmayı önemserdi. Gözüne kestirdiği bir boyacının yanına gitti. Selam verdi. Ayakkabımı boyayabilir misiniz acaba diye sordu. Karayağız kırk yaşlarında, kendinden emin duruşlu, biraz da uyanıkça olan boyacının müşterisi vardı. Ben boyayamam ama şu arkadaş boyar diye yanındaki boyacıya yönlendirdi. Boyacının bu hareketi hem onu sevindirmiş hem de düşündürmüştü. Acaba bugün komşum siftah yapmadı ondan alışveriş yap diyen esnaf hassasiyeti ile mi bu sözü söyledi diye düşündü. İhsan hoca yaşlı boyacının sandalyesine oturdu. Boyacı sessiz sakin işini yapıyordu. Boyacının terlikleri giy teklifi ile terlikleri giydi. Biraz vakit geçince yandaki boyacının işi bitip müşterisi de gidince. İhsan hoca sordu.
- Siz boyayamayacağınız için mi beni başkasına yönlendirdiniz. Yoksa arkadaşlık hatırına mı?
-Arkadaşlık hatırına.
Bir esinti hissetti içinde İhsan Hoca. Karnı açtı ama zihni yavaş yavaş doyuyor gibiydi. Bir saatçi olsun bir terzi olsun, bir boyacı olsun ne cevherler vardı. Bunlar gün görmüş insanlardı. Helal para kazanmak için emeğini esirgemezlerdi. Derin bir Allah korkusu ile bilgece hareket ederlerdi. Gün görmüş insanlara denk geldim diye düşündü.
Biraz sonra yaşça büyük olan boyacı ölçüsüzce bir eleştiri yöneltti. İhsan hoca bir anda güzel düşüncelerden uyandı. Nahif, işini güzel yapmaya çalışan tevekkül sahibi bir boyacı bekliyordu ama öyle olmamıştı. İki boyacı da eleştirecek yer arıyordu. İhsan hocaya her ikisi de öğretmen olduğunu bilmeden hocam diye hitap ediyorlardı. Karayağız genç olan boyacı asgari ücretin düşük olmasından dem vurdu. İhsan hoca içinden acaba boyacıların asgari ücretle ne işi var diye düşündü. Arkasından siz ne iş yapıyorsunuz dedi boyacı. İhsan hoca öğretmenim dedi. Bir şey bulmuş gibi gözü parladı boyacının.
-Öğretmenler asgari ücretlinin iki katı para alıyor neredeyse. Ne iş yapıyor ki yatıyor öğretmenler.
İhsan hoca için film kopmuştu. Boyacı bir manada hak etmediği parayı aldığını ima etmişti. İhsan hoca kendi ruhunu doyuracaktı ama meğer çevrede ne de çok aç insan varmış diye düşündü. Herkesin işi kendine zor, bir başkasına ne kadar kolaydı. Üstelik başkasının mesleği hakkında hiçbir tecrübesi olmayanlar nasıl da rahat eleştirebiliyorlardı. Kendi çalışmasını düşündü. Öğrencileri için gündüz ve gece durmadan çalışıyordu. Gündüz okulda ders anlatıyor. Akşam evde okulunun kâğıt kürek işleri ile uğraşıyor. Okul dışında veli ziyaretleri yapıyor. Çocukları sinemaya götürüyor. Seminere götürüyor. Pikniğe götürüyor. Gün İhsan hocaya yetmiyordu. Şimdiye kadar da kendisine bir Allah’ın kulu yatıyorsun dememişti. Öğretmenlik mesleğini uzaktan yakından hiç bilmeyen biri rahatça yatıyorsunuz diyebiliyordu. Söylenecek çok şey vardı ama vakit yoktu. Gönlüne küstü. Öğretmenlikle ilgili bir kaç şey söyledi, boyacının gözlerine baktı, çok da uzatmadı. Karayağız boyacı bu sefer ikinci kez bam teline dokundu.
-Adam iki saat çalışıyor bir sürü para kazanıyor.
Ona göre kendinden fazla para kazananlar hep haram yiyordu. Üstelik bunu açık açık da söylüyordu.
İhsan hoca sandalyeye oturmuş bir yandan boyacıyı dinliyor bir yandan da uzakları seyrediyordu. Güneş batmaya yakındı, rüzgâr ferahlatıcı şekilde insanın yüzünü okşuyordu. Kapitalist düzen bütün kutsalları yıkmaya çalışıyor diye düşündü. Bunun da propagandasını iyi yapıyor ve yaptırıyordu. Babalığı, anneliği, öğretmenliği buna benzer ne kadar kutsiyet atfeden değer varsa hepsi saldırı altındaydı. Bu konuda gayet de başarılı oluyorlardı. Ayakkabının boyanması bitmişti. Boyacı işini iyi yapmıştı. Boyacının eleştirileri her ne kadar ölçülü olmasa da yaptığı iş iyiydi. Boyacı bu sefer öğretmenlere promosyon veriliyor dedi. İhsan hoca promosyonu son kuruşuna kadar dağıttığını söyledi. Boyacının ağzı sonuna kadar açık kaldı. Onun karşılaştığı insanlar parasını faize yatırıyor. Aldığı faizi de çatır çatır yiyorlardı. Karayağız boyacı promosyonu birçok kişiye paylaştırarak vermesini tembih etti. Fikir gayet güzeldi. İhsan hoca hafiften gülümsedi sonunda mantıklı bir şey söylemişti boyacı. Ayakkabıların işi bitmişti teşekkür etti ayrıldı boyacıdan. Namaz vakti gelmiş ve geçiyordu bir an önce kılayım diye hızlı adımlarla camiye doğru hareket etti. Açlık devam ediyordu. Ne ruhu doymuştu ne de karnı.