Vedat ÖNAL

Merhum Mehmet Akif konusunda insaflı olmak-1

Vedat ÖNAL

Bir 12 Mart daha gelip geçti. Milli Mücadele’nin iman ve İslam destanı olduğunun en büyük göstergesi ve Anadolu’nun tapu senetlerinden birisi olan İstiklal Marşı’nın Kabulü’nün yıldönümüydü. Bu muhteşem şiirin şairi olan Mehmet Akif hiç şüphesiz bir Arnavut olmasına rağmen Muhammed Ümmeti olmaktan ve Osmanlı kimliğini taşımaktan gurur duyan bir insandı. Tıpkı Üsküp’lü Yahya Kemal gibi, o da bir zamanlar vatan toprağı olan Arnavutluk’tan kopup gelen erenlerden birisiydi. Mehmet Akif’in şairliği, vatan sevgisi ve yazdığı şiirlerin değerini ve kıymetini övmeyi gerektirecek bir durum olmadığını düşünüyorum. O zaten bu yönlerden benzeri olmayan muhteşem ve Allah vergisi bir özelliğe sahipti. İstiklal Marşı, Çanakkale Şehitleri’ne Şiiri birer baş yapıttır ve Safahat kitabındaki birçok şiir de yine gençliğimiz için rol model olacak bir şahsiyetin iman ve İslam destanıdır.

Peki gelelim Akif’le ilgili tartışılan ve benim de onu eleştirdiğim yönüne. En çok tartışılan yönü hiç şüphesiz, İttihat ve Terakki’ye girmiş olması ve II. Abdulhamit’e karşı gösterdiği muhalefetti. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faaliyetlerinin yanlışlığını anlayınca kısa süre içerisinde bu cemiyetten ayrılıyor. Fakat tabii İttihat ve Terakki içinde önemli bir isim olan arkadaşı Teşkilat-ı Mahsusa’nın en önemli şahsiyeti Kuşçubaşı Eşref ile olan yakın arkadaşlığı devam ediyor. Nitekim onunla birlikte Arabistan coğrafyasındaki faaliyetlerinde Arap kabilelerin İngilizlerin yıkıcı casusluk faaliyetleri ile Osmanlı’ya karşı ayaklanmasını önlemek için Necid çöllerinden, Hicaz coğrafyasına kadar birçok bölgede önemli bir faaliyet yürütüyor. Hatta bazı tarihi kaynakların aktardığına göre o meşhur “Çanakkale Şehitleri’ne” Şiirini Arabistan çöllerinde ve tarihin garip bir cilvesidir ki, Medine-i Münevvere’nin 550 km. kadar kuzeyinde bulunan Hamidiye Hicaz Demiryolu’nun en büyük istasyonlarından birisi olan El-Muazzam Tren İstasyonu’nda kaleme alıyor. Daha doğrusu Kuşçubaşı Eşref’in aktardığına göre, Akif o esnada haberi duyduğu esnada bir ara kayboluyor. Kuşçubaşı o esnada onu secde halinde buluyor. Yarım saatten fazla kaldığı secdeden kalktığında eli yüzü çöl kumlarından ve gözyaşlarından çamur içinde kalmış sakalları çamura bulanmış bir Akif buluyor karşısında. İşte bu imanın adamıydı Akif. İşte Akif’in bu imani yönünü konuşmaktan aciz insanlar, Akif’in II. Abdulhamit karşısındaki hatasının dile getirilmesinden rahatsızlık duyuyorlar. 

Çeşitli defalar bunu dile getiren ve bu yanlış tutumunu eleştiren bir kişi olarak Akif’in bu yönünü eleştirmekte bir sakınca olmadığını düşünüyorum. İnsanları eleştirmek onların değerlerinden hiçbir şey kaybettirmez. Aktif yine Akif’tir ve İman, İslam ve Ümmet şuuruyla dop dolu bir vatan şairidir. Ve aynı zamanda yine ön plana çıkarılmayan bir yönü de O’nun bir Kur’an şairi olmasıdır. Evet o aynı zamanda bir Kur’an şairidir. Hafızdır ve bütün konuşmalarında Kur’an’dan ve Efendimizin hayatından izler görmek mümkündür.
Mesele Akif ve II. Abdulhamit karşılaştırması yapıp ikisinden birisini tercih meselesi değildir. Zira insanlarlar beşerdir ve hata yapabilir. O dönemde bu hatayı yapan birçok ismin de olduğunu düşünürsek o gün için bunun bir öneminin olduğunu düşünmüyorum. Zaten tarih Cennet Mekan II. Abdulhamit Hanın ne kadar haklı olduğunu bizzat meydana gelen olaylarla gösterdi. 10 yıl içerisinde onun yürüttüğü politikalardan vazgeçilip İngilizin oyunuyla ve bir oldu bittiyle zaten emperyalist İngilizlerin hedefinde olan Osmanlı’yı parçalamaları için bütün kozları ellerine veren ahmak bir İttihatçı kadronun yaptıklarını her ne kadar tarih yazmasa da biz hariçten, gayri resmi tarihten okuyoruz Elhamdulillah. Bütün olumsuz komuta kademesine rağmen Sarıkamış ve Kanal Cephesi’ndeki tamamen sevk ve idareden kaynaklanan ölümcül yenilgiler olmasaydı bugün Suriye, Irak, Arabistan vatan toprağı olmaya devam ediyordu. Bunlar uzun ve üzerinde çok durulması gereken konular burayı şimdilik geçiyorum.

Evet Merhum Akif’le ilgili bu eleştirilerin bile yapılmasına tahammül edemeyen bazı güya Akif severler.  Ne hikmetse Akif’le ilgili diğer hususlarda hiç ses çıkarmıyorlar. Bir sonraki yazıda ele alacağım Mısır macerasına niçin çıktığı ve o milletin değil devletlüler için utanılacak bir durum olan cenazesi konusunda ise adeta tık yok. Yazının bu ilk bölümünü Akif’in Milli Mücadeleye nasıl katıldığını kısaca belirterek bitireyim.

Mehmet Akif bizzat Mustafa Kemal’ın İstanbul’a çektiği gizli bir telgrafla Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katılıyor. Milli Mücadele’de ön planda olan bütün isimler bir zamanlar İttihat ve Terakki’ye bir şekilde bulaşmış ve onlarla birlikte hareket etmiş olan kimseler olduğu için Anadolu insanı ilk önceleri Milli Mücadele’ye de, Meclis’e de mesafeli duruyor. Tabii o zamanlar bu görevlerin bizzat Padişah Vahdettin tarafından verildiği ve Anadolu’da yürütülen faaliyetlerin Padişahın iradesi ile gerçekleştiğini kimse bilmiyor hoş ondan sonra da kaç kişi anladı veya anlatıldı orası da ayrı bir tartışma konusu. 
Peki Mehmet Akif’in Milli Mücadele’ye bizzat Mustafa Kemal tarafından çağrılmasının altında yatan en önemli husus ise yine üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Anadolu insanının içindeki bu Milli Mücadelecilere karşı olan tereddüdün giderilmesi için çalışmalar yapması isteniyor. Ve Mehmet Akif şehir, şehir, kasaba, kasaba dolaşarak Milli Mücadele’nin bir iman ve İslam mücadelesi olduğunu bir İstiklal mücadelesi olduğunu haykırıyor. Bu sayede Milli Mücadele’ye olan tereddüt ve İttihatçı damgası bir nebze olsun ortadan kaldırılıyor. Çünkü İttihatçıların çeteci ve komitacı yönünden çok çeken Anadolu insanı gözlerinin önünde bir imparatorluğu yok eden İttihatçılara karşı müthiş bir tepki ve kin duyuyorlar.

O yüzden de bir zamanlar İttihatçılarla bir şekilde yolları kesişen herkese karşı mesafeli olmaya çalışıyorlar. Bu da gayet doğal çünkü “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” ama maalesef Türk milleti için kaderin bir cilvesidir, daha sonra yoğurttan da ağzı yanıyor ve uğruna mücadele edilen değerlerin hiçbirisi Cumhuriyet elitleri tarafından geride hemen hemen hiçbir şey bırakılmamacasına tahrip ediliyor. İkinci yazıda Akif’in ve oğlunun başına gelen hazin hikayeyi ve yarışma aşamasını geçip uygulama aşamasına bile gelen yeni İstiklal Marşı yazılması meselesini ele almak istiyorum. Vesselam…

Yorumlar 7
VEDAT ÖNAL 16 Mart 2022 16:00

Fahrettin Altay'ın yazdıklarına itibar edip Abdulhamiti putlaştırma diye yazmış kardeş. Birincisi Fahrettin Altay'ın putlaştırdıklarına bakmak lazım. Ayrıca Fahrettin Altay Abdulhamit hakkında bu asılsız iddiaların benzerlerini ortaya atanlarla aynı fikriyattandır. İflah olmaz İngiliz ve batı hayranlarıdır ve o zihniyetten Abdulhamite karşı olumlu bir fikir çıkmaz zaten. Abdulhamitin yaptıklarını övmek şöyle dursun adının anılmasına bile tahammül edemezler. Ve bu yüzden sayısız iftiralar ortalıkta dolaşır. Vaziyet sende bunlara inananlardansın. Ayrıca putlaştırıyorursunuz diye aşağıladığın adam Çanakkale Deniz zaferinin kazanılmasında en çok pay sahibi olan bir padiyahı, yaptıkları hiç hesaba katılmayan en büyük haksızlığa uğrayan bir padişahı. Neyini putlaştırıyoruz arkadaş. Aksine itibarı azda olsa yerine geliyor. PUTLAŞTIRMAK ÖYLEMİ. ALLAH VİCDAN MERHAMET VERSİN. Yaptıklarına bir Allah razı olsun denilse o bile yeter ama yok. Onu kızıl sultan olarak ders kitaplarında ananlardan Abdulhamit öğrenecek değiliz. Sen öğrenmek istiyen varsa devam etsin. Putlaştırma falan diye seviyesiz değerlendirmeler bizi çok da ilgilendirmez. Vesselam...

gercek yorum 14 Mart 2022 09:56

Abdülhamit, o dönemde yaşamış Orgeneral Fahrettin Altay’ın “10 yıl savaş ve sonrası” adlı kitabının 126’ncı sayfasına göre Rusya’da katliama uğramış 20 bin Yahudi’nin Filistin’den toprak satın almasına göz yumdu. Abdülhamit döneminde getirilen 20 bin Rus Yahudi, İsrail topraklarında bu gün yaşayan Yahudilerin temelini oluşturmaktadır padişahları kusursuz görüp putlastırmayın

Yazarın Diğer Yazıları