Gördüğümüz bu tablo ilginç bir sonuç getiriyor. Bu tabloya bakacak olursak gelişmekte olan ülkeler diyebileceğimiz ülkelerin tamamı aynı oranda kalkınmışlar. Bu tabloda Avrupa ülkeleri yok. Çünkü bu dönemde ilginç bir şekilde Avrupa ülkelerinin kalkınma göstergeleri çok kötü durumda bunu biliyoruz. Fakat dikkat edelim tabloya, ister demokrasiye inansınlar isterse inanmasınlar bu ülkelerin tamamı hemen hemen aynı oranda gelişmişler.
Batı diyebileceğimiz asıl Avrupa ülkelerinin bu konuda geride kaldıklarını düşünebiliriz. Fakat asıl finans kaynaklarının onların tekelinde olduğunu da unutmamak gerekiyor. Dolar ve Euro'nun gücünü ve ikisi arasındaki rekabetin dünya ekonomisine yön verdiğini unutmayalım. Yukardaki ülkelerin tamamı için ekonomiler maalesef pamuk ipliğine bağlı.
Bu tablo şunu gösteriyor. Maalesef bu bana göre olumlu bir tabloyu değil, küresel ölçekte dünya için olumsuz bir tabloyu gösteriyor. Milli gelirlerin fazlalaşmasının arkasında yatan şeylerin bu ülkelerin kendi öz sermayelerinden kaynaklanan şeyler olduğunu düşünmüyorum. Rusya'yı bunun dışında tutarsak bu sayılan ülkelerin hiçbirisinin doğal kaynaklarının olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla son 10 yıllık dönemde bu derece yakın oranlarda büyüme göstermelerinin ciddi olarak üzerinde durulması ve kafa yorulması gerekiyor.
Son zamanlarda bu istatistik bilgilerin ne kadar önemli olduğunu farkettim. Gerçekten çeşitli toplumsal olaylar noktasında veya bu tür ekonomik verilerle ilgili sağlıklı bir bakış açısına sahip olabilmek için bu tür mukayeseler yapmak gerekiyor. Bu tabloya baktığımızda olumlu bir durum olduğunu mu düşünmeliyiz yoksa dünya ölçeğinde aslında benim ve birçok insanın vahşi kapitalizm olarak isimlendirdiği yapının iyice yerini sağlamlaştırdığını mı düşünmeliyiz.
Ben maalesef ikincinin geçerli olduğunu düşünüyorum. Bu ülkelerin hiçbirisinin ne üretimleri ne de tüketim alışkanlıklarına bakıldığında bu ortaya çıkan rakamları karşılayacak kişisel zenginlikleri olduğunu düşünmüyorum. Görünen zenginlikle, hayatın içinde yaşanan rakamların çok farklı olduğunu düşünüyorum. Gerek içerde ve gerekse dışarda bu 10 yıl içerisinde dünyayı ve ülkeleri elinde tutan zenginlerin zenginliklerinin kat be kat arttığını ve sıradan vatandaşlarla mukayese kabul etmez seviyelere yükseldiğini biliyoruz. Bunu bizim para babalarının yaptıkları açıklamalardan ve itiraflardan biliyoruz. Son 10 yılda hiç yapmadıkları kadar kar yaptıklarını itiraf eden ve bu milletin cumhuriyet tarihi boyunca adeta kanını emen para babaları bu dönemde karlarına kar kattılar. İnsanımızın yaşam standardı da son 10 yılda daha önceyle kıyaslanmayacak ölçüde arttı. Fakat bu yaşam standardı gerçek anlamda reel birtakım gelişmelerden değil, birtakım kredi ve harcama kalemlerinden gelen gelişmelerdi. İnsanlar şu anda ev ve araba alma olarak sayabileceğimiz kalemlerde müthiş bir kaynak harcıyorlar. Özellikle lüks tüketim ve aslında hiç de ihtiyaç olmayan tüketim mallarının tüketilmesi çok önemli rakamlar tutuyor. Bu sadece bizim için geçerli değil, yukarda sayılan bütün ülkeler de aynı durumda, kısaca üretmeden tüketerek hazır yemeye alışmış durumdalar. Ve maalesef bu ülkelerin hiçbirinde eskiden bu ülkelerin en önemli özelliği olan tasarruf kültürü tamamen tarihe karışmış durumda. İnsanlar ellerinde bulunan eşyaları tazelemek değil, tamamen çöpe atıp sıfırlarıyla değiştirme yarışına girmiş durumdalar. Bu furyanın ilerleyen yıllarda bizim ülkemizde dahil olmak üzere bu ülkelere hayır mı şer mi getireceği noktasında ciddi endişelerim var.
Bizim asıl söz söylememiz gereken şey; vahşi kapitalizmin bu tüketim köleliğine karşı durmak, müslüman olarak bu yaşananlara anlam verme noktasında bunu önceliğe almamız gerekirken biz koyu bir siyasetin içinde debelenip duruyoruz. Vahşi kapitalizme eklemlenerek gideceğimiz hiçbir yer olmadığını görmek için başımıza musibetlerin gelmesini mi bekleyeceğiz. Bu israf kültürünün insanları çağdaş köleler haline getirdiğinin farkında değil miyiz? Bunun karşısında durabilecek, bu maddi oligarşiye karşı durabilecek bir söylemimizin olmaması bir müslüman olarak beni derinden yaralıyor. Bu yaşadığımız dünyanın bir alternatifi dünyanın da olabileceğini göstermemiz gerekiyor. Bunun yolu kendi ekonomi kültürlerini nasıl onlar bize dayatıyorsa bizim de onlara dayatacak ekonomik kültürümüzün olduğunu düşünüyorum. Bakın ekonomik gücümüz diyorum çünkü ekonomik gücünüz olmasa da insanlara söyleyecek sözünüz olduğu zaman insanların sizi dinleyeceğini düşünüyorum. Çünkü gerçekten insanlar bir bunalım çağını yaşıyor. Üretim, tüketim, sınırsız istek ve arzular, sürekli daha iyisi ve hiç doymak bilmez nefis istekleri karşısında müslümanın tavrı ne olmalıdır. Hz. Peygamber, Mekke oligarşisinin tavrına boyun eğip o oligarşinin söylemlerine teslim mi oldu. Şu anda da dünya üzerinde benzer bir oligarşinin olduğunu düşünüyorum. Ama o günlerden farkı bu oligarşi dünya ölçeğine yükseldi. Bu oligarşinin yerel uzantıları var. Önce bu yerel uzantıların deşifre edilmesi gerekiyor.
Müslümanlar bu söylemleri nasıl geliştirecek nereden başlayacak bilemiyorum ama ekonomik gelişme ağırlıklı söylemlerin vahşi kapitalizmin ve modernizmin ekmeğine yağ sürdüğünü ve hiç de ülkelerin bu anlamda gelişmesinden kalkınmasından endişe duyduklarını sanmıyorum. Önemli olan insanlara rahatlık ve konforu değil de biraz bu konforlarından feragat etmeyle karşı karşıya kaldıklarında neler yapabileceklerinin zihni altyapısını oluşturmak gerekiyor. Tablo çok açık sadece biz kalkınmıyoruz gelişmekte olan ülkelerin neredeyse tamamı aynı oranda kalkınıyor. Ama elektroniğinden tutun, otomobil sanayine kadar ekonomik kalkınma yerelliği değil, daha çok yabancı markanın bu ülkeleri istila etmesine sebep oluyor. Cenab-ı Hak hayırlısını versin diyoruz ama bu tabloyu hiç iç açıcı bulmuyorum. Bu belki geçmişte de böyleydi belki ama artık bilinç olarak aynı durumda olmadığımızı ve bir kendimize gelirsek bir şeyleri değiştirebilecek durumda olduğumuzu umuyorum. Vesselam...