11 Ekim 20024 tarihinden itibaren Kayseri Kitap Fuarında bulunan Türkiye Yazarlar Birliği standında kendi kitabımı imzalarken etrafı da gözlemleme imkanı buldum.
Geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar günü gördüğüm manzara karşısında dehşete düştüm. Geleceğimizin nasıl bir tehlike altında olduğunu bizzat görerek kahroldum.
Peki nedir bu kadar beni üzen manzara. Normalde kitap fuarı diyoruz ne güzel değil mi. İnsanların kültürle, kitapla buluştukları ortamlar diye düşünebiliriz. Kitap fuarının yukarı katına tesadüfen çıktığımda gördüğüm manzara önce beni sevindirdi. Uzun uzun kuyruklar ve ellerinde kitaplarla, yazarlarının imzalamasını bekleyen insanlar.
Ne güzel bir manzara işte bunun neyinden rahatsız oldun diyebilirsiniz. Şöyle sıralara biraz yaklaşıp, kitapları da biraz inceleyince, kazın ayağının hiçte öyle olmadığını gördüm. Her biri en az 500 sayfalık kitaplar, kalın kalın renkli ve cafcaflı ciltleriyle insanı celbeden gayet şuh, gayet renkli kitaplar. Fiyatını sorunca, kalınlıklarına göre ucuz da olduklarını gördüm. 200 liradan satılıyor ve peynir ekmek gibi gidiyordu. Neyse bir diğer önemli nokta. Burada bulunanların yüzde 90’nın kız olduğunu görünce mesele daha da ilginç hale gelmeye başladı. Evet yanlış duymadınız yüzde 90’ı kızlardan oluşuyordu bu uzun bir şekilde uzayan kuyruklar. Bir tanesine rica edip kucağındaki üç kitaptan birini alıp bir bakıyım kızım bu kadar neymiş ilginç olan diye elinden alıp şöyle bir arka kapağını birkaç sayfasını okuyunca meselenin aslı anlaşıldı.
Şöyle elinize alıp incelediğinizde, içine girdiğinizde adeta kendisini içine çekiyor. Uyuşturucu bağımlısı haline getiriyor ve adeta beyninizi iptal ediyordu. Sadece arka kapağını okuyunca hissettiğim bu duyguların bir benzerini okuluma gidince de yaşadım. Ama onu sonra anlatmak istiyorum.
Evet iki gün boyunca öğleden, akşam yediye kadar o sıra hiç azalmadı. Hep uzayıp gitti. Yüzlerce belki de binlerce çocuk ve genç o kitapları adeta hipnoz olmuşçasına aldılar ve muhtemelen büyük bir zevk ve iştahla okumaya başlamışlardır. Standımıza gelen, narkotikten bir polis memuru arkadaşa da söyledim. Kapıda uyuşturucu ile ilgili broşürler dağıtıyorlardı. Valla boşuna uyuşturucu ile ilgili broşür dağıtıyorsunuz, siz kapıda bu broşürleri dağıtırken yukarda, çocuklar bu okudukları kitaplarla zaten potansiyel uyuşturucu bağımlısı olmak için sıraya girmişler dedim.
Gerçekten de durum vahim. Artık aman efendim, okusunlar da ne okurlarsa okusunlar diyeceğimiz bir dönemi geçtik. Ben bunları okuyacaklarına hiç okumasınlar diyorum. Bunu açık açık dile getiriyorum. Bir nesli kendi ellerimizle kendi yaptıklarımız, göz yumduklarımızla zehirliyoruz. Bazı yetkililere ulaşmaya, uyarmaya bu yanlış durumun düzeltilmesi, bu yazarların çağrılmaması, çağrılmışlarsa iptal edilmesi için anlatmaya çabaladık fakat nafile kimseye bir şey anlatmak ne mümkün ne de birilerine ulaşmak. Unutmayalım bir zamanlar bazı şeyler söylendiğinde ya sizde çok komplocusunuz denen şeylerin bugün gerçek olduğunu ve bizi nasıl içine çektiğini hep birlikte yaşıyoruz.
Geçtiğimiz yıl benzer bir durum bu lgbt sapkınlığını yayan kitapların yer almasında da yaşanmış, yanlış fark edilince bu kitapların bu yazarların gelişleri iptal edilmişti. Artık zararlarını hesaplamadan ve sadece para düşünerek yaptığımız işlerden gördüğümüz zarar öyle küçük falan olmaz. Nesil elden gidiyor, büyük bir küresel savaş var. Bu savaşta yerimizi almaz ve bu şekilde göz yummaya devam edersek akıbetimiz berbat olacak.
Bu konuda sorumluluk sahiplerine rica ediyorum. Bu yazarların bu kitapları yazabilmesi mümkün değil. Şöyle biraz inceledim bu kitaplar ısmarlama ve küresel ölçekte aynı merkezlerden yazılıp servis ediliyor. Yani bulundukları ülkelerde birkaç tetikçi yazar bulup bu tercümeleri onlar adına bastırmak hiç zor değil. Tıpkı yıllar önce hain, sahtekar hoca kılıklı Adnan Oktar’ın yaptığı gibi. 90’lı yıllarda Yahudilik ve Masonluk ile ilgili güya kendi yazdığı kitapları bedava bedava dağıtıp, Masonluğun bütün dünyayı yönettiği ve asla yenilmez oldukları algısını nasıl da yerleştirmişti.
Eğer o gün önlem alınabilse ve bu adamın kim olduğu hangi istihbarat örgütleri ile irtibat içinde olduğu tespit edilebilseydi. Masonların yenilmez olduğu, dünyayı yönettiği algısı yerleştirilemezdi. Bugün de bu kitaplarda Psikolog Prof. Dr. Mustafa Merter hocanın yazdığı ve söylediği gibi bir savaşın parçasıdır. Küresel şeytani bir şebeke, topraklarınız sizin olsun, nesillerimiz bizim olsun diyor. Niçin, çünkü iki gün sonra top tüfek atmasına gerek kalmadan ülkeyi anahtar teslimi alacaklar. İki kere iki dört eder bu manzara şu andan görülüyor. Bunlarla ilgili ciddi ve sert önlemler alınmazsa yarın değil bugün bile geç olacak unutmayalım. Üstelik özellikle dikkat ettim altını çizdim okuyanların yüzde 90’ı kız ve bayan okuyucu. Yarın bir gün bu bayanlar anne olacaklar, nasıl bir ruh hali içinde olacaklarını ve nasıl bir çocuk yetiştireceklerini veya yetiştirip yetiştirmeyeceklerini de sorgulamamız gerekiyor. Şu anda Türkiye dünyanın en hızlı nüfusu azalan ülkelerinden birisi haline geldi. Bunun sebebinin bu tür zararlı akımların, yazar, çizer takımının, sanatçı ve sosyal medyanın hiçbir kural tanımadan ülkemizde at koşturması olduğunu düşünüyorum. Ya dünyanın hangi ülkesi bu kadar başı boşluğa müsaade eder aklım almıyor doğrusu.
Cumartesi, Pazar günleri bu manzarayı görünce, Pazartesi gününden itibaren okulda tek tek kız sınıflarımızı dolaşıyorum, soruyorum bizde okuyan var mı diye. Maalesef kızlar arasında bu kitapların adeta bir bağımlılık haline geldiğini bayağı okuyan bir kitlesinin olduğunu görünce bir hayal kırıklığı daha yaşadım. Biran önce önlem almamız gerekiyor. Bunları görünce içimden düşündüm ve buraya bunu yazmak zorundayım. Keşke hiç bu etkinlikleri yapmasak mı acaba.
Kitap Fuarındaki standları bir haftadır gözlemliyorum. Yoğunluğun olduğu yerler ya bu tür kitapların, ya sporcu ve sanatçı denen zatların hayatlarının anlatıldığı reyonlar, bir de test kitaplarının satıldığı reyonlar. Bir kitap fuarı, kültür kitaplarının olduğu bir yer demektir diye düşünüyorum. Yahu çocuklar zaten test kitaplarına her yerde fazlasıyla ulaşıyorlar. Diğer kitapları da para kazanmak için popüler yayınevleri zaten pompalıyor. Kültürel, tarihi ve medeniyet değerlerimize sahip çıkamayacaksak niye yapıyoruz bir fuarları falan. Düzenlediğimiz etkinlikler, fuarlar, konserler bizim kültürümüze, geleneğimize ve şu an içinde bulunduğumuz küresel savaşta bize hiçbir katkı sağlamıyorsa niye yapılıyor bu etkinlikler.
Eğer yapılan işin kültürel anlamda bir değeri olması isteniyorsa, öncelikle kitap fuarının hemen girişinde bu yönüyle ön plana çıkan yayınevleri bulunur. Türkiye’nin bu yönleriyle ön plana çıkan ve Kayseri muhafazakar (bunu da Müslüman kimlik anlamında kullanıyorum artık ne kadar kaldıysa tabii) kimliğiyle ön plana çıkan yayınevleri çağrılır, davet edilir. Daha sonra diğer düşünce ve fikirden fakat çıkardıkları kitaplarla bu ülkenin kültürüne değer katan yine en önemli yayınevleri çağrılır. Tabii yanında yerel Kayseri’yi temsil eden yazarlar da aralarda yerlerini alırlar. Kültürü önceleyen bir kitap fuarı bu şekilde olur diye düşünüyorum naçizane. Ve bir kitap fuarı düzenlenirken şehrin, akademisi, kültürel ağırlığı olan sivil toplum kuruluşları ile istişareler yapılır ki yapılan işin şehre bir katkısı olsun. Evet bu anlamda böyle bir kültürün ortak iş yapabilme kültürünün olmadığını biliyorum ama bundan sonra bunu yapmak zorundayız yoksa kendi aramızdaki didişme ve anlamsız çekişmelerden nesillerimiz elden gidiyor. Bu işlerin para ile alakasının olmaması gerektiğini, sırf para kazanmak için yapılan işlerin bereketinin ve bir faydasının olmadığını bir gün anlayacağız ama tarihi mekanlarımızın elden gittiği gibi nesillerimizde elden gidince anlayacağız iş işten geçmiş olacak herhalde.
Yapılan bir iş bize yaramadığı gibi nesillerimizin ifsad olmasına vesile oluyor. Geçtiğimiz yıllarda, üniversite bahar şenlikleri diye düzenlenen etkinliklerin ne tür rezaletlere sebep olduğunu bizzat görmedik mi. Ders almıyoruz ve ders almamakta ısrar etmemiz çok pahalıya malolacak. Yanılmayı ve bir gün ben söylemiştim demeyi hiç istemiyorum yine de İnşallah ben yanılırım diyorum.
Gocunmuyorum ama bunu da ifade etmeden geçemeyeceğim. Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi standı fuarın en sonunda. Geçtiğimiz yıl biraz daha ortalara doğru idi. Yerelden hiçbir yetkili Allahın kulu gelip selamun aleykum dostlar ne yapıyorsunuz, nasıl gidiyor fuar bile demediği için bu sitemimi buradan yapmak elzem oldu. Evet fuarın en sonunda, seneye herhalde fuar dışında kalırız diye düşünüyorum. Zaten herşeyin para olarak görüldüğü bir yerde bulunmanın da bir anlamının olmadığını bir haftadır bizzat yaşayarak gördüm. Ama mücadelemiz devam edecek. Bir elimizden geldiğince doğruların nasıl yapılması gerektiğini söyleyeceğiz.
Ve son olarak İnşallah Allah ömür verir ve ilkbaharı görebilirsek. Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi olarak, Kayseri’de merkezi bir mekanda, Kayserili yazarlar ve kayseri kitaplarının yer aldığı ve Kayserilileri dolu dolu bir kültür ortamında, kültürüne, değerlerine, medeniyetine sahip çıkan insanları buluşturan bir kitap fuarı yapmayı planlıyoruz.
Öğrencilerin, öğretmenlerin, Kayseri insanının gelip, kendi medeniyetinin, tarihinin ve kültürünün yansıdığı kitaplarla buluşturmak gerektiğine inanıyorum. Eleştirmek kolay iş biliyorum. Karanlığa karşı bir mum yakabilmek esas olan. Kayseri’nin de bunu başarabilecek birikime, kapasiteye sahip olduğunu düşünüyorum. Yeter ki bu halisane niyetlerle yola çıkılsın. Cenab-ı Hakkın bir çıkar gözetilmeden çıkılan bu yollarda ne tür ihsan ve bereketinin olacağını asla bilemeyiz. Fakat şunu anlamamız gerekiyor. Büyük bir savaşın içindeyiz ve bu savaşta artık para kazanmayı, çıkar elde etmeyi küçük hesaplar yapmayı bir kenara bırakmamız gerekiyor. Yoksa içinde bulunduğumuz gemi ile birlikte bizlerde denizin dibini boylayacağız. Vesselam.