Bir önceki yazıda, Türkiye özelinde ve dünyada darbe kültürünün nasıl alçakça uygulandığı ve özellikle Türkiye’de ne gibi büyük projelerin önünün kesildiği ile ilgili bazı konulara değinmiştim. Bu yazıda bu kültürün dayandığı Kemalizm ideolojisi ve bu ideolojinin nasıl olup da bütün dünyada benzer versiyonlarının üretilerek, batılıların üçüncü dünya diyerek aşağıladığı toplumlarda uygulandığından bahsetmek istiyorum.
Mıcheel Walzer yazmış olduğu küçük hacimli “Kurtuluş Paradoksu Seküler Devrimler ve Dini Karşı Devrimler” isimli kitabında, Cezayir, Hindistan ve kendince ulusal kurtuluş savaşı olarak gördüğü İsrail’deki terörist devletin kuruluş süreçlerine odaklanıyor ve dünyanın her tarafında Kurtuluş Mücadelesi diye “yutturulan” mücadelelerin aslında batılı değerlerin yerleştirilmesi için verilen bir mücadele olduğunu kendi modern anlayışını belli etmemeye çalışarak anlatıyor. Toplumların dünyevi ve ilerlemeci vizyonlarla nasıl ilişkilendiğine ve karşı hareket ürettiğine odaklanıyor. Tabii bu karşı hareketlerin hepsinin de toplumların kendi inanç ve dini değerlerinden kaynaklanan karşı hareketler olması yazarımızın oldukça ilgisini çekiyor. Aslında birçoğu batı kökenli bu Kurtuluş Hareketlerinin olumlu bunların karşısına çıkan dini hareketlerin ise olumsuz anlayışlar olduğunu açık açık olmasa da üstü kapalı ifade ediyor.
Bu yazarın bu tespitleri, aslında batılıların sadece İslam dünyasına değil, tüm dünyaya nasıl baktıklarını da göstermesi bakımından önemlidir. Ben şahsen, batılıların, gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ve geri kalmış ülkeler tanımlamalarından nefret ediyorum. Modernizmi sonuna kadar içine sindirmeleri için milletlerin önüne sunulan Materyalist, seküler, pozitivist anlayıştan ortaya çıkan LAİK yaşam biçimi sözü geçen milletlerin hiçbirisi tarafından gönüllü olarak kabul edilmiş bir anlayış değildir. Bugün dünyanın kasıp kavuran, uyuşturucu ve her türlü ahlaksızlığın normal görüldüğü anlayışlar, batının bu bozuk materyalist yaşam biçiminin dünyayı getirip bıraktığı noktadır. Burada sözde medeniyet olan batının değerlerini içselleştirmeye çalışan diğer dünya milletlerinin, güya geri kalmışlar olarak ifade edilmesini de asla kabul etmiyorum. Şu anda batılılar dünyanın diğer milletlerine göre daha gelişmiş ve ilerlemiş gözüküyor daha doğrusu böyle yutturuluyor bunun da insanların bakış açısının nasıl yönlendirildiğine mükemmel bir örnek olduğunu düşünüyorum. Güya geri kalmış bir Afrika kabilesi bugün batının sahip olmadığı ve belki de hiçbir zaman sahip olamayacağı insani değerleri ile dünyanın en ileri toplumu olabilir. İlerlemeyi alet egemenliğine indirgeyip daha teknolojik gelişmeleri medeniyet olarak görürsek tam da bu noktada batının tuzağına düşeriz. Ne İslam dünyası ne de dünyanın diğer milletleri insanlıkta asla batılıların şu an düştüğü aşağılık durum gibi bir duruma düşmediler. Cani ve kan emici, soykırımcı, bebek katili terörist İsrail’in arkasında durarak 100 yıldır dünyaya dayattıkları fakat içi boş bir teneke olan ve sadece tıngırdayan, demokrasi, insan hakları gibi söylemlerinin ne kadar anlamsız olduğunu tüm dünyaya kendi elleri ile göstermiş oldular.
Batının bu değerlere hiçbir zaman samimi olarak sahip olmadıkları ile ilgili tarihten yüzlerce örnek verilebilir. Bu yüzden hep altını çizdiğim gibi okullarımızda “Sömürgecilik ve Emperyalizm” tarihi okutmadığımız sürece, biz anti sömürgeci ve anti emperyalistiz söylemlerinin içi boş kalacaktır.
Şimdi tekrar başa dönelim. Peki ama bütün bu tarihi olayların darbe kültürü ile ne alakası var denebilir. Evet çok alakası var. Batılılar bu kurdukları, adaletsiz ve haksızlığa dayanan dünya sistemini ayakta tutabilmek için kendi ülkelerinden devşirdikleri insan malzemesini kullandılar. Ve maalesef bu insan malzemesini de özellikle askerler, akademisyenler ve basın yayın organlarının içinde olan insanlardan devşirdiler. Bu malzemeler öyle kullanışlıydı ki istedikleri zaman istedikleri yerde, kendi istediklerini yapmayan yönetimleri devirmeyi ve yerlerine kendi yetiştirdikleri, askeri ve sivil eğitimlerini batıda alan insan malzemesini tepe tepe kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmediler. Afrika ülkelerine ve sözde İslam ülkelerine bağımsızlıklarını verdiler fakat başlarına bıraktıkları şahsiyetler ve fikirler o ülkelerin değil ayakta kalmalarını, doğru dürüst bağımsız olmalarına bile imkan vermedi. Arap dünyasındaki Baas rejimleri, Afrika ve latin Amerika ülkelerindeki askeri idarelerin hiçbirisi ne anti emperyalistti ne de yerli ve milliydi. Sadece Afrika ülkelerinde ve Latin Amerika ülkelerinde, son 50 yılda yapılan darbelerin sayısının duyunca şok olmuştum. Son 50 yılda tam 50 binden fazla darbe yapılmış bu ülkelerde. Yani kısaca sabah erken kalkan bir asker eline silah alıp üç beş adamıyla darbe yaparak bu ülkelerdeki olumsuz tablolara sebep olmuşlardır. Arap ülkeleri de farklı değil hatta diğer İslam ülkeleri de hiç farklı değil. Kurtuluş Mücadelesi verenler, kendilerini anti emperyalist ve anti sömürgeci olarak gösterdiler fakat bütün batılı değerleri toplumlarının özümsemesi için “Devrimler” adı altında her türlü zokayı yutturdular.
Bu “Devrim” zokalarının en acımasız şekilde yutturulduğu ülkelerin başında da ülkemiz geliyor. Savaştan yeni çıkmış bir ülkenin insanlarına zorla “Yahudi Şapkası” giydirmeye kalkışmak bu durumun ne kadar ileriye götürüldüğünün en önemli kanıtıdır. Şapka giymeyi reddettiği için Rize ve Konya illerimizin başlarına neler geldiğini lütfen resmi tarihi bir kenara bırakarak, gayri resmi kaynaklardan okuyalım. Bunun yanında “Harf Devrimi” denen şey ise başlı başına bir soykırım olmuştur. 1000 yıllık bir müktesebatın çöpe atıldığı bir kıyım. Bu abartı değil gerçek, bugün dünyada, dedelerinin mezar taşını okuyamayan tek millet Türk milletidir bunu asla unutmayalım.
Şunu elbette kabul etmek gerekiyor. Cumhuriyetin bu ilk yıllarında uygulanan katı “Kemalizm” icraatları geçmişten gelen bir birikimin sonucuydu. Tanzimat’tan itibaren batıya giden Osmanlı münevverleri maalesef, batıyı adeta kutsadılar, onlardaki görece gelişmişlik ve alet egemenliğinin mutlak bir medeniyet olduğu yanılgısına kapıldılar ve batının materyalist, seküler, pozitivist, laik yaşam tarzını adeta kutsadılar, bu batılı değerlere taptılar. Bu kelimelerin ağır olduğunu biliyorum fakat unutmayın ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, “İslamiyet Terakkiye manidir, bu yüzden Hristiyanlık dinine geçmemiz gerekir” sözlerinin yankılandığını ve bunun ciddi ciddi uygulanması için çalışan bakanların, bürokratların olduğunu unutmamak gerekiyor. Kimler olduğunu da lütfen araştırıp okuyalım. Bunların kaynağı yoktur falan gibi saçma sapan gerekçelerle bu bilgileri yok saymak isteyen, güneşe elini kapatıp sadece kendine karanlık yapan kimse gibidir. Birde burada yazdıklarım elbette batılı değerleri özümsemiş insanlar için aşırı yorumlar, aşırıcılık olarak görülecektir. Bunu çok iyi biliyorum benim amacım kendilerini inançlı, en azından iman noktasında Allah’a ve İslami değerlere inanan insanların gerçekleri azıcık da olsa görerek ona göre hareket etmeleri gerektiğini vurgulamak için yazıyorum. Yoksa benim amacım, Kemalizmi ve dolayısıyla materyalizmi, seküler ve pozitivist yaşam biçimini içselleştirenler değiller. Biliyorum ki ben ağzımla kuş tutsam bu darbe kültürünü içselleştiren batılı kafalar bu yorumlara asla itibar etmeyecektir.
Milli Mücadelemizin ve Kuvayi Milliye’nin ruhunda yer alan, anti emperyalist ve anti sömürgeci anlayış maalesef daha sonra, Ulusal Kurtuluş savaşı adı verilen mücadelenin zaferle noktalanmasının ardından tamamen ortadan kalkmıştır. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, “Savaş düşmana benzediğiniz zaman kaybedilir”. Evet Milli Mücadeleyi batılılara karşı verdikten sonra, kılık kıyafetlerinden, inanç ve değerlerine kadar her şeylerini taklit ettik. Bunun öyle Kemalistlerin iddia ettiği gibi anti emperyalistlikte, anti sömürgecilikle bir alakası yoktur. Velev ki olsa bile aynen bizdeki gibi diğer ulusal kurtuluş hareketlerinin tamamı da, bizdeki gibi batının sahte insani değerlerini benimseyerek, milyonlarca şehitle kazanılan mücadelelerini batılılara teslim ettiler. Cezayir ve Tunus bunun en canlı ve en sağlam delili ülkelerdir. Tabii bizden sonraki en sağlam delilleridir.
Kısaca, batılılar ulusal kurtuluş savaşı adını verdikleri mücadelelerin ardından, yenilerek çekildikleri ülkeleri asla terk edip gitmediler.
Önceki yazıda yazdığım için Türkiye’deki darbelerden bahsetmek istemiyorum. Bu darbelerin istisnasız hepsinin motivasyon kaynağı, Kemalizm ideolojisi olmuştur. Üstelik kemalizm idelojisinin fikir babası, teorisyeni de yerli birisi değil “Munis Tekinalp” isimli bir Ermeni asıllı vatandaştır. Arap dünyasında da, Baas ideolojisini ortaya sürerek, Müslümanların kazandıkları kurtuluş mücadeleleri batılıların istedikleri yöneticilerin iktidara getirilmesi ile sonuçlanmıştır. Bunun en kestirme yolu da darbeler olmuştur. Ayrıca Avrupa’nın tamamı krallıkla yönetilirken bize padişahlarımızı, halifelerimizi kötü göstererek, bu 1000 yıllık müesseseleri ortadan kaldırmışlar ve İslam dünyasında istedikleri gibi at koşturur hale gelmişlerdir. Ülkeleri fiili olarak işgal etmelerine gerek kalmamıştır. Bu işgalleri, kültürel ve fikri planda yaparak hem maddi hem de manevi tasarruf yapmışlar. Özellikle İslam ülkelerinde ve ülkemizde batının gönüllü hizmetçisi olmayı kendilerine görev kabul eden insan tipleri ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde, 1923 yılında birinci meclisin feshi, daha sonra Mustafa Kemal’in vefatından sonra İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi hadisesi, 1946 seçimlerinde yaşanan açık oy gizli tasnif komedisi, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan e-muhtırası ve en son hain Fetö’nün köpeklerinin 15 Temmuz darbe girişimlerinin tamamının motivasyon kaynağının ne olduğunu soracak olursak. Hiç tereddütsüz hepsinde de dillendirilen şey “Kemalizm ve Atatürkçülük” ideolojisinden sapma olduğu ve yeniden bu değerlere sahip çıkılacağı yolundaki ısrarlı açıklamalar olmuştur. Bu bizdeki manzara, özellikle diğer İslam ülkelerinde de durum farklı olmamıştır. Darbelerle iktidara getirilen diktatörler onlarca yıl boyunca ülkelerinde terör estirmişler ve batılılar işleri bitip iplerini çekinceye kadar onlara hizmet etmeye devam etmişlerdir.
Dünya tarihinin bu gözle yeniden yazılması gerekiyor. Demokrasi ve insan hakları yalanları ile batılı değerler diyerek dünyaya dayatılan materyalist ve paganist ritüellerle kurulan ulusal kurtuluş hareketlerinin dünya milletlerine getirdiği hiçbir şey yoktur. Artık bütün bu batılı değerlerin birer palavra olduğu ortaya çıkmışken, kendi geçmişimizden getirdiğimiz tarih ve inanç değerlerimizle yoğrulan medeniyet birikimimize, Şeriat-ı Muhammediye’ye dayalı, ümmet bilincini önceleyen, büyük İslam Medeniyeti’nin değerlerine döndüğümüz bunları içselleştirdiğimiz zaman batının karşısında bugün Gazze’li Müslümanların dimdik durduğu gibi durabiliriz. Çoğu çocuk ve kadın 50 binden fazla şehit kanlarıyla Cenab-ı Hak deyim yerindeyse dünyaya format atıyor. Tam da burada şehitlere ölüler demeyiniz onlar diridirler fakat siz anlayamazsınız ayetinin aslında ne anlama geldiğini o küçük şehit bedenlerinin verdiği mesajdan anlıyoruz. Filistin’de 50 yıldır verilen mücadele batılılar için ulusal kurtuluş mücadelesi olarak kabul ediliyordu. Fakat ne zaman ki Hamas ortaya çıktı Filistin meselesine bakış değişti. Hamas verdikleri mücadelenin basit bir toprak mücadelesi olmadığını ortaya koyarak başlattıkları harekete “Aksa Tufanı” adını verdiler ve bunu böylece gösterdiler. Batılılar kendileri gibi inanan, düşünen ve yaşayan hiç kimseden rahatsızlık duymazlar hatta bu insanları çok güzel kullanmayı da bilirler. Bugün Gazze ve Lübnan’da yaşanan vahşetle tüm vicdanlı ve merhametli dünya insanlığı kendi değerlerinin ne kadar anlamsız ve boş olduğunu da bizzat görüyorlar ve bölük bölük İslam’a koşuyorlar. Bu da ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka mucizedir. Müslümanların yapamadığını Cenab-ı Hak, masum ve tertemiz çocuklar eliyle gerçekleştiriyor. Önümüzdeki yıllar bambaşka bir dünya ortaya çıkacak ve bunda 7 Ekim’in nasıl bir milat olduğunu hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Hindistan’ın kurucu lideri Gandhi, bir gün basın mensuplarının “Batı medeniyeti ile ilgili ne düşünüyorsunuz sorusu üzerine o tarihi cevabını vermişti: “Olsaydı iyi olurdu”. Evet batı bir medeniyet olsaydı bunca vahşete, soykırıma ve insanlık dışı zalimliğe izin verilmezdi. Bu yüzden batının değerlerini bize, devrim diye yutturan ve geçmiş 100 yılımızı çalan anlayışlara daha fazla prim vermeyelim. Batının değerlerine, modern yaşam biçimini kutsayarak ballandıra ballandıra anlatanlardan anti emperyalistte, anti sömürgeci de olmaz. Bunu iyi anlayıp kavrayalım. Vesselam.