
Tasavvuf Mistisizm Değildir -2
Suat DAĞ
Kuranî Kerim'de konu edilen nefsin yedi mertebesinden bahsedilirken, insanın özünde saklı yüksek medeniyet rezervlerinden bahsedilir gibidir. Bu rezervlerin anlamı potansiyel kalmaktan ziyade aktifleşip, dinamizme dönüşmesi halinde, bu nefis mertebelerinin bir anlam kazanacağı gerçeği vurgulanmaktadır adeta… Kuran'ı Kerim'de "Razı olan, razı olunan nefisten" bahsedilirken… İşte bu yüksek nefis mertebelerinde hal ve kaal ilmiyle talebenin eğitilmesi halinde gelişmeye ve tekâmüle istidatlı "rezerv" dediğimiz ve keşfedilmeyi bekleyen nefsin mertebeleri, hal ve makam denilen kültüre dönüşmesi, Yüce Mevla'nın keremiyle kitapların ufkuyla söylemek gerekirse, "mümkün olduğunu görüyoruz..." Bu ileri düzeydeki rafine nefis mertebelerinin realize edilmesi insanın ve toplumun istifadesine sunulması da öğretim ve öğrenim müessesiyle olur. Bunun için öğretici veya şeyhin ileri bilmek kadar, bu bilgilerin yaşana bilirliğini ikna edici bir şekilde telkin etmek ve bu bilgiler doğrusunda talebeyi ikna edip, etkin yönlendirebilmesi için, öğreticinin ilahiyat ve insan metafiziğini iyi bilmesi kadar /şeyhin davranış ahlak ve karakter olarak yüksek örnekliği de gerekir. Yani ilahiyat paralelinde, insanın fıtri gelişimi konusunda öğreticinin teorik ve pratik olarak fark edilen bir farkındalık ortaya koyması gerekir.. Yani, hayat ve ahlak tarzı itibariyle, uzmanlaşmış öğreticin / mürebbinin olması zorunludur.
Takdir edersiniz ki, anabilim dallarında farklılaşan bilim dalları vardır. Farklılaşan bilim dalları farklı branşları ve bu paralelde değişik uzmanlık dallarını da beraberinde getirir. İnsan anatomisini konu alan bir dolu bilim dalı vardır. Kimi bilim dalı kas sistemini konu ederken, kimi bilim dalının ilgi alanı da dolaşım sistemidir. Bu günümüz gelişen teknik şartlar içinde pek tabii ve olması zorunludur. Din bilimleri de böyledir. Dini ilimlerde fıkıh ayrı bir konu, hadis ilmi ayrı bir konu, kelam bir ayrı… Ve bir deruni bilim dalı olan tasavvufta bir ayrı uzmanlık alanıdır. Hep bunları bile bile ne yani şimdi biz "TASAVVUFU" inkâr mı edeceğiz? Ah araştırma yapmadığımız konularda bilmediğimizi bir kabul edebilsek, tevazuumuz artar, buna paralelde tefekkürümüz gelişir ve inkârımız azalır ama…
Neyse…
Ömrümce vaaz dinledim; nefsin mertebeleri çok tekrarlı anlatılır da, nefis mertebelerinin, farklı kültürel içeriklerine, mutasavvıfın yükseldiği nefis basamaklarının insan kimliğine ahlak, ufuk bazında, hatta biyokimyasal yansımalarına hiç detaylı dikkat çekilmez… Yani değişik nefis mertebelerinin insan kültürüne yansımaları hususunda, aslına uygun açılım getirilmesini vaazlarda nadirattan dinledim. Eğer vaazlarda nefsin değişik erginleştirme kültürleri ve o kültürlerin insan kimliğini şekillendirmesi vakıası, gereği gibi anlatılmış olsaydı (üzgünüm ki söylemek durumundayım) etrafımızı sarmış tarikatı inkâr edenlerin, yüce velileri töhmet altında bırakanların korosunun ortasında kendimizi bulmayacaktık…
Tasavvufu inkâr edenlerin sarıldıkları iddia ise: "insanın kaybı bilemeyeceği gerçeğidir…" El hak doğru söylerler… Salt beşer öyledir… Haşa insanı Rableştirmekten Allah'a sığınırız. Yani "itikat, ibadet, kültür ve bilgi birikimi açısından donanımsız insan öyledir" demek istiyoruz… Oysa bazı bilinmezlikler vardır ki, bilgiye birazcık verilen emekle, başkalarına gaip gibi gelen şey "bilgeye" sır olmaktan çıkar… Birde latiflermiş iç dünyasıyla ruhi sezgi ve zekâyı elde etmiş bir muttakiyle, tıka basa nefis dolu varlık koordinatındaki bir insanın anlama ve bilme melekeleri bir olmayacaktır. Benim gibi emmare nefis koordinatlı bir ham ervahın bön bön bakarak kavramaya çalıştığı eşyanın hakikatini kavramak, muttaki bir insana zor olmayacaktır. Bu sözümü, "Müminin ferasetinden korkunuz!" Hads-i Şerifiyle delillendirmek isterim. Ya bir de Yüce Allah'ın (C.C.) bir sevdiği kulun yürüyen ayağı, gören gözü, tutan eli olursa, bu müminin zekâ yapısına, sezgi durumuna, kavrama kabiliyetine ve bilgi ufkuna harika farklılıklar getirmeyecek midir? Böyle bir insanın, Hz. Yakup (A.S.) örneğinde olduğu gibi, "Yavrularım; Yüce Allah'ın (C.C.) keremiyle ben sizin bilmediklerinizi biliyorum…" demesinde şaşılacak ne var?
Yahu kardeşler dinimizde ve dilimizde, " Yüce Allah (C.C.) dilerse; Yüce Allah'ın (C.C.) izniyle!" diye bir kavram yok mudur? Yüce Rabbimiz dilerse insanı agâh kılar; dilemezse bakar kör yapar… Vahiyle gelen bilgilerden "Mekke'nin fetih olacağı müjdesi, gelecekte Rumların İranlıları yeneceği haberi Peygamberimiz (S.V.A.) efendimizin dilinden verilen gaip bilgisi değil midir? Yüce Allah'ın izniyle, gelecek hakkında birçok bilgiler veren Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ümmeti bir Veli'de, Yine Mevla'nın izni ve keremiyle ve O'nun dilediği kadar, bizlere gaip gelen bir takım sırları, bilebileceğini söylemenin sakıncalı tarafı ne ki?
Bilgiye emek vermiş her müminin bildiği realite: Yüce Peygamberimiz (s.a.v. ) Hazretleri Sahabeleriyle bir sohbetleri esnasında, Zatı Alilerine şüpheli yaklaşanları görünce: "Bana dilediğinizi sorun! Gelecekten sorun; geçmişten sorun… Aklınıza ne geliyorsa sorun!" demesinin ardından verdiği cevaplarla, o güne mahsus birçok bilinmezleri, biiznillah bilinir kılmıştır. Örneğin o mecliste bulunan ve nesebi üzerinde, halkın kuşkuları bulunan birinin, ısrarlar üzerine, o şahsın babasının kim olduğunu söylemesi gibi…
Ey tasavvufu inkâr eden kardeşim; bu nedir bilir misin? Bu eşyanın hakikatine mucizevi olarak, yani Âlemlerin Yüce Rabbinin izniyle, vakıf olma vakıasıdır… Gerçekten de birçok hadis-i şerifle asırlar ötesinden, günümüz bilimine ışık tutması Peygamberimiz (salat ve selam olsun ona) eşyanın hakikatine vakıf olduğundan değil midir? Günün şartları içinde ve geleceğe dair birçok bilinmezi Biiznillah bilinir kılması… Örneğin bir hadis -İ şeriflerinde: "Çorba tasınıza bir sinek düşerse, sineği tamamen çorbanıza batırıp sineği attıktan sonra çorbanızı yiyin" buyurması, o günün şartları içinde hikmeti anlaşılmasa da, anacak çok yakın tarihlerde keşfedilen, sineğin bir kanadında zehir, diğer kanadında ise panzehir olduğudur… Ben yazının hacmini kısa tutmak için bir dolu örnekler serdetmiyorum… Yine sevgili Peygamberimizin hadisleri, "Geleceğin Tarihi" isimli kitaplara kaynakça olmuş ve Peygamberimiz (salat ve selam olsun ona) onlarca asır önce, kıyamete doğru, vuku bulacak olaylar hakkındaki sözlerine atıfta bulunulmuş ve bu kitaplarda, hadis -i şerifler kaynakça olarak gösterilmiştir. Kaldı ki Yüce Peygamberimiz (salat-ü selam olsun ona) geleceğe dair varit olan haberlerin birçoğunun aynıyla varit olduğuna çağlar ve çağımız şahittir. Bu cümleden hareketle, yine Yüce Allah'ın (C:C.) keremiyle ve izniyle, bir velinin eşyanın hakikatine dair sana garip ve gaip gelen bilgileri, sunmasını niye mümkün görmezsin? Kaldı ki pozitif yönde farklılaşan bir velinin iç dünyasının ve insani melekelerinin, özne olmak babında, eşyaya karşı tekâmül imtiyazları nedeniyle o velinin farklılığı ve farkındalığı olmayacak mıdır? Yüce Allah'ın (C.C.) velilerden bahisle: " Biz onları değiştiririz" buyururken bu kutlu ruhi ve biyokimyasal başkalaşımın müminin hayatında ve bu Veli'nin hayatının çevresel yansımamaları nedeniyle, özelde toplumsal veya Mevlana, Gazali ve Yunus Emre örneğinde genelde, evrensel medeniyet değerlerine muhteşem katkıları olmayacak mıdır?
Yüce Rabbim izin verirse bu konuya devam edeceğiz inşallah… Ancak bir ay kadar bir yurt dışı çıkışım olacak… Şimdilik veda ederken, sonsuzlar boyu Yüce Allah' a (C.C.) emanet olalım niyazıyla birlikte, gazete çalışanları kardeşlerimden ve siz değerli okurlarımdan helallik diler, dualarınızı rica ederim.
Selamünaleyküm