
Ruhun Aklı – Ruhun Kalbi - Ruhun Dili
Suat DAĞ
“Akıl idrak eder. Kalp hisseder. Dil de her ikisinin meramına tercümanlık eder;
Böyleyken ruhun aklı, ruhun kalbi ve ruhun dili de neymiş?” Denilebilir.
Fakat ‘beyin’le sembolleşen akıl, kalple anlamlandırılan his ve bu niteliklerin eksendeki lisan, gerçeklerinin yüksek entelektüellerde daha yüksek ve vurgulu hakikatlere dönüştüğü kelime ve kavramların daha üst bir erginlikle ve olgunlukla kullanıldığı kültürel bir vakıadır… Vecizeler, rubailer ve şiirler bu insani değerlerin, vurguları nispetinde elçileri gibidirler. Yani ruhun aklıyla bilmenin, ruhun kalbiyle hissetmenin ve ruhun lisanıyla konuşma becerisinin üst bir medeniyet olgusunun icabı olduğu ve “nefsini bilmek gibi…” zatının iç erginliğine ermiş insanların realitesi olduğu bilinmektedir.
Değerli okurlarımla birlikte, işte bu gerçeği irdelemek için, yazımın ismini yukarıdaki başlıkla adlandırdım.
Ruhun aklıyla bilmek, ruhun kalbiyle hissetmek ve ruhun lisanıyla konuşmak, basit bağımlılıklardan ilgi düşürmek kabilinden, vasat beşerin alaka alanlarından terfi etmişliktir aslında bu… Yani natürel ilintinin çekim gücünden ve nefsin insan benliğini kuşatan uğursuz ve güçlü etkisinden bağımsızlaşmak için iman, ibadet, ilim ve aşk eksenli bir mücadelenin semeresidir, insanın uzuvlarının ruh eksenli keyfiyet arz etmesi… Evet, kulağıyla, gözüyle, lisanıyla; duygu ve düşüncesiyle beden aletini, madde koordinatlı ve himmeti düşük olan nefsin kullanmasıyla, ufku açık, duyguları yüce nezih ruh faktörünün kullanması farklı şeydir…
Fizik yasaları bilenler “Varlık boşluk kabul etmez” derler. İnsan varlığını hayata motive eden ruh unsuru değilse, mutlaka nefis faktörüdür. Veya bunun zıddı da böyledir. Ancak nefis koordinatlı yaşayan insan sığ suların sakinidirler… Yani özgür ve özne olamazlar… Çünkü insanın idrak alanına giren, bütün albenili fenomenlere (algınabilen her şey ) tutkulu ve bağımlıdırlar… Bu nedenle insanın şu sınırlı hayatta özgür ve özne yaşamanın felsefesini ve ilmini bilmelidir. İşte ruhun aklı, ruhun kalbi ve ruhun dili derken, hiç de haddim olmayarak, bunun irfanını kast ediyorum.
Daha doğrusu “özneden ve özgürlükten” bahsetmek istiyorum!
Bilirsiniz, nesneler, edilgen ve bağımlıdırlar. Edilgen ve bağımlı olanalar ise hür ve özgür olamazlar.
Özgür ve özne olabilmek, basit alakalar nev’inden hissi teferruatlardan, ilmin ve temiz aklın itibar etmediği, sağlıksız duygusal dürtülerden ve ham hayallerden bağımsız kalmayı gerektirir. Yani başka bir ifadeyle hür ve özgür olmak, yararsız çokluktan beri olmak ve onların güçlü prangalarını kırarak, hiçlikle eş anlamlı şeylerden aklın ve iradenin zafer bulmasıyladır. Aynı zamanda açılım kazanmış yüksek bir şuur olgusudur bu… Yine belirtmeliyim ki, bu düşünce, duygu ve davranışta insani kıvamı yakalama şuurudur… Aklın nefes alması, düşüncelerin açılım kazanması ve duyguların himmeti düşük bakışlarının yükseğe evirilmesi ve ötelere çevrilmesi de diyelim mi? Yine belirmeliyim ki insani bakımdan kültürel ve ahlaki denge sorunu yapan hislerin esaretinden özgür kalmak, insanın yüksek insaniyete start alma noktası ve başlama çizgisidir, insan varlığında nefsin yerine ruhi özellikleri ikame etme olgusu... Tabi bunlar Önce Yüce Allah’ın (C.C.) nasip etmesi, sonrada insanın kendisini tevhit eksenli eğitmesiyle mümkündür. Yüce Mevla basitliklerimizi elimizden alsın! (amin!)
Bunun aksi, insan kimliğinin kültürel monotonluğunu ifade eder… Dürtü ve nefsani intibaların, genel ekseriyette, hâkim olduğu beşeri davranış şekilleri ve natürel oluş biçimleridir. Hülasa, aslolan öze inmektir… Bütün özler cevval cevherlerdir. Örneğin, sütün özü olan tereyağının insan sağlığı açısından beslenme değerini ve yoğurda göre insan bünyesine vitamin ize etkisinin üstünlüğünü bir düşünsenize… Nesne olana ve nesnel kalana tartışılmaz etkendir özlerin keyfiyeti... Zira özlerin etki derecesinin katsayısı çok çarpanladır. Gerçekten de hantal duruşlu madde katmanlarının derinlerindeki atomun boyundan belenmedik olağan üstü hünerlerini ve coğrafyalara kâbuslar yaşatan korkunç tepkime gücünü, Japonya örneğinde, bilmeyenimiz yoktur. İman, ibadet ve ilim insan varlığında, insan bilincini aşka götüren kılavuz gibidir. İman, ibadet ve ilim insan bilincini gittiği yerlere taşırken, insanın düşünce alanında ve duygu dünyasında pozitif etkisiyle ve menfilere karşıda tepkisiyle gider… Bir başka ifadeyle insanın duygu ve düşünce dünyasına, yani tabiri caizse, nefsin hinterlandına, yani yabanıl duygu ve düşünce alanlarına kültür fideleri dikerek ilerlerken, insan varlığında bilincin yolculuğunu serin ve selamet kılar. Buna tasavvufta, “seyir” denmektedir. Neyin seyridir? Diye sorulacak olursa: Nihai olarak insanın derunundaki Yüce Allah’ın (C.C.) varlığına, inanmanın ve bilmenin ötesinde, Yüce Allah’ın (C.C.) varlığını hissetme noktasına olan seyirdir. Yine buna tasavvufta, “hakkalyakin” denilmektedir. Yüce Rabbim bizlere de nasip etsin! (Amin)
Atom örneğinde ‘Özlerin etki gücü yüksek’ demiştik… İşte özgür ve özne olanlarda öyledir. Tıpkı hantal kütleden illiyet bağını koparmış atom gibi… Gerçekten de elektriğin karşı konulamaz muazzam gücü artı ve eksi yüklü mıknatıslarının birbirlerine korkunç tepkimelerinin sonucu değil midir? İman, ibadet ve ilim de öyledir. Bu belirtilen kutlu öğelerin her birinin insan varlığında etki gücü ve tepkime özelliği vardır. “ya aşk” diye bir sorunuz oldu mu? Aşk’ı hiç sormayın! İşte aşk, insan varlığında bütün negatifleri etkisiz bırakan sevda tepkimeleriyle B- iznillah, insanı sadece öz ve özgür kılan, ulvi bir kültürel öğe ve tevhit düzeneğidir. Aşk önce hararettir, sonrası insan varlığını yakıcı temizlemesiyle, insan kimliğinde nura zemin hazırlayan ateştir! Bunlar insan varlığında cereyan eden tepkimeler değil midir? İnsanın içine iman girecek inkâr kalacak öylemi? İnsan ibadetle duygularını günde beş kere yıkayacak günaha karşı antipati gelişmeyecek, temayül azalmayacak öylemi? İnsan bilinci ilimle donanacak cehaletin karanlıkları aydınlanmayacak öyle mi? Öyle şey olmaz. Doğrusu bunlar, insanı özgür kılmaya ve özne olmaya namzetleyen kutlu olgulardır.
İşte bu iman, ibadet ve ilim faktörlerinin insanda yol aydınlığı olması durumunda, insan hantal ve monoton bedenin esaretinden kurtularak, beyniyle birlikte ruhuyla da akletmeye, ruhunun kalbiyle de hissetmeye ve ruhunun diliyle de konuşma keyfiyetine erebileceğini konu ediyoruz.
Biiznillah bu konuya devam edeceğiz efendim.
Saygı ve selamlarımla…