
Sabır ve zaman
Rasim ÖZDENÖREN
Tolstoy'un Harp ve Sulh romanının kahramanlarından Napolyon'a karşı savunma savaşı vererek sürekli geri çekilen Kutuzof'un savaş boyunca yinelediği bir söz vardır: 'Sabır ve zaman...'
Kutuzof'un muhalifleri ve ona haset edenler, o, Napolyon karşısında sürekli geri çekildikçe onu Çar'a şikâyet etmekten geri durmazlar. Çar da bu şikâyetleri dikkate alarak Kutuzof'a sürekli çekilmekle ne yapmak istediğini sorar. Napolyon'un ordusu nerdeyse Moskova sınırına dayanmıştır. Fakat Kutuzof hâlâ çekilmeye devam etmektedir. Olaya artık kimsenin tahammülü kalmamıştır. Çar, Kutuzof'u nerdeyse komutanlıktan almayı düşünmeye başlamıştır. Çarın gönderdiği elçiye Kutuzof muhteşem bir söylev çeker: 'Çar ne istiyor? Ordusunun kılıçtan geçirilmesini mi? Çar ne istiyor? Topraklarının Fransızların işgaline uğramasını mı? Ben, Çarın ordusunu ve toprağını kurtarmaya çalışıyorum. Sabır ve zaman... Sabır ve zaman her şeyi haledecektir...'
Aklımda kaldığı kadarıyla özetle aktarmaya çalıştığım bu sözler nihai hamlede Kutuzof'u haklı çıkarır. Napolyon Moskova'yı işgal ettiğinde boşaltılmış bir şehirle karşılaşır. Mühimmatı, levazımatı tükenmiştir. Eğer Moskova'da biraz daha bekleyecek olsa askeri soğuktan ve açlıktan ölecektir. Geldiği yolu Paris'e kadar gerisin geri tepmek zorunda kalır. Yollarda verdiği zayiat da işin cabası... Sonunda Kutuzof'un 'sabır ve zaman' telkininin muzafferiyeti parlak biçimde ortaya çıkar.
Geçiş dönemleri böyledir...
Bazen mağlup görünenlerin zaferiyle karşılaşılır...
Sabırsız davrananların aceleciliği her şeyi bütün sonuçlarıyla birlikte anında görmek, yakalamak isteyebilir. Fakat sabır ve zaman...
Bu ülke halen bir geçiş dönemini yaşıyor...
Biz, her şeyi, birden, bütün sonuçlarıyla birlikte görmek isteyebiliriz, istiyoruz da... Fakat.. fakat sabır ve zaman...
Eğer vaktiyle sabır ve teenniyle hareket etmenin üstesinden gelebilseydik, bazı siyasîler sabır ve öngörüyle, sağduyuyla hareket etmesini bilseydiler, halen acele etmekte olduğumuz çoğu işlerin halledilmiş olduğunu görebilecektik.
Üstat Necip Fazıl, bazen bize serzenişte bulunurdu: 'Beni anlamıyorsunuz, derdi, benim acelem var!'
Aslında biz onu anlıyorduk. O, ömrünün kısaldığını ima etmek suretiyle beklediği zaferi görmeye iştiyakı olduğunu anlatmak istiyordu. Ancak bireyin ömrü milletin ömrüne nispet edilebilir mi? Üstat görmek istediği hususların bir kısmının günümüzde gerçekleşmekte olduğunu görseydi eminim sürur duyardı. Ancak onun tez canlılığı gene de daha fazlasına talip olurdu.
Ülke, halen bir berzahtan geçiyor. Kolay değil, on yıllardır insanlara bir dolu absürt slogan ezberletilmiştir: ordunun peygamber ocağı olduğundan başlayıp bazı hükümet darbelerinin kutsallığına; bazı kişilerin tabulaştırılmasına kadar bir dizi martaval zihinlere önyargılar halinde çakılıp nakşedilmiştir.
Boş bir zihne bir şey öğretmek kolaydır. Ama zihin önyargılarla dolmuş/doldurulmuş ise o önyargıları oradan söküp atmak zaman ister.
Halen kurulu düzenin saplantılarına sahip çıkmaya yeltenenleri bu bakımdan kınama yerine anlayışla karşılamak gerekir diyorum. Tabulara, sahiplerince kutsallık da izafe edildiğinden onlarla oynamak kolay değildir; kolay olmadığı gibi risklidir de... Ne yapalım ki, koruk bekleye bekleye üzüm oluyor. Bu itibarla biz de sabır ve zaman, diyoruz. Sabır ve zaman...