Rasim ÖZDENÖREN

Gerçek dediğin nedir ki?

Rasim ÖZDENÖREN

 Öyle ya, nedir ki gerçek dediğin? Gerçek dediğin benim sana gösterdiğim şeydir.

Gerçek dediğin, benim gerçekliğimin bana gösterdiği şeydir.

Benim gerçekliğim bana ne gösterir?

Benim gerçekliğim, benim bilincimin -benim bilincimin toplamının- bana gösterdiği şeyi gösterir. Ben de sana benim bilincimin bana gösterdiği gerçekliği gösteririm (yansıtırım).

Öyleyse gerçeklik bu kadar öznel midir? Gerçeklik bu kadar bana bağlı bir olgu mudur?

Gerçekliğin benim dışımda nesnel bir var oluşu yok mudur?

Elbette vardır. Ve elbette o nesnel gerçeklik orada durmaktadır.

Benim gösterdiğim, senin gösterdiğin gerçekliğin dışında nesnel olarak orada duran bir gerçeklik olgusu mutlaka vardır ve orada durmaktadır.

Fakat orada duran o nesnel gerçeklik bana kendini olduğu gibi ifşa edebiliyor mu? Yoksa ben, orada duran gerçeklikten kendime göre çıkardığım bir şeyi mi sana aktarıyorum?

Nesnel gerçekliğin olduğu gibi -o nasılsa öyle olarak- aktarılmasını ancak bilim başarabilir cümlesi aklımıza gelebilir. Fakat bence ona da o kadar güvenmememiz gerekiyor. Neden derseniz, bilim de bana gösterdiği gerçeklik konusunda o kadar ısrarlı davranmadı şimdiye kadar. Bilimin 3000 yıl önce söylediği ile 2000 yıl önce söylediği arasında farklar görülüyor. 2000 yıl önce söylediği ile 400 yıl önce söylediği arasında da fark var. Ve son 400 yıldan bu yana söyledikleri arasında giderek artan bir sıklıkta bu farklılıkları daha kısa aralıklar içinde gözlemliyoruz. Öyle ki, normatif (formel) bilimlerin şahı olan matematikte bile aynı sonuca ulaşabilmek için aynı önkabullerden hareket etme zorunluluğuna riayet edilmesi gerektiği artık genel kabule mazhar olmuş bir kuraldır.

Kaldı ki, biz, tahmin edeceğiniz gibi, sanat alanındaki gerçekliğin sözünü ediyoruz.

Sanat kelimesini burada yazılı veya plastik tüm sanatları göz önünde bulundurarak kullanıyoruz.

Sanat eserinde ortaya çıkan gerçeklik hangisidir: nesnel gerçekliği mi yansıtmaktadır, yoksa sanatçının bilincini mi?

Sanatçının bilinci, eserinin üzerinde türlü yöntemlerle yansıma bulur. Edebiyat veya plastik sanat alanlarında çeşitli telakki farkları o ürünlerin farklı biçimlerde yansımasının yolunu açar. Klasik anlayışla modern anlayış arasında kimizaman uzlaştırılamaz ölçüde farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Klasik telakki tarzında genelde konu statik biçimde yansıtılmaya çalışılır. Koşan bir at dört ayağının üzerinde çizilir veya oyulur. Oysa modern telakki tarzında koşan bir atın ayak sayısını, belli bir enstantane içinde belirlemek mümkün olmayabilir. Klasik anlayışta denizin rengi mavidir; oysa izlenimcilikte o renk pembe de görünebilir, başka herhangi bir renk olarak da tuvale yansıyabilir.

Ekspresyonizm (dışavurumculuk, anlatımcılık), empresyonizm (izlenimcilik), natüralizm (doğalcılık), gerçekçilik, gerçeküstücülük, irrasyonalizm, dadaizm, bilinç akımı vs. vs. akımların veya telakki tarzlarının tümü, gerçekliği bir biçimde yansıtmanın yöntemi olarak kullanılmıştır.

Ancak birinin gösterdiği gerçeklik ötekine uymaz. Birinde, bizim gerçeklik anlayışımıza uygun düşen bir metin (veya resim, heykel), diğerinde gerçek dışı kabul edilebilir.

Türkçe'de kullanılan şathiye tarzı da bu tür gerçekliğin örneklerindendir. Başta Yunus Emre olmak üzere şathiye tarzında söylenmiş bir şiirin anlam katmanlarının dibini bulmak söz konusu değildir. Görünüşte akla aykırılıklar vardır, fakat metnin derinliği de akla aykırı duran ifadenin içinde gizlidir.

Yazarın Diğer Yazıları