Zor Zamanın Müdürüne: Veda…
Prof. Dr. Ünal Çamdalı
Geçen gün Sümer Lisesinin eski müdürü Halit (Sungur) Hocam, telefonla beni arayıp, okulun kendinden önceki müdürü olan Mustafa Küçükoğlu Hocamızın, vefat ettiğini söylediğinde, şaşırdım kaldım! Zira hiç beklemediğim haberdi ve kara haber erken gelmişti. Hâlbuki Hoca ile daha kısa bir süre önce konuşmuştuk. İnsan, ölümün Allah’ın emri olduğunu ve her nefsin ölümü tadacağını bilse de yaşam hep aynı çizgide ve düzlemde sürecek sanıyor. Ancak ölüm bir gün gelip kapıya dayanıyor…
Daha öncesinde Mustafa Hocam ile ilgili bir yazı yazmıştım. Yazının başlığını da “Zor Zamanın Müdürü: Mustafa Küçükoğlu” koymuştum. O, gerçekten zor zamanın müdürü ve idarecisiydi. Müdürlük yaptığı dönemde, okulumuz ve ülkemiz zor koşullar içerisindeydi. Törer ve ekonomik sıkıntılar, had safhadaydı. Tüm bunları söz konusu yazımda, etraflıca anlatmıştım. Tekrar etmeye gerek yok, sanırım. Lakin yazımın Kayseri Gündem Gazetesinde, kalıcı olmasını isterim. Çünkü başka bir gazetede yayınlanmıştı.
Hoca sert mizaçlıydı. Tabiri caizse, gözünü budaktan esirgemezdi. Okuldayken (okurken) doğrusu ondan çekinirdik. Sonrasında yakından tanıyınca; merhametli, şevketli ve babacan bir insan olduğunu gördüm. Bayramlarda ve diğer zamanlarda konuşurduk. Bazen ben onu, bazen de o beni arardı. Konuşması çok doğaldı. Kayseri şivesi ve geleneksel yapısı ile hatırımı sorardı. Bu özelliği hoşuma giderdi. Bana eski insanları ve geçmişi anımsatırdı. Zaman zaman baba gibi de öğüt verirdi. Çok tecrübeliydi. Biraz da hayata ve (bazı şeylere özellikle de) insanlara kırgındı. Eskiden yanından ayrılmayanların, şimdiki tavırları; onu üzmüştü, darılmıştı. Hayatın acımasızlığına ve insanların vefasızlığına itirazı vardı. Ancak yaşamın doğası ve acımasızlığı karşısında yapılacak çok fazla bir şeyin olmayacağını da iyi bilirdi… “Ünal sana anlatacak çok anılarım var!” derdi. Zaman zaman da anlatırdı. Fakat hep yarım kalırdı. Vaktimi çok fazla almak istemezdi, anlatması için ısrar etsem de hep yarım bırakırdı…
Kahramanmaraş Depreminin, Kayseri’yi nasıl etkilediğini bizzat gözlemlediğimden, deprem sonrasında kendisini telefonla aradım; hatırını sordum: Evde olduğunu, depremde bile dışarı çık(a)madığını söyledi. Biraz mecalinin olmadığını ve konuşurken sıkıntı duyduğunu hissettim. Sevdiği Nihal Atsızın “O Gece” şiirindeki rüzgâr kadar yorgundu, kırgındı ve biraz da sanki küsmüştü hayata. Belki de yaşadıkları, yaşamadıkları, hayatta kendisinin ve yakınlarının başına gelenler, yormuştu; şiirdeki rüzgâr misali. Oğlu Alper, 74 yaşında vefat ettiğini söylediğinde, şaşırmıştım! Daha yaşlı olduğunu sanıyordum…
Tüm yaşanmışlıklara rağmen kin tutmayan yapısının olduğunu gördüm. Tıpkı rahmetli babacığım gibi sert görünümünün altında, yumuşak kalbi olduğu açıktı. Bunu kendisini yakından tanıyınca, daha iyi anladım.
Okuldan mezun olduktan yıllar sonra ilk karşılaşmamız, Kayseri’deki bir fırında olmuştu. Fırıncıya beni tanıtırken çok mutlu olduğunu gördüm. “Yalnız tembel talebelerimiz olmadı, Ünal gibi çalışkanları da oldu!” demişti. Ben de kendisine “Hocam, o dönemler sizden çok çekinirdik!” demiştim. Biraz konuşunca aslında hayatın kendisini nasıl değiştirdiğini gözlemlemiştim: O eski Mustafa Hoca gitmişti, yerine yeni (başka) Mustafa Hoca gelmişti…
Kayseri’de yanına gidip, uzun uzun sohbet edip, anılarını dinlemek isterdim. O da bunu çok isterdi. Fakat bir türlü kısmet olmadı. Biraz da benden kaynaklandı. Araya salgın ve deprem girmişti. Evden çıkamadığını söyleyince rahatsız olduğunu düşünerek yanına gidemedim. Ancak sürekli aradım ve hatırını sordum. Ben onu aramadığımda zaten o beni arardı... Hâlbuki okuldayken ondan uzak durmaya çalışırdım. Zaman, insanı ve ilişkileri nasıl da değiştiriyordu, buna şahit oldum...
Daha önce de ifade etmiştim; rahmetli anacığım “ölünün hatırı, kefeninin arasında gider” derdi. Bu söz onun için de doğruydu. Kendisinin de aynı akıbete uğradığını gözlemledim. Daha şimdiden, yaptıklarının ve emeklerinin çoğu unutulmuştu…
Veciz söz, yılların tecrübesine dayalı olarak gözlemlenen bir gerçeği yansıtıyordu. İnsanoğlu istemese de buna engel olamıyordu. Zira zaman ve yaşam geçmişi adeta siliyor; güncele ve geleceğe doğru akıp gidiyordu.
Pek çok kimse en fazla dedesini ve ninesini veya onların babasını tanıyor. Kaç kişi onların dedesinin ve ninesinin adlarını biliyor?.. Bence çoğu kimse bilmiyor. Dolayısıyla geleceğe not düşmek, zamana ve mekâna iz bırakmak, bu noktada anlamlı olsa gerek. Küçük ölçekli bir yazı ile de olsa, geçmişi geleceğe taşımak, umarım gelecek nesillere ışık tutacaktır. Belki de onların yaşamlarına, anlam katacaktır…
Mustafa Hoca zor zamanlarda ve koşullarda, müdürlük yaptı. Eğitimin sekteye uğramasına engel oldu, sükûneti sağlamaya çalıştı. Okulda seksen öncesi nice olaylar yaşandı. Bunları benim gibi yaşayanlar bilir… Eğitimin kalitesinin düşmemesi için hocaların gönlünü almaya gayret ettiğini söylerdi. Bir gün okulda hocalara yapılan çirkin saldırı sonrasında, Merhum Necati (Eskici) Hocamızı, bir akşamüstü çiçekle evinde ziyaret ettiğinden; bir hocamızın kardeşinin de hocaya verdiği sıkıntıyı, kendine dert edinerek nasıl çözdüğünden bahsetmişti…
İnsanoğlu bugüne (ve değerlerine) dünden gelindiği, algısını ve yanılgısını yaşıyor. Sanki sadece bugün ve yarın varmış (veya olacakmış) gibi sanıyor. Zaman olarak elbette bugün, dünün devamı. Ancak düne de önceki günden ve ona da daha nice günlerden (ve değerlerden) gelindiği de gerçek. Her günün içinde nice emeklerin (ve değerlerin) olduğu da ayrı bir gerçek. Bu bağlamda hayata mana katan nice (isimsiz) insanların varlığı ise sanki önemsenmiyor. Elbette tarihe mal olmuş, nice büyük isimler de mevcut. Onlar, daha çok insanların çoğunluğunu ilgilendiren olaylarda ve alanlarda etkili olmuş. Fakat mikro seviyede de olsa, küçük bir topluluğu örneğin bir mahalleyi, bir okulu, bir sınıfı hatta bir aileyi veya bir kişiyi ilgilendiren olaylarda ve alanlarda etkili olan insanların varlığı ve değeri de ihmal edilmemelidir. Her olay ve alan kendi mecrasında ve ölçeğinde ya da özelinde değerlendirilmelidir. Bu noktada hocamızın emeği ve verdiği mücadele, yadsınamaz hakikattir. Tarih buna şahittir…
Bu vesileyle kendisine Allahtan rahmet diliyorum. Mekânı cennet, sevenlerinin de başı sağ olsun. Nur içinde yat, sevgili Hocam! Seni ve samimi tavırlarını özleyeceğim…