Yasalar ve Tasalar
Prof. Dr. Ünal Çamdalı
Zaman zaman sosyal medyada ve diğer kaynaklarda hatta televizyonlardaki açık oturumlarda, özellikle manevi alanla (ahiret âlemi) ve onun işleyiş mekanizması (yasaları) ile ilgili farklı kesimlerin görüş ve yorumlarına rastlamak mümkün olmaktadır.
İnsanoğlu yaşam ötesi alanı merak etmekte, akıbet ile ilgili kaygılarına umut ışığı aramaktadır. Konu mana âlemi olunca, doğal olarak din konusu ön plana çıkmaktadır. Bazıları, dinin modası geçti dese de ölümün modası geçmedi, geçmeyecek. Ölüm ve ötesi herkesi, inananı da inanmayanı da ilgilendirmektedir. Ölümden kaçış mümkün değildir. Eskiler “Ya bu deveyi güdersin ya da bu diyardan gidersin” deseler de diyardan (evrenden) gitmek mümkün değildir.
Zira maddi âlemden kaçış mümkün değildir. Maddenin ve enerjinin korunum yasaları, buna imkân vermemektedir. Ayrıca devasa maddi evrende, bırakın evrenin dışına gitmek, Ay dışında başka bir yere gitmek bile henüz mümkün değildir. “Bilimsel gelişmelerle ilgili sınırlar olmaz” denilebilir ancak bilimin sınırlarının olduğunu da bilmek gerekir. Bilimin kendisi bile evrende sınırların olduğunu ortaya koymaktadır. Hızın, sıcaklığın, bir sistemin veya herhangi bir makinanın çalışması ile ilgili olarak veriminin sınırları vardır. Üstelik bilimsel sabitler (Planck sabiti, kütle (evrensel) çekim sabiti vd.) sınırlılığın ölçüleridir, ölçekleridir.
Âlemleri Anlamaya Çalışmak
Yukarıda da ifade edildiği üzere mana âlemi ile ilgili hususlar, ister bilgili ve eğitimli olsun isterse de olmasın, herkesi ilgilendirmektedir. Şairin ifadesiyle son tahlilde, “ölüm herkesin başında”. Ondan kurtuluş olmadığına göre düşünmek, yorum yapmak, tartışmak olağan olsa gerek. İlla herkesin âlim olması gerekmiyor. Zira toprağın altı, herkesi korkutuyor. Ancak mana âlemini ilgilendiren konularda ahkâm kesmek, elbette bilgi ve belli bir eğitim hatta uzmanlık gerektiriyor. Ayıca anlamak gerekiyor. Bunu da ifade etmek gerekiyor.
Maddi âlemin bilinen belli yasaları var. Bunlar yüzlerce (belki de binlerce) yıldır ortaya konmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar modern bilimin ortaya çıkışı henüz 1600’lü yıllar olsa da “bilimin temelleri, insanlığın başlangıcı ile atılmıştır” denilebilir. Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Hatta yüzbinlerce (belki de milyon) isimsiz usta kahramanın, katkılarını da ifade etmek gerekir. Çünkü insanlık, günümüzün seviyesine birdenbire gelmedi. Newton doğduğunda da ortalık birdenbire aydınlanmadı...
Defaten ifade edildiği gibi bazıları geçmişi çabuk unutsa, insanlığı da sanki bir anda belli seviyelere ulaşmış gibi ifade etse de bu doğru bir yaklaşım değildir. Kaldı ki kimin hangi buluşa, hangi gelişmeye ne kadar katkı verdiği bile çok net değildir. Dolayısıyla geçmişin önemini unutmamak gerekir. Zira yaşam kümülatif yani toplanarak ilerlemektedir.
Sorunlu Bakış
Geçmişi unutarak veya onu dikkate almayarak yaşamı daha yeni başlamış, bilimi de Batıdan gelmiş bir olgu gibi kabul edip buradan din, bilim ve ahlak ahkâmı kesmek pek de anlamlı olamasa gerek. Hele hele dinleri değerlendirirken daha doğrusu eleştirirken yaratıcı olan Allah’ı haşa dikkate almamak, dini bilgileri de sadece maddi alana hitap eden bilgilerden ibaretmiş gibi ortaya koymaya çalışmak, ya saptırmaca ya da meselelerin nesnel (objektif) değerlendirilmediği anlamına gelmektedir.
Değişen Manalar ve Değişmeyen Yasalar
Eskiler “1 okka her yerde 400 dirhem” demiş. Her yer aynıysa kanunlar da aynıdır. Değilse her yerin kanunları farklıdır. Ancak Kanun Yapıcı isterse her yerde kanunlar aynı olur, isterse de farklı olur. Yine eskiler böyle şeyler için “Hikmetinden sual olunmaz” demiş. Bize düşen anlamak, anlayamazsak da anlamaya çalışmak. Hocam Prof. Dr. Aksel Öztürk’ün ifadesiyle “iyi vatandaş (kul) olmak”. Ancak şurası da bir gerçek ki bu dünyada ve âlemde iyiler gibi kötüler de olacaktır. Devran dönecek, devinim sürecek. Kanunlar (termodinamik) da işleyecek, işletecek. Bu noktada böyle gelmiş, böyle gidecek…
Bana göre tüm mesele iyilerin sayılarının çok ve etkinliğinin de baskın olmasıdır. Bunun yolunun ne olduğu ile ilgili pek çok yorum ve düşünce mevcut. Ancak çocukken Ali Ercan ozanımızın türkülerinde duyardım “iyileri öldüren dünya, kötülerinsin dünya”, bu da ayrı bir hakikat olsa gerek. Ancak yine de ümitli olmak gerek. Ümidi kaybetmemek gerek. Seneca’nın ifadesiyle “yaşıyorsak hâlâ umut var” demek.
Yasalar veya kanunlar demişken örneğin “Kütle Çekim Kanunu” bu âlemin kanunu. Başka âlemin belki çekim kanunu olmaz, belki de iyilerin ve kötülerin seçildiği, seçim kanunu olur. Zira biri fizik diğeri metafizik âlem. Kaldı ki fizik âlemde bile farklı kanunların olabileceği ile ilgili görüşler var. Kısacası iki kere iki her yerde (sistemde) dört etmeyebilir. Bu âlemde bile görünenler (madde ve enerji) ile görünmeyenlerin olduğu bilinmektedir. Hatta görünmeyenlerin görünenlerden daha fazla ve baskın olduğu da bilinmektedir. Bunlar da gerçeğin başka yüzü. İki kere iki dört gerçeği, madde (ve enerji) için geçerlidir ancak mana (ve diğer bir özellik) için geçerli değildir...
Sonuç
Aksel Hocamın sosyal medyada paylaştığı, Türk Sanat Müziği şarkısındaki “bir bakış attın, gönlümü yaktın!” sözünde, bir bakışla yanmanın nasıl olacağı sorgulanabilir. Zira maddi âlemde yanma için yanıcı ve yakıcı olması gerekiyor. Manevi âlemde ise yanma için bunlara gerek olmuyor. Dolayısıyla maddi âleminin hakikatleri ile mana âleminkiler fark ediyor. Kaldı ki yukarıdaki “iki” ile kasıt entropi ise sonuç maddi âlemde bile dörtten fazla edebiliyor...
Not: Herkesin Ramazan Bayramını tebrik eder, sağlık ve afiyet dilerim.