Sümer Ortaokulunun Hocasına
Prof. Dr. Ünal Çamdalı
Bu yazıyı geçen gün vefat haberini duyduğum, ortaokul öğretmenim merhum Osman Dikmen’in anısına izafeten yazıyorum.
Yetmişli yılların sonlarına doğru, Sümer Ortaokuluna başlamıştım. Okula nasıl başladığımı daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Dönemin okul Müdür Yardımcısı, Osman Dikmen Hoca idi. Sürekli koyu takım elbise giyerdi. Okulun idari işleri ile çok yakından ilgilenirdi. Birinci yıl sınıfımız, okulun ana binasının dışındaki bir barakadaydı. Dolayısıyla kendisini birinci sınıfta okurken pek hatırlamıyorum. Sadece okula kayıt esnasında, yardımcı olduğu ile ilgili küçük bir anı, aklımda kalmış.
İkinci sınıfta ana binaya geçtik. O zaman merhum Hoca da fen bilgisi dersimize gelmişti. Ben de sınıf başkanı olunca, daha yakın bir ilişkimiz oldu. Yanılmıyorsam sınıf başkanı olmamı o istemişti.
Hoca idari işler ile öğretmenliği birlikte yürütüyordu. Zaman zaman sınıfa geç gelse de dersleri aksatmıyordu. Ancak sınıfça dersi çok iyi anladığımızı da sanmıyorum. Tahtaya bir denklem yazıyor, bize onu izah etmeye çalışıyordu. Ancak kendisinin de denklemi çok iyi anlatamadığını hatırlıyorum. Bunun nedenini o zaman bilmem pek mümkün değildi. Zira hoca, öğrenci ve veli ilişkileri şimdikinden farklıydı. Hep bir sınır ve mesafe vardı. Meğer kendisi fen bilgisi değil matematik dersi hocasıymış. Bunu yıllar sonra başka bir ortaokulda, kız kardeşimin matematik dersinin hocası olduğunda öğrendim.
Hoca idareci olarak daha etkiliydi. Okulda düzenin sağlanmasında pek çok emeğinin olduğunu düşünüyorum. Düzenli ve şık giyimliydi. Öğrencilerin de kendisi gibi olmasını istercesine, onları kontrol ederdi. En çok erkek öğrencilerin kılık kıyafeti ile saç tıraşlarına dikkat ederdi.
O dönemler okula gelince hemen okula girilmezdi. Bahçede her sınıfın sırası olur; öğrenciler sınıfının sırasına girer sonrasında topluca sınıflara gidilirdi. Bu arada okul kapısının önünde kontroller yapılırdı.
Hoca bir gün, okul girişinde elinde makasla saç kontrolü yapıyordu. Bizim sınıf, hocanın önünden geçerken beni durdurdu. Saçlarımın uzun olduğunu düşünerek, makası saçıma uzattı, “saçlarını da temizlemiş ve güzel taramışsın” dedi ve saçımı kafamın ortasından makasla garip bir şekilde kesti. Ben saçlarımın kesildiğine üzülsem de sözleri biraz moral oldu ve üzüntümü hafifletmişti. En azından takdir etmişti. Bu tür saç kesimine, o dönemler Kayseri’de yanılmıyorsam “alabuz veya tren yolu” denirdi. Saçlar bu şekilde düzensiz kesilince mecburen sıfır veya üç numara saç kesim makinası ile saçınızı kestirmek zorunda kalırdınız. Galiba ben de berbere giderek tıraş olmak zorunda kalmıştım.
Bir gün hiç unutmuyorum, fen bilgisi dersimiz akşam vakitlerinde ve son dersti. Hava da kararmıştı. Ders bitti, Hoca müdür yardımcısı odasına gitti. Ben de başkan olarak sınıf defterini aldım ve odasına götürdüm. Defteri kendisine verdim, tam çıkarken bana “sınıfta neden manalı manalı öksürdün?” diye sordu. Ben önce çok şaşırdım! Sınıfta öksürdüğüm an aklıma geldi. Kendisine, öksürüğümün doğal olduğunu, bir kastım olmadığını söylesem de inanmadı. Bana epey kızdı. Hem idareye yardımcı olmak hem de böyle bir muameleye maruz kalmaktan kaynaklı olarak bu durum beni çok üzdü. Ayrıca hocanın önyargılı olduğunu düşündüm ve ona karşı içimde kırgınlıkla birlikte soğukluk gelişti. Çünkü bana haksızlık yapmıştı!
Ortaokul üçüncü sınıfta dersimize gelmedi ancak son sınıf karnesini ve teşekkür belgesini bana o vermişti. Takdir de etmişti. Ancak bunlar burukluğu ve soğukluğu söndürmemişti…
Ortaokuldan mezun olduktan sonra rahmetli dayımın Hocadan bahsettiğini hatırlıyorum. Hoca ile bir şekilde tanışmış. Ancak yine de hocaya olan içten içe kırgınlığım geçmemişti. Zira ne zaman ismi geçse bu olay aklıma geliyordu. Kırgınlığım belli bir süre devam etse de zamanla azaldı. Yukarıda da ifade ettiğim gibi kız kardeşimin başka bir okulda, matematik hocası olunca da tamamen yok oldu.
Kayseri’de kardeşimin sınıfında, yoklama yaparken “Ünal Çamdalı’nın nesi olursun?” diye sormuş. Demek ki beni unutmamış diye düşündüm…
Yine bir gün kardeşim, sınavdan 10 almış ve aynı sırada oturduğu yakın arkadaşı Hatice de “Kadriye’nin Ünal ağabeyi var! Bu notu alması normal” deyince hoca “Ünal’a da benden 10” demiş…
Kendisini daha sonra hiç görmesem de ara sıra kardeşimden kaynaklı haberlerini alırdım. Zaman geçtikçe, onunla ile ilgili haberler geldikçe, eğitime ve kardeşime olan emeğini de düşününce hocaya karşı olan saygınlığım daha da arttı. Sonuçta o bir öğretmen ve eğitimciydi. Ayrıca çok iyi bir matematik hocası olduğunu da anladım. Branşı olmayan fen bilgisi dersimize gelmesi ve olumsuz bir olay yaşamam, belki de onunla ilgili bende yanlış algı oluşmasına neden olmuştu. Zira yaşamda gerçeklerle algılar her zaman aynı olmuyordu. Özellikle genç yaşlarda, kişilerde farklı duygu ve düşünceler gelişebiliyordu. Eğitimcilerin bu hususta dikkatli olması; öğrencilerinin yanlış duygu ve düşüncelere kapılmasını engellemeleri, önemlidir.
Algılar, düşünceler elbette zamanla değişmektedir. Geçmişin algı ve düşünceleri günümüz için anlamlı gelmeyebilir hatta anlamsız bile gelebilir. Her olayı kendi koşulları içerisinde ve mecrasında değerlendirmek gerekir. Zamanla pek çok şeyin değiştiğini, defaten vurgulamıştım. Her şeye rağmen o dönemin hocaları sert ve katı olsalar da özverili ve bir şeyler öğretmek için çaba sarf eden kimselerdi. Kaldı ki Hoca diğer hocalara göre çok sert de sayılmazdı. Hatta babacan bir yanı bile vardı. Öğrencilerle mesafeyi koruyarak şakalaştığını hatırlıyorum. Ancak idareci olmasından kaynaklı, sorumlulukları olduğundan olsa gerek, bazı kuralların uygulanmasında hassasiyet göstermiş olabilir.
Elbette yaşam bir su misali akıp geçmekte, birileri gelip diğerleri gitmektedir. Bu devran da böyle dönmektedir. Tüm mesele galiba güzel ve hayırlı eserler ile hoş seda bırakmak olmalı. Hocamızın bu noktada güzel öğrenciler yetiştirdiğini biliyorum. Eserleri: çocukları ile yetiştirdiği öğrencileridir. Kendisine Allahtan rahmet ve yakınlarına sabırlar diliyorum. Ayrıca son olarak “Sümer Camiasının başı sağ olsun!” diyorum…