Prof. Dr. Ünal Çamdalı

Kocaman Hüseyin'den Anılar

Prof. Dr. Ünal Çamdalı

İnsanlığın tarihi olduğu gibi insanların da tarihi vardır. Biri büyük (makro) diğeri de küçük (mikro) tarihtir. Zaman bir anlamda tarihin ölçü birimidir. İleriye aktıkça mekân ve içindeki her şey tarih olmaktadır. Ne kadar geçmişe gidilirse de tarih, farklı anlam kazanmaktadır. Bu hususta insanoğlu, her an tarih yapmaktadır. Kaldı ki tüm insanlık ve her şey, bir gün tarih olacaktır. 

Kimilerinin yaptığı tarih, tüm insanlığı etkilerken kimilerininki de (benim gibi) ancak sınırlı alanlarda, belki de anılarda kalacaktır. Büyük insan olmak, büyük tarih yapmak, biraz da zamanın ve mekânın koşulları ile ilgili olsa da insanoğlundaki bazı özellikler, kimilerine göre doğuştandır (ya da kaderdendir)…

Geçenlerde ebediyete göç eden ve Türkiye Kalkınma Bankasında (TKB’de) uzun süre birlikte çalıştığım, arkadaşım, dostum Hüseyin Kocaman ile ilgili “Kocaman Hüseyin” başlıklı yazı yazmıştım. Bu yazı da onun devamı olarak merhum ile yaşadığım ve aklımda kalan, ilginç anıların bazıları ile ilgilidir. Kurumsal yapı çalışanların bazı özelliklerinin körelmesine neden olsa da bazıları karakter olarak ölene kadar devam edecektir. Aşağıdaki anılar bu bağlamda rahmetli arkadaşımın kalıcı özelliklerini yansıtan, ilginç olayların bir kısmından oluşmaktadır. Bunlara bir Kayserilinin bir Rizeli (Karadenizli) yakın arkadaşı hakkındaki, gözlemleri olarak da bakmak mümkündür. 

Bazı İlginç Anılar

Yıllar önce, kurumdaki samimi arkadaşlarımız arasında, otomobili ilk alanlardan biriydi. Otomobilini hiç görmesem de ondan çok bahsederdi. Bir gün Hüseyin’i, dışarıdan kurumdaki odasına girerken gördüm. Ben de merak ettim. “Hüseyin! hayrola nerden geliyorsun? Diye sordum. “ODTÜ’ye gitmiştim, oradan dönüyorum” dedi. “Niye gittin oraya?” deyince: “Arabamla okulu dolaştım. Ben okurken kızlar, daha çok arabası olanlara ilgi gösterirdi. Benim gibi arabası olmayanlara ilgi göstermezdi. Şimdi de ben kızlara ilgisiz kalarak yaptıklarının yanlışlığını, onlara göstermiş oldum.” dediğinde biran şaşırdım! Sonrasında “Hüseyin’ciğim! Sen tepkini farklı insanlara göstermişsin! Senin zamanında, arabası olmayanlara ilgi göstermeyen kızlar, okuldan çoktan ayrıldı, senin gibi mezun oldu. Onlar tepkini görmedi ki…” dediğimde de o şaşırmıştı. Her iki bakış açısındaki farklılık, zamandan ve insandan kaynaklanmaktaydı.

Çetin bir kış günü, görev gereği, Doğu (veya Güneydoğu) Anadolu Bölgesinin şehirlerinden birine gidecektik. Esenboğa’ya vardık. Ancak hava koşulları kötü olduğu için uçak kalkmadı. Ben de ona “hava koşulları çok kötü, uçak iyi ki kalkmadı!” dedim. Bana ne derse beğenirsiniz: “kalksaydı ve uçak düşseydi de önemli değildi. Hiç değilse bizden sonrakilere iyi para kalır, onlar rahat eder; dirimiz olmadı, bari ölümüz para ederdi (!)” demişti. Kendinden daha çok yakın akrabalarını düşündüğünü, hissetmiştim. 

Görev için bir şehre gittik. Zor bir görevdi. Sıkıntılı firmalar vardı, biraz bunalmıştık. Görevden sonra şehri dolaşmaya çıktık. Şehir merkezinde dolaşırken zihinsel özürlü birisi, Hüseyin’in omuzuna dokunmaya çalıştı. Ona biraz sert tepki göstererek elini omzuna koymasına, müsaade etmedi. Bunun üzerine ben de “o hasta birisi, neden böyle sert tepki gösterdin?” diye sordum. Bana döndü “burada her şey üzerime geliyor, şehrin delisi bile!..” dediğinde, çok sıkıntılı olduğunu anlamıştım. 

Kurumda çalışırken doktora yapıyordum. Üniversite dışında olduğumdan, süreç biraz uzun sürdü. Doktora konum: “Metalurji Termodinamiği” ile ilgiliydi ve matalurji içeren süreçlerle ilgili bazı çalışmaları, beyaz kapaklı kitap halinde getirtmiştim. Boş zamanlarda da bu kitabı okurdum. Yıllar sonra bir gün bana: “seni tanıdığımdan beri beyaz kapaklı, tek bir kitabı okudun!” dediğinde çok şaşırmıştım. Dikkatli olduğundan dolayı da bir anlamda takdir etmiştim. Rahmetli nerden bilsin, ömrümün önemli bir kısmının okumakla geçtiğini? Tüm dünyası işyeri olduğundan, onun dışındaki dünyayı pek önemsemezdi. 

Bir gün çaycı arkadaş, mesai bitimine doğru çay ücretlerini toplarken ona çayların bedelinden daha çok para verdiğini gördüm. Neden böyle yaptığını sorduğumda: “Bunlar burada akşama kadar, ayakta çalışıyor, koşturuyor. Biz ise oturarak çalışıyoruz. Onların bize çok hakkı geçiyor” dediğinde, ne kadar iyi yürekli olduğuna, bir kez daha tanık olmuştum. 

Kurumdaki son günlerimin birinde, uzman arkadaşlara yenilenebilir enerji ile ilgili seminer vermiştim. Dinleyenlerin ilgisini çekmesi için de önce enerjinin genel tanımını ve anlamını anlattım. Enerji ile ilgili Termodinamikte kullanılan kavramsal bakıştan bahsettim. Sonrasında da yenilenebilir enerji ile ilgili ülkemizin olanaklarını ve alandaki hangi tür kaynaklara yatırım yapılması gerektiği konusunu, belirtmeye çalıştım. Seminerin sonunda rahmetli arkadaşım, şaşırmış bir vaziyette: “ben şimdiye kadar böyle enerji tanımı duymadım, bu nasıl tanım böyle?” dedi. Ben de biraz daha izahatta bulundum ancak ikna olmadı. Sonunda dayanamadım: “sen enerji tanımını nerde öğrendin?” diye sordum. O da “lisede öğrendim” dedi. Bunun üzerine: “ben ise tüm bunları İTÜ’de öğrendim” deyince sustu ve bir şey diyemedi. ODTÜ’lü olsa da İTÜ’ye saygı duyardı.

Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesinde çalışırken birkaç defa yanıma gelmişti. Her geldiğinde, kaplıcaların olduğu bölgedeki ormanlık bölgede, sohbet ederek uzun yürüyüşler yapar, sonrasında da kaplıcaların birine girerdik. Rahmetli, kaplıcaları çok severdi. Saatlerce kalmak isterdi. Ben onun kadar kalamazdım ve belli bir süre sonra çıkmak isterdim. 

Bir kaplıca çıkışı, Ankara’ya yolcu etmek için terminale götürdüm. Otobüsün kalkmasına da epey bir vakit vardı. Bir kahvehaneye oturduk ve sohbet etmeye başladık. Çok sıkılmış olacağım ki daha çok ben konuşuyorum, o dinliyordu. Ona, bazı şahsi sıkıntılarımdan yüzeysel olarak bahsediyordum. Pek çok metafor da kullanıyordum. Belli bir süre sonra “bunları bana neden anlatıyorsun?” demez mi! Ben de biraz şikâyet edermişçesine; “bunları sana değil kendime anlatıyorum!” dediğimde, yüzündeki şaşkınlık ifadesini hiç unutamadım. 

Sonuç

İnsanoğlu varlığının devamının mücadelesini vermektedir. Bu bağlamda tüm eylemleri, var olma üzerine kuruludur. Bazı uzmanlara göre eylemlerinin temelindeki içgüdü budur. Herkesin farklı mücadele tarzı ve alanı olsa da tabiri caizse “tüm kapılar aynı yere çıkmaktadır. Tıpkı tüm yolların Roma’ya (ya da İstanbul’a) çıktığı gibi. Ancak ne yaparsak yapalım, ecel peşimizi bırakmayacak, her canlı ölümü tadacaktır. Kimi erken, kimi de geç olsa da ölüm hayatı düzenlermiş (regüle edermiş). Yani öldükten sonra yaşlı veya genç olmanın önemi yokmuş. Zira ölüm ötesi alemde, (belki de) zaman da ölmekte, o da ortadan kalmaktadır. 

Her canlı ölse de yok olsa da Dünya’da iz bırakmaktadır. Bu iz geçici, kalıcı, unutulur veya unutulmaz olabilir. Esas mesele iyi, güzel ve faydalı izler ve anılar bırakabilmektir. Ardından “iyi insandı” dedirtebilmektir. Arkadaşım bu hususta ardından, “iyi insandı” dedirtmesini başarmıştır…

Tüm geçmişlerimiz gibi arkadaşım Hüseyin Kocaman’a da tekrar Allahtan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun…

Yorumlar 1
Ümit 25 Temmuz 2023 18:12

Yaşam belirsiz ve beklenmeyen olaylarla dolu. Kimin nerede ne zaman ne olacağı (mız) bilinmiyor. Tedbir bizden, Takdir Allah’tan. Kalanlara sağlık ve afiyet dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları