Hem tarihi süreç hem de dinî bakımdan Yahudilerin, İslam toprağı olan Filistin ve Kudüs üzerinde hiçbir hakları yoktur.
İbrahim a.s. 100 yaşındayken oğlu İshak dünyaya geldi ve kendisi 175 yaşında vefat etti, Filistin’de bir karış toprağa sahip olamadan. Eşi Sare için Filistinlilerden bir mezar yeri istemesi bunun en önemli kanıtıdır. Tıpkı babası gibi İshak a.s.’ da 180 yaşında vefat ettiğinde o da babası gibi Filistin topraklarında herhangi bir şey bırakmamıştır.
Yine Tevrat’ta bahsedildiğine göre, Yakup a.s., babası İshak’ın vefatından sonra Mısır’a göç etmiş ve 147 yaşında orada vefat etmiştir. Mısır’a geldiğinde çocuklarının ve torunlarının sayısı 130 idi.Bu Tevrat verilerine göre İbrahim, oğlu İshak ve torunu Yakup Filistin topraklarında 230 yıl kalmışlardır ve birer yabancı muhacir olarak yaşamış oldukları bu topraklar onlara ne yurt ne de mülk olabilmiş.
Tevrat İsrailoğullarının Mısır’da kaldıkları sürenin 430 yıl olduğunu söyler. İsrailoğulları Mısır’dan Musa a.s. tarafından çıkarılıncaya dek, bir mülteci olarak yaşamış oldukları Mısır topraklarında her-hangi bir mülke sahip değillerdi.
Sonrasında da 40 yıl Sina Çölünde Musa a.s. ile birlikte yurtsuz olarak yaşadıklarını biliyoruz. Yani, bu demek oluyor ki, Allah’ın onlara vaadinden 700 yıl geçmesine rağmen Filistin’de herhangi bir şeye malik olamadılar ve iddia ettikleri Allah’ın vaadi gerçekleşmedi.
Musa a.s. Filistin topraklarına giremeden, Ürdün’ün doğusuna gelerek orada vefat etmiştir. Kendisinden sonra Filistin’e giren Yuşa (Yeşû) buranın halkını yok ettikten sonra vefat etmiş ve İsrailoğullarının kabileleri arasında taksim edilmiş bir şekilde devletleşemeden yaşamışlardır. 200 Yıl bu şekilde yaşadıkları dönem Hakimler Dönemi olarak bilinir.
Sonrasında Şeûl, Davûd ve Süleyman’ın Krallar dönemi başlamıştır. Yahudilerin altın çağ olarak niteledikleri bu devlet dönemi de 100 yıl sürmüştür. Süleyman a.s. sonrasında ülke çocukları arasında paylaştırıldı ve aralarındaki uzun süren savaşlar güçlerini kaybetmelerine neden oldu. Sonra da ülke MÖ. 586’da Babiller’in işgaline uğradı. Süleyman Mabedi ve heykelini yıkarak Urşalim’i yerle bir ettiler, Tevrat’ı yaktılar, halkını esir aldılar veya sürgün ettiler. Yahudilerin ikinci büyük katliam ve sürgünü, MS. 70 yılında Romalılarca gerçekleştirildi. Kudüs Müslümanlarca fethedildiğinde, bölgede herhangi bir Yahudi varlığı da söz konusu değildi. Zaten Romalılarca Kudüs’e girmeleri yasaklanmıştı. İslam öncesi ve sonrasında, Filistin bölgesinde, İkinci Dünya Savaşı akabinde Filistin topraklarına yönlendirilinceye kadar Yahudi varlığı ile ilgili muteber hiçbir emare yok.
Böyle bir tarihi süreç, kendi muharref kitaplarının kayıtları esas alındığında bile 1947 yılında işgal ettikleri Filistin toprakları üzerinde, Yahudilere bir hak talebi gerektirmez. Ki bu tarihe kadar Yahudiler, Müslümanların egemen olduğu toprakların tamamında güvenle yaşamışlar, ticaret ve sanayisine önemli katkılar sunmuşlar, zenginliklerine zenginlik katmışlar ve ibadetlerini Mescid-i Aksa dahil tüm tapınaklarında özgürce yapabilmişler.
İspanya sürgünü sonrasında mağduriyetlerine merhem olan ve onlara vatan olan Osmanlı topraklarında 19. yy başlarına kadar güven içinde yaşamışlardır. Ne zaman ki Siyonizm idealiyle Osmanlı’nın zor zamanlarında toprak talebinde bulunmuşlar ve bu talepleri kabul görmeyince de koskoca imparatorluğun yıkılmasına yönelik fitne ateşini yakmışlar, sonrasında Filistin İslam toprağını işgal ederek, akla hayale gelmeyen oyunlarla 75 yıldır Müslümanlara yönelik uyguladığı baskı, zulüm ve tecritlerle küfran-ı nimet etmişler, işte o zamandan beridir başlamıştır, Yahudilerle Müslümanlar arasındaki husumet. Müslümanların egemen olduğu hiçbir otorite altında diğer din mensuplarına yönelik herhangi bir tahkir ve baskı tarihin hiçbir döneminde söz konusu olmamıştır. Bu nedenle Müslümanlara yakıştırılan anti semitizm yaftası aslı olmayan bir ithamdır.