Osmanlı’nın Anadolu topraklarına sıkıştırılıp, ‘nizamı alem’ davası idealinin kesintiye uğradığı Birinci Dünya Savaşı sürecinde, 1917 yılından sonra İngiliz egemenliğine giren Filistin topraklarındaki işgal bir asrını çoktan devirdi.
Yüz yılı aşan bir işgali yaşayan Filistin topraklarında, 1948 yılında İngiliz işgali yerini Siyonist işgale bıraktı.
Bir asrı aşan süre içinde bu topraklar İslam coğrafyası içinde, birçok işgal, asimilasyon, tehcir, katliam ve soykırım uygulamalarına tanık oldu.
Filistin topraklarında yaşayan Müslümanlar içinse yaşamak adeta direnmenin diğer adı oldu. Hiçbir fasıla vermeden direnerek var olabilmenin mücadelesini veren Müslümanların 1986 yılında başlattıkları birinci intifada ile beraber, Filistin’deki dava ve davet bilinci farklı bir evreye dönüştü.
1960’larla başlayan sosyalist Arap etkisinin beslediği direniş örgütleri ve yapıları, birinci İntifada ile beraber yerini İslami Direniş Örgütlerine bıraktı. FKÖ/FHKC gibi yapılanmalar, bu topraklardaki yerini İslami Mukavemet Hareketi olan Hamas’a devretti.
İki yaş büyük veya küçük, aynı dönemin aynı çağın İslami dava ve davet bilincinde şekillenen müslümanlarındanız, İsmail Haniye ve Halid Meşal’le beraber. Şehid Ahmet Yasin bir önceki kuşağı temsil ediyordu.
Aynı dönemin İslami oluşumları, İslami etkisi ve İslami dönüşümlerinin tanığıyız aslında. Dünya konjonktürüne büyük çapta aynı bakış açısıyla aynı zaviyeden baktık büyük çoğunlukta. 1980 sonrası ülkemizde yaşanan başörtüsü ve kamusal alandan uzaklaştırmalara karşı ortaya konan direnişi temsil eden İslamcılık cereyanları, Filistin topraklarında yaşanan cereyanlardan pek de farklı değil aslında. Direnerek var olabilmenin iki farklı coğrafyadaki farklı izdüşümü gibi.
Hamas’ın İsrail siyonizmine karşı ortaya koyduğu direniş, her şeye rağmen, tüm yokluk, kıtlık, sürgün ve sefalete rağmen sekülerleşmedi ve istikametini bozmadı. Dünyevileşmenin, rahatın cazibesine kapılmadan, canı, kanı pahasına duruşunu bozmadı, elhamdülillah.
Bizim ülkemizin ‘İslamcılığı’ ise siyasi dönüşümlerle beraber, ortaya çıkan rehavet, ikbal ve istikbal arzusuyla şehvete bürününce, ne yazık ki İslam Kardeşliği, dava ve davet bilinci kültürel bir motif olarak yaşanmaya başlandı.
O nedenle Hamas’ın önderlerinin ortaya koyduğu direniş çizgisi, tüm ümmetin dua ettiği muhteşem ve mübarek bir duruş olarak zihinlere nakşoldu.
Hiçbir konuda bir araya gelemeyen İslam coğrafyasındaki ülkelerle ilişkiler bakımından da dengeli ve dirayetli duruşlarını her şeye rağmen bozmadılar. Özellikle, Türkiye, İran, Suriye, Arabistan, Mısır, Katar hattında, bu ülkelerle ilişkileri gerebilecek, birini diğerine tercih edebilecek veya birini tahkir edecek her türlü densizlik ve dengesizlikten uzak durdular. Değerlendirme ve beyanatlarıyla sürekli ‘ittihadı islam’ ülküsüne vurgu yaparak, İslam Ümmetinin olmayan bütünlüğüne zarar verecek hiçbir kapıyı aralamadılar.
Aynı dönemi teneffüs eden çağdaşlar olarak, ülkemizde ortaya konan İslam Dünyası ile ilgili onca kutuplaştırıcı ve tekfir edici değerlendirmelere rağmen, hiçbir ülke ve oluşumla ilgili tahkir edici, ötekileştirici bir dil kullanmaktan özellikle kaçındılar.
Davası, davet bilinci, İslami eğitimleri, yaşayışları, duruşları, kanın son damlasına kadar direnişleri ile Filistin Halkı, Hamas ve Hamas Önderleri, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehidleri şiirinde ifade ettiği gibi,
“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.”
Dizelerinin günümüzdeki mazhariyetinin bir tecellisi. Bu meziyetleri ile bir şehit olarak Rahmeti Rahmana uğurladığımız İsmail Haniye, İslami duruş ve direnişin bir sembolü olarak, gıyabi cenaze namazı kılarken niyet ettiğimiz ‘ER KİŞİ’ mazhariyetini en çok hak etmiş biri.
“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzab Suresi 23)