Mimar Sinan, Türk mimarlık tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak, İstanbul başta olmak üzere İslam coğrafyasının bir çok yerinde inşa ettiği eşsiz yapılarla sadece döneminin değil, tüm zamanların mimari anlayışına yön vermiştir.
Süleymaniye ve Selimiye gibi zirve bir anlayışın ürünü olan camiler ve ortaya koyduğu irili ufaklı bine yakın eser, bu dehanın dünya görüşünün izlerini taşırken, bizler bugün onun anıldığı içi boş ve hiçbir anlam ifade etmeyen protokol etkinliklerinde ne kadar da derin bir çelişki ile yüzleşiyoruz.
Günümüzde, doğduğu kentte ihya edilmeye çalışılan Mimar Sinan’ın anma etkinlikleri genellikle karmaşa ve düzensizlik içinde, geleneksel halk oyunları gösterileri ve pilav dağıtım etkinliği gibi basit kutlama törenleriyle sınırlanıyor. Bu durum, ne yazık ki bir zamanlar bu topraklarda doğan büyük bir ustanın kıymetini karşılayacak içerikten, içtenlikten ve samimiyetten yoksun kalıyor.
Sinan, yalnızca estetik ve mühendislik açısından değil, aynı zamanda bir dünya görüşünü, bir kültür anlayışını simgeliyor. Peki, onun ideallerini ve onun mirasını bu tür etkinliklerle mi yaşatacağımızı düşünüyoruz?
Sinan’ın doğduğu kent, ülke ortalamasında en yüksek katlı binalara sahip yüksek katlı beton yığınlarıyla dolmuş ve bu modern yapılaşma çoktan onun ruhunu adeta dışlar hale gelmiştir. Son yüz yılda bu kentte ortaya çıkarılan mimari yapılardan hangisinin gelecek yüzyıllarda adından söz ettireceği ise tam bir muamma.
Köşk Medrese gibi yüksek katlı beton binaların çepeçevre kuşattığı yüzlerce tarihi yapılara sahip olan Sinan'ın doğduğu bir şehirde, adı geçen etkinliklerde Sinan'ı anmak maziye karşı romantik bir özlemden başka bir anlam taşımıyor ne yazık ki.
İnsanlar, sadece onun mimarisinde görebildikleri simetri ve estetiği kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda onun ruh dünyası ve ideallerinden de fersah fersah uzaklaşmıştır.
Bu kentin sokakları, caddeleri, mimari yapıları Sinan’ın taşıdığı anlayış ve ruhla dolup taşması gerekirken, şimdi sıradan ve ruhsuz, gelecekte hiç anılmayacak olan dikey beton yapılarla dolmuşsa, bunun müsebbibi kimlerdir? Ve hangi yüzle Sinan'ı yadetmek durumunda kalmaktayız?
Bugün Sinan’ı anmak, onun kesinlikle tasvip etmeyeceği ve rıza göstermeyeceği bir şekilde betondan heykelini dikmek ve sadece geçmişteki başarılarını hatırlamak değil, aynı zamanda onun anısına ve mirasına, ortaya koyduğu anlayış ve değerlere daha fazla saygı duymak, onu geleceğe taşımakla mümkündür.
Gerçekten de Mimar Sinan’ın anılmasına yönelik farklı bir üslup ancak bu şekilde radikal bir mimari dönüşümle mümkün olabilir.
Yarının mimarlarını ve mühendislerini yetiştirmek istiyorsak, onlara Sinan’ın yaratıcılığını, titizliğini ve taşıdığı inanç değerleriyle dokuduğu estetik anlayışını örnek alacakları bir eğitim vermek gerekir.
Anma etkinliklerinin derinliği, bu bağlamda büyük bir öneme sahiptir. Fakat bu, sıradan protokol kutlamalarıyla değil, Sinan’ın iman ve islam değerlerinden ilham alarak ortaya koyduğu mimari değerleri, çağdaş projelerde yansıtarak sağlanabilir.
Sonuç olarak, Mimar Sinan’ı anarken, geçmişle geleceği bir köprü olarak değerlendirmek, onun mirasını sadece anmakla kalmayıp, ona yakışır bir şekilde yaşatmak hepimizin sorumluluğu. Sinan’ın İslam medeniyetine nakış nakış dokuyup inşa ettiği değerler üzerine kat kat yükselmek ve düşünsel olarak onun derinliğine ulaşmak, başta mimarlık camiamızın ve idarecilerimizin olmak üzere tüm toplumumuzun en büyük ihtiyacı.