1071 Malazgirt Zaferinden 5 yıl kadar önce Bizans egemenliğindeki Anadolu topraklarına bölgesel olarak başlayan Selçuklu akınları, Anadolu’nun bir kısım bölgelerinde Bizans etkisini iyice kırmış ve zayıflatmaya başlamıştı.
Bu akınlar Bizans İmparatoru X.Konstantin Dukas’ı da zor durumda bırakıyor ve çaresizleştiriyordu. Dukas’ın 1068 yılındaki ani ölümü ise işi büsbütün sıkıntıya ve kaosa sokuyordu. Çünkü Konstantin Dukas’ın kendi yerine geçebilecek 3 oğlunun yaşları oldukça küçüktü. İmparatorun karısı Evdokia ise bu ani ölüm karşısında ne yapacağını şaşırmış, çözümü ancak 3 küçük çocuğunun naibliğini alarak Bizans tahtına geçmekte bulmuştu.
Bu kriz ve kaos ortamında, Bizans tahtına geçen dul Evdokia’ya yakın durmaya çalışan saray erkanı ve komutanların sayısı hiç de az değildi. İmparatoriçenin çaresizliği, saray erkanının da önerileriyle birleşince, bu krizi fırsata çevirmeyi başaran ve imparatoriçeyle evlenip, Bizans tahtına oturmayı başarabilen kişi Kayserili bir General olan Romanos Diogenes (Romen Diyojen) olacaktı.
Böylece, yedi ay kadar naiblik yapan imparatoriçe, tahtını Ocak 1068’de müstakbel eşi Kayserili Romen Diyojen’e devretmiş oluyordu. Bizans’ın Anadolu’da zayıflayan gücünü, bozulan mali ve askeri yapısını düzeltme işi Kayserili birine kalıyordu.
Zaman zaman iktidar paylaşımı konusunda eşiyle sıkıntılar yaşayan Romen Diojen, kendisini bozulan askeri gücü yeniden tesise adadı ve bu amaçla özellikle nüfuz etkisinin güçlü olduğu Orta Anadolu bölgesinden, kendi memleketi olan Kayseri ve civarından çok sayıda asker temin etti. Bu askerlere, Rumeli’deki Uz (Oğuz) ve Peçenekleri, Frank, Alman, İskandinav ve İtalyan Normanlarından ücretli askerleri de ekleyince muazzam bir ordu vücuda getirdi.
Çakma İmparator Kayserili Romen Diyojen’in birinci hedefi Anadolu’nun bir kısım bölgelerinde hissedilen Türk etkisini kırmak ve yok etmekti. Niksar, Sivas, Divriği, Maraş ve Halep civarında yeni yeni yer edinmeye başlayan Türk etkisini berteraf ederek Münbiç’i ele geçirdi. Romen Diyojen’in bu harekatına karşılık Selçuklu Emiri Afşin Bey de yerinde durmak bilmeyen enerjisiyle, ordusuyla beraber adeta bir uçtan bir uca Anadolu’nun birçok yöresinde cihad ve gâzâ ruhuyla keşif ve fetihlerine devam ediyordu. Her geçen gün Afşin Bey gibi birçok Selçuklu Emiri, Anadolu’nun birçok yöresine aynı amaçla akınlara devam ediyorlardı. Bu bölük parça akınlara karşı Romen Diyojen’in ordusu zaman zaman çaresiz kalıyordu. Yaygın savunma hattı oluşturabilmek için ordusunu üç bölüme ayırarak, komutanlarından birini Malatya’ya, birini Sivas yörelerine yönlendirdi ve kendisi de ordusuyla beraber Kayseri yöresinde bir savunma hattı oluşturmaya çalıştı. Amacı, Selçuklu harekat üssü olarak kullanılan Ahlat’ı yeniden ele geçirmek ve elinden çıkmış bulunan kale ve toprakları yeniden zapt etmekti.
Anadolu toprakları 1071 Malazgirt kesin zaferine kadar adeta Bizanslarla Selçuklular arasındaki mücadele alanına dönüşmüş, başarısızlıkla sonuçlanan iki sefer denemesinden sonra, Romen Diyojen ise kendince ‘altın vuruş’u gerçekleştirecek çözüm arayışındaydı.
Selçuklu Fetihlerine son vermek ve Müslüman varlığını Bizans topraklarından kesin olarak silmek amacıyla büyük bir ordu hazırlığına başladı. Balkanlardaki Peçenek, Uz (Oğuz), Kıpçak ve Bulgar gibi Türk boylarından Islav, Alman, Frank, Ermeni ve Gürcülerden oluşan büyük bir ordu hazırladı. İslam ve Hristiyan kaynaklarında sayısı 200 bin ve 600 bin arasında değişen bu Bizans ordusu, donanım bakımından da o güne kadar oluşmuş en teçhizatlı ordulardan biriydi. Bin civarında mandalarla çekilen arabanın, sayısız mancınığın bulunduğu bu modern ordu, Ayasofya’da düzenlenen ayin ve buradaki büyük Haç’ı ziyaret ettikten sonra İstanbul’dan hareket etti.
13 Mart 1071 günü İstanbul’dan hareket eden ordu Eskişehir ve Kayseri üzerinden Sivas’a ulaştı. Hedef menzili Selçuklu Başkenti Rey olan Bizans Ordusu için, savaş meclisinin aldığı karar doğrultusunda, Anadolu toprakları dışına çıkmak ve hatta Erzurum’u geçmek mümkün değildi.
Sultan Alparslan komutasındaki 50 bin kişilik Selçuklu Ordusu, Bizans Ordusu içindeki Türk unsurlarından gelen ‘gönlümüz sizinle beraber’ mesajıyla daha bir moral bir moral buluyordu.
26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt ovasında gerçekleşen meydan muharebesinde Kayserili Romen Diyojen komutasındaki Bizans ordusu ağır bir yenilgi ve hezimete uğradı. Savaş meydanında esir edilen Romen Diyojen Sultan Alparslan tarafından bir savaş esiri gibi değil adeta bir misafir gibi özel bir çadırda ağırlandı. Romen Diyojen hayallerinin de ötesinde bir buçuk milyon altın fidye karşılığında serbest bırakılarak 100 kişilik hassa birliği eşliğinde İstanbul’a gönderildi.
Bu centilmence salıverişte Sultan Alparslan, Romen Diyojen’e güvenmiş ve üstelik ona 10 bin altın da borç vererek İstanbul’a yollamıştır. Ne var ki Bizans Ordusunun hezimetini haber alan İstanbul’daki Bizans Sanetosu, Diyojen’in yerine çoktan VII. Mikail Dukas’ı imparator ilan etmişti.
Yeni imparatora durumunu mektupla bildiren Romen Diyojen, imparatorun iyi niyetiyle karşılaştı ve İstanbul’a ulaştıklarında, İmparator Dukas kendisi için ancak 200 bin altın verebileceğini söyleyerek, altınlar ve kıymetli hediyelerle birlikte 100 kişilik Selçuklu Hassa ordusunu uğurladı.
Bir süre sonra yeniden Bizans tahtını ele geçirmek için harekete geçen Kayserili General Romen Diyojen, Tokat’ta ve daha sonra da Tarsus’ta İmparatorluk ordusuna yenildi.
Hayatının bağışlanması şartıyla, İmparatorluk ordusuna teslim oldu. Buna rağmen Kütahya’da gözlerine mil çekilip hapse atıldı. Katır sırtında uzun yolculuklara zorlandı. Düştüğü durumu anlatan bir mektubu Sultan Alparslan’a gönderdi. Daha sonra da sürgün edildiği Kınalıada’daki kendi yaptırdığı Manastırda 1072 Ağustos’unda öldü.
Anadolu’yu resmen bize yurt yapan, Malazgirt’in galip komutanı Sultan Alparslan da Diyojen’den birkaç ay sonra, bir suikast sonucu ahirete göçecekti. Malazgirt sonrası Sultan Alparslan, 200 bin kişilik ordusuyla Karahanlılarıın üzerine sefere çıktı. Önemli bir direnişle karşılaşmadan Karahanlıların topraklarında ilerlerken bir süre kuşatmaya direndikten sonra teslim olan Barzam Kalesi komutanı Yusuf Harizmi (Barzemi) tarafından çizmesine sakladığı küçük bir hançerle ağır şekilde yaralandı. Sultan Alp Arslan dört gün sonra 24 Kasım 1072 tarihinde vefat etti.