İnancı, davası, duruşu, özgüveni ve idealleri etrafında ortaya koyduğu yaşayış ve söylemiyle örnek bir hanımefendi olan Şule Yüksel Şenler, 1960’lı yılların sonuna doğru, Türkiye modernleşmesinin farklı bir tarzda yeniden yorumlanmasına öncülük etmişti.
Modernleşen Türkiye’nin kabul sorunu yaşadığı geleneksel örtünme biçiminin çok ötesinde, başörtüsüyle üniversitelerde okuyabilme ideali çerçevesinde, özgün, şık ve zarif bir tarzda modelini kendisinin çizip yaygınlaştırmaya çalıştığı bir modele örneklik ve öncülük etmişti, merhume Şule Yüksel Şenler.
Şenler’in kamuoyunda tanınmasını sağlayan, sadece ortaya koyduğu özgün örtünme biçiminin dışında, inancı, davası ve davasını anlatmak için ortaya koyduğu söylemleri ve konferanslarıydı.
Dönemi itibarıyla birçok olumsuzlukların ve baskıların alabildiğince yaşandığı bir zaman diliminde, tek başına ortaya koyduğu bir duruş ve inanç mücadelesini, memleketin her bir sathına, yorulmadan, bıkmadan anlatabilmek için, il il, ilçe ilçe verdiği konferanslarıyla binlerce, onbinlerce insana ulaşmaya çalışmıştı.
Yazarlığının ötesinde sesini duyurabilmek için çıktığı bu yurt gezilerinden birinde, konferanslarına başlayacağı ilk durak, 26 Mart 1968 tarihinde saat: 20.00’de Kayseri’de vereceği konferans olacaktı. Kayseri’den başlayan ilk konferans dizisi 14 günde farklı illerdeki 18 konferans serisini kapsıyordu.
Yurdun birçok ilinden gelen konferans taleplerinin bir bölümünü karşılamak üzere ortaya konan bu 14 günlük konferans programının içinde ek konferanslar ve özel toplantılar dahil değildi.
Hakkında açılan davalar ve ölüm tehditlerine rağmen, ‘İslam’da Kadının Mükellefiyetleri’ konulu konferanslar dizisi Anadolu sathında, bir kadın tarafından verilen ilk söylemi ifade ediyordu aynı zamanda.
O günün 9 Nisan 1968 tarihli Bugün Gazetesi’nde Kayseri Konferansının yankıları ve izlenimleri şu şekilde haberleştirilmişti:
‘Muhtelif yerlerde verdiği konferanslarla görülmemiş bir alaka celbeden muharrire kardeşimiz Şule Yüksel Şenler, son olarak 100’den fazla konferans talebi almış bulunmaktadır. Geçtiğimiz haftalarda, muhtelif vilayet ve kazalarda ve bu arada Kayseri’de konferanslar veren Şule Yüksel Şenler, İslam’ın kadına verdiği ehemmiyeti belirtmiştir.
Kayseri Muhabirimiz Veysel Gültekin’in bildirdiğine göre, Şenler’in Kayseri’deki iki konferansı büyük alaka celbetmiş ve onbin kişilik salon, konferans saatinden önce dolmuş, ilgililer dış kısımlara hoparlör teşkilatı kurmak zorunda kalmışlardır. Şenler daha ziyade, İslam’ın kadına verdiği kıymet ve tesettürün ehemmiyeti üzerinde durmuştur. Büyük alaka ile karşılanan konferans, kadınların ‘Allahuekber, Allahuekber… Amin’ sadalarıyla sona ermiştir.
Ayrıca istek üzerine Sümer Sineması’nda 1500 kız talebeye de saat 20.00’den 22.00’ye kadar bir konferans daha vermiştir. Konferans arasında Şeneler:
‘Kardeşlerim, benliğimize dönelim, benliğimize dönelim!’ deyince büyük bir tezahürat yapılmış ve kız talebeler ‘söz veriyoruz, benliğimize döneceğiz!’ diye cevap vermişlerdir. Hatibe, devamla; ‘kardeşlerim, siyah başörtüleriniz sizin zekanızı örtmez, ancak ahlak ve faziletinizi yükseltir’ demiştir…’
O gün için Kayseri’nin en büyük kapalı mekanı olan ve yeni yapılmış olan Kapalı Spor Salonu’nda dışarıya taşan hınca hınç bir kalabalığa ve aynı günün akşamında da Sümer Sineması’nda kalabalık bir kız öğrenci öğrenci topluluğuna verilen konferansların, Kayseri’nin dindarlık hafızasında önemli bir yeri vardır.
Şule Yüksel Şenler, ‘Bir Çağın Öyküsü Şule Yüksel Şenler...’ kitabının yazarı Demet Tezcan’a Kayseri’de vermiş olduğu konferansları şu şekilde anlatıyor:
“Kayseri konferanslarının benim hâtıralarım arasında çok müstesnâ bir yeri vardır. Konferansın verildiği spor salonu hinca-hınc dolu idi. Büyük tezâhürat gösteren onbinlerce genç kız ve hanım, çıkışta çevremizi öyle bir çember içine almışlardı ki; kimi yanaklarımdan öpüyor, kimi arkamdan yakamı çekip başımı arkaya çevirip yüzümü-gözümü öpü yor, âdeta gözyaşlarıyla yıkıyorlardı beni.
Ne var ki nefes almanın mümkün olmadığı bu izdihama, bu sevgi çağlayanına anneciğimin hasta kalbi dayanamamış, şiddetli bir krizle Kayseri Sosyal Sigorta Hastanesi'ne yatırılmıştı.
Biz ağabeyimle, anneciğimizin hastalığı sebebiyle üzgün ve perişan hâlde iken, Kayseri Lisesi ve öğrencilerinden o gece 20-24 arası büyük ısrarlarla gece konferansı isteniyordu. Annemin hastalığı se- bebiyle tabi reddettim. Fakat annem o tâkâtsiz ve şefkâtli sesiyle; 'Git yavrum, beni merak etme. Ben emin ellerdeyim. Hemşire hanım sana sık sık telefonla durumu rapor edecek' diyerek yeminlerle, ant- larla beni ikna ediyor ve ben o gece konferansımı çok coşkun bir öğretmen ve liseli genç öğrenci grubu karşısında kalp çarpıntısı içinde gerçekleştiriyorum.
Ertesi sabah, ağabeyime konferansları iptal etmesini, anneciğimi bu durumda bırakamayacağımı söyledim. Fakat annemin o hâlsiz ama ömrümce unutamayacağım ibretli mânâlar yüklü sözleri karşı- sında âdeta dilim tutulmuş, kulaklarıma inanamamıştım. Tarihimizin yiğit anaları evlâtlarını cepheye uğurlarken 'Haydi oğlum, haydi git... Ya gâzi ol, ya şehid!' sözleriyle âbideleştikleri gibi; onun da tarihe geçecek şu sözleri yaralı yüreğimde fırtınalar koparıyor âdeta: 'Yavrum, biz gafletle geçen yıllarımızda uyuduk, çok uyuduk. Fakat din ve mâneviyât düşmanları mânevî hayatımızı, o sağlam ahlâkımızı yoketmek için gece-gündüz uyumadan çalıştılar. Bana gelince, sen beni bırak şimdi... Ben burada iyi bakımdayım çok şükür. Sen onlara koşmalısın, yaralı mâneviyâtlarına şifâ sunacak tebliğini yap. Asıl aç-susuz, asıl hasta onlar yavrum. Eğer söz verilmiş konferanslara gitmezsen, analık hakkımı ve sütümü sana helâl etmem.'
Dilerim Rabb'im bütün mânevî hizmet ehli gençlerimizin anne ve babalarına bu sağlam şuur, i- râde ve fedakârlığı ihsân etsin!"
Kayseri’ye annesi ve abisiyle beraber gelen Şule Yüksel Şenler’in konferanslarını tertip eden Kayseri’deki organizasyon, bir çoğu İmam ve İmam Hatip Öğretmenlerinden oluşan, İmam Hatip Mezun Cemiyeti ve Din Görevlileri Cemiyeti idi. Bu Cemiyetler de Şule Yüksel Şenler ve ailesini ağırlamak ve onlara mihmandarlık etmek üzere, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü son sınıf öğrencisi Musa Kavgacı (Haksever)’i görevlendirmişlerdi.
Rahmetli Musa Haksever de o günleri ve Şule Yüksel’i şu şekilde anlatıyor:
"Şûle Yüksel Şenler Hanımefendi... «Tesettür» denilince «Şûle Yüksel Şenler»; «Şûle Yüksel Şenler» denilince «Tesettür» gelir hep aklıma... Şûle Hanımefendi tesettürün hem duâyeni, hem sembolü, hem çilekeşi oldu. Allah-u Teâlâ kendilerinden râzı olsun. Sa'yini meşkûr, amelini makbûl, cihâdını ma'mûr eylesin... Âmin. Kendilerini tanımam ve bu olumlu kanaate sahip olmam, 1968 Nisan'ının son günleri ile başlar. İstanbul'da yüksek tahsilimin son yılına rastlayan o tarihte, yaptıkları seri konferansların Kayseri diliminde, kıymetli abileri ve merhum vâlideleri ile yaptıkları yolculukta rehberlik etme görevini ihsân etmişti Rabb'imiz... Şûle Yüksel Şenler, genç hanımların bilinçli olarak, isteyerek ve severek örtüye bürünmelerinde etkili olmuştur. Tesettürü benimsetici bir çığır açmış; örtüye zevki, estetiği ve zarâfeti katmıştır. Birkaç yıl önce; estetiği içeren örtü biçimini gençliğe sunmuş olmasından dolayı pişman olduklarını beyân eden bir haber aldım. Bugünkü anlayışlarına göre hatâ ettikleri kanaatinde idiler. Bence bu konuda sevap kazanmış olmalarından ümitlerini kesmemelidirler. Zira, amellerin niyetlere bağlı olduğu gerçeği herkesçe bilinmektedir. Hizmetleri yönündeki ihlâs ve samimiyetlerine, kendilerini tanıyan her şahsın şâhitlik edebileceği inancındayım. Tam 39 yıl önce, kış mevsiminin şiddetinin devam ettiği günlerde, ülkenin dört bir yanında konferanslar vermek, karşılığında Rızâ-i Bârî'den başka hiçbir şey beklememek, uzun ve nâmüsâit şartlarda yapılan yolculukların zorluklarına aldırış etmeden aşkla, şevkle, ferâgât ve fedâkârlıklarla hizmete koşma gibi hâl ve davranışlarına şâhit olmak bende bu kanaati oluşturmuştur. Mevlâ kendilerinden râzı olsun. Âmin."
İslami bilinçlenme açısından o gün için Kayseri’yi adeta sallayan, bu kitlesel konferanslar ve toplantılar, şehir hafızasında önemli bir yere oturmaktadır. Hele bu etkinin bir hanımefendi tarafından, hanımlara mahsus olarak oluşturulması ayrı bir önem taşıyor.
Kadınlar için geleneksel örtü biçimi olarak cumhuriyetin ilk yıllarındaki siyah çarşafın, toprak rengi çara dönüşmesi, 60’lı yıllardan sonra gri piti kare örtü ve şalvara evrilmesi ve bugün yaygın tesettür kıyafeti olarak kullanılan başörtüsü ve pardesü uygulamasında, Şule Yüksel Şenler’in miheng taşı olma etkisi söz konusudur. Allah Rahmet eylesin…