Osman GERÇEK

Hayvan sevgisi ve pitbullar

Osman GERÇEK

Aynı yer küreyi ve bu yerkürenin kaynaklarını beraberce paylaştığımız hayvan aleminin üyeleri modern dönemde bir şekilde insanlık aleminin elinde farklı bir şekle bürünmeye başladı.

Sınırsız ve sayısız, tür ve familyasıyla hayvanlık aleminin özellikle kedi-köpek gibi birkaç türü, her geçen gün bir şekilde hane içinde beslenen ve büyütülen bireylere dönüştü.

‘Hayvanseverlik’ adı altında hayvanat aleminin birkaç türüne olan yakın ilgi, diğer hayvan türlerinin de ayrımcı bir şekilde ötekileştirilmelerine neden oldu.

Kır kökenli toplumdan, kent kökenli bir topluma evrildiğimiz son yüz yıl içinde, doğadan ve doğal olandan büyük kopuşlarda yaşadık aynı zamanda.

Eski köy yaşantısında insanların adeta hayvanlarla aynı havayı soluduğu bir atmosferde, koyunu sığırı, atı eşeği, kedisi köpeği, kazı tavuğu, arısı sineği, faresi böceği, aynı avlu/ahır hatta ev içinde yaşar giderlerdi ama doğadan ve doğal ortamından kopmadan. Bu saydığımız hayvanların, derdi, tasası ve beslenmesi de o hane halkının sorumluluğundaydı. Bu hayvanların beslenmesi ve bakımı günlük ritüel içinde aile fertlerinin bakım ve beslenmesinden farksızdı. Bunların çoğu başıboş ve sahipsiz değildi, mutlaka bir sahipleneni ve sığındığı bir hanenin civarı vardı. Belki steril kafes içinde doğal ortamından kopuk yaşamıyorlardı ama özellikle kedisi ve köpeği, acıktıkça bir şekilde açlığını hane halkına hissettirir, onlar da hemen onların evin kenarındaki çanağına yiyeceğini korlardı. Çoğu zaman ise açlığını hissettirmelerine bile gerek yoktu. Ev içinde sofra kurulduğunda, onlarında çanağına da yiyecekleri çoktan konmuş olurdu.

Evin kedisi ve köpeğinin mütemadiyen evin içinde yaşaması mümkün değildi. Zaten köpek daha çok evin civarında ve kapının önünde yatar, bazen üç beş saat ortadan kaybolur ama bir müddet sonra yeniden gelir ve sahibine görünürdü. Kedi de öyle, evin içine kapı açıksa şöyle bir girer, fare ve haşeratlara bir görünür sonra çıkar giderdi. Öyle bu hayvanlar kucaktan kucağa gezen, insanların ev içi yaşamına kullandıkları alanları kullanan ve insanların elini yüzünü yalayan türden değildi. Yani belki her evin bir kedisi köpeği vardı ama bunların yeri, yurdu, yuvası odanın içi değildi.

Kısacası bu ‘dilsiz ağızsız’ hayvanların sorumluğu aile bireyleri üzerine kaçınamıyacakları bir sorumluluktu.

Hatta Müslümanlık değerleri bakımından özellikle Hac veya Umre niyetinde iken ihramlı bulunulduğu süre içinde herhangi bir hayvana zarar vermek şöyle dursun, bir ota, bir ağaca zarar vermek bile yasak, ve hatta cezai sorumluluğu bulunan davranışlardandı.

Değerlerimiz ve hayvanlık alemiyle olan bu ‘sınırsız ve sınıfsız’ ilişkimiz, nasıl olduysa kentleşme ile beraber bu modern dönemde farklı bir çehreye büründü. Hayvan sevgisi ve özlemini tatmin etmek için doğal ortamından koparılan özellikle kedi, köpek, balık ve kuş türü hayvanlar, steril ortamlarda, kafes veya dört duvar arasında yaşama mahkum edildi. Adeta ev ortamında bir ‘hayvanat bahçesi esareti’ yaşatılan bu hayvanların beslendiği gdo’lu besinler ve doğal ortamından koparılışlarının verdiği ‘keder’ genetikleri bozulmuş yeni bir çok türü de ortaya çıkardı. 

Genetiği bozulmuş bu hayvan türlerine birçok tıbbî müdahale ile ses tellerinin kesilmesine kadar varacak ifsat ve istismarlarda bulunuldu.

Bu genetiği ile oynanmış türlerden biri olan ‘pitbul’ daha çok sahibinin, ‘korunma ve korkutma’ egosunu tatmin etmek için evlerde veya kafes içlerinde beslenmeye başlandı. Adeta bindiği arabanın gücünü kendi gücü zanneden şoför edasıyla yetiştirilen bu hayvanların makbuliyeti saldırganlığıyla ölçülür oldu. 
Ve ülkemiz bu genetiği bozulmuş saldırgan hayvanların saldırılarından zarar görenlerin feryatlarıyla hüzünlenirken, hayvan barınaklarına teslim edilen veya adeta insanlıktan intikam alırcasına sahibi tarafından ortaya başıboş bırakılan pitbul türü hayvanların endişesini yaşamaktadır.

Aynı zamanda kedi veya köpek besleme hevesiyle doğal ortamından koparılıp, steril ev ortamında gdo’lu mamalarla beslenip büyütülen ve hevesi geçince de sokağa terkedilen, hiç tanımadığı ve uyum sağlayamadığı sokak ortamında kendi bağımsız yaşamını sürdüremeyen hayvanların sürüklendiği bu dram da sıkça yol kenarlarında parçalanarak ölmüş kedi/köpek cesetleriyle kendini hissettirmektedir.

Biyolojik familyayı ifsat ve istismar etmeden, ekolojik dengeyi bozmadan, doğru ve doğal bir dengeyi koruyarak, çevre ve çevresindekilerle uyumlu bir ilişki geliştirmek, insan olmamızın bize yüklediği bir sorumluluk değil mi?
 

Yazarın Diğer Yazıları