Osman GERÇEK

Hacc ve Kurban üzerine

Osman GERÇEK

Pandemi sürecinde kısmî inkıtaya uğramış olsa da Hacc ibadeti etrafınde şekillenen duruşu yeniden hatırlamakta yarar var sanırım.

Mübarek Hacc, teşrik günleri ve Zilhicce ayının ilk on günü ile onuncu günde kesilen kurban, İslam’ın önemli ritüllerinden.

Hacc ve Kurban, iç içe geçmiş, birbiriyle direkt irtibatlı iki ibadet olarak algılanıp yaşandığında, ancak gereği veçhi ile idrak edilmiş olur.

Her iki ibadet de İbrahimî gelenek içinde, emin belde Mekke coğrafyası içinde, aynı zaman diliminde, ortak semboller ve şiarlar etrafında şekillenmişlerdir.

İlk insan Adem a.s’ın eşi hava ile buluştuğu bu coğrafya, aynı zamanda İbrahim, Hacer, İsmail a.s’ın buraya intikalleriyle tarih sahnesinde, ‘çekim merkezi’ olma özelliğini başlatmış oluyor.

O beldeye gidenler  için orası, bu çekim merkezi olma özelliğinden dolayı, namazın kısaltıldığı bir ‘gurbet’ değil, ana kucağı ve baba ocağı bağlamında ‘ana vatan’, ‘sıla’ oluveriyor.

İnsanlığın kalbinin attığı o özel beldeye girerken ve çıkarken de rastgelelikten uzak belli kurallara tabii ve teslim olmak gerekiyor, aynı zamanda.

Her ne maksatla olursa olsun,  o mübarek beldeyi ziyaret ederken, daha girişte yasakları korunma sözü ve göstergesi olarak, iki parçadan oluşan bir bezle vücudun belli bölümleri sarılarak ‘tabiiyet’ sözü veriliyor.

Tabiiyet’in de gereği olarak, insan ve ot da dahil hiçbir canlı varlığa eza, cefa, ta’ciz, ta’zir ve eziyet de vermemek gerekiyor. Kozmik alemdeki gibi kendi yörüngesinde, benliğinde, milyonlarca gezegenin kendi yörüngesinde hareket ettiği gibi, kendinde yoğunlaşmak ve öylece hareket etmek gerekiyor.

Kurban, kendi orada bulunmasa bile memleketinden insanlığın kalbinin attığı yere gönderdirdiği elçileri vasıtasıyla Hacc atmosferini yaşayanların bayramıdır.

İki parça beyaz bezle şekli tabiiyet nişanesine büründükten sonra Arafat’ta gündüzünü vakfeyle geçirip, Meş’ar’e doğru akan insan seline katılıp, Müzdelife’de geceleyen hacılar, ertesi sabah şeytan taşlayıp kurbanını kestikten sonra tıraş olur ve ihramdan çıkarak haccı tamamlamış olurlar.

Arafat’ta yaşadığı  Rabbiyle tanış olma sınavından geçen, Meş’ar’de gece boyu kendi içine dönüp şuurlanma sınavı veren hacı, artık bayram sabahına tıpkı Ramazan Bayramı sabahı yaşadığımız gibi bir tür çözülme ya da serbestleşme ile girer. İhramda iken tek bir kıl ve tek bir yeşil yaprağı bile koparması yasakken, bayram sabahı   bir hayvanı boğazlamak ve akabinde saçını traş etmek üzerine vacip olmuştur. Hacının ihramı, bu anlamda Ramazanın orucuna benzer. Oruçlu Ramazan Bayramına dili çözülmüş olarak girer, hacı ise Kurban Bayramına eli çözülmüş olarak girer.

Hacı, tüm bunları gerçekleştirirken yalnız ve tek başına değildir. Dünyanın dört bir yanından, geldiği ülkelerden getirmiş olduğu binlerce yüreği, yine burada buluşan milyonların yürekleriyle harman etmek ve insanlığın kalbi olan o beldede, her yıl yenilenen devasa bir kalp vasıtasıyla tüm coğrafyalara o ilahi soluğu ulaştırmak ve pompalamakla sorumludur.

Aslında, İbrahimi gelenek içinde kendi bulunduğumuz yerlerde kesmiş olduğumuz  kurbanlarla, İslam ümmetinin her yıl gerçekleştirdiği büyük hac kongresinde kesilen kurbanlara oluşturduğu devasa kalbe kan takviyesinde bulunmuş oluyoruz. Toplar damarlar vasıtasıyla ümmetin merkezi kongresine toplanan kan/can, yine atar damarlar vasıtasıyla Müslüman ümmetin her bir ferdinin yüreğine pompalanmış oluyor.

O mübarek beldeyi ziyaret eden hacılar vasıtasıyla, her yıl mütemadiyen anjiyo olup açılan ve yenilenen bu damarları açık tutmanın yolu, diyeten yani Müslüman tabiiyet ve teslimiyet kurallarına dikkat etmekten geçiyor.

Kurban, bir Allah’a yakınlaşma sevdasıdır, Allah’ın mümin kullarına yakınlaşma vesilesidir, ırki ve coğrafi farklılıkları bir yana iterek, mümin yüreklerle beraber, ‘şehirlerin anası’nın yüreğine iltica etme, yakınlaşma tutkusudur.

‘Kurbanlarınızın ne etleri ne kanları Allah’a ulaşır. Ancak sizin takvanız (yakınlaşmanız) Allah’a ulaşır’ Ayet-i Kerime

Yazarın Diğer Yazıları