Osman GERÇEK

Dava Adamı Mustafa Zeyrek'in ardından

Osman GERÇEK

Dünya hayatının sayılı günleri herkes için mutlaka birgün sona erecek. Önemli olan bir insan için nasıl yaşadığı, nasıl bir duruş ortya koyduğu ve kendinden sonra ne gibi eserler bırakıp gittiğidir.

Mustafa Zeyrek de ömür sermayesini tamamlayıp 66 yaşında rahmeti rahmana kavuştu.

Yaklaşık son 20 yılını biraz sosyal ortamdan uzaklaşarak uzlet halinde geçirse de fazla ortalarda görünmese de bir dönem için önemli bir duruş ve aksiyon ortaya koymuş, değer üretmiş biriydi.

Bir takım köylerde İmamlık yapan Dilaver Hoca'nın iki oğlundan küçüğü olarak babasının görev yaptığı yerlerde geçirdi çocukluğunu. 

Gençlik evresi başlangıcında, şartlar ve ortam gereği  bir takım Ülkücü organizasyonlar içinde yer alsa da asıl kendini bulduğu dönem 1977'li yıllarda Adana Çukurova Üniversitesi'nde okuduğu dönemde oldu. İslamcı/Akıncı aksiyonu içinde geçirdiği üniversite yıllarında çok güzel dostluklar ve birlikteliklerin oluşmasına öncülük etti.

12 Eylül darbesi sonrası mezun olduğu üniversite dönemi sonrası memleketi olan Kayseri'ye döndü. İşletme mezunu bir çok genç için rutin işlerden biri olan muhasebecilik işi ile ilgili bir kaç arkadaşıyla kurduğu bürosunda hayata atıldı.

O dönemlerde örtülü ve dini duyarlılığın genç kızlar arasında pek yoğun yaşanmadığı bir ortamda bir çok İslamcı genç gibi o da bir imam kızı ile evlendi.

Hayatımın akışını değiştirecek oldukça ilginç bir tanışma hikayemiz oldu Mustafa Zeyrek ağabayle.

Şehirde doğup şehirde yaşamamıza rağmen ev ekonomimize katkısı olsun için bazı yıllarda şehir merkezine 25 kilometre mesafede bulunan Boyacı Köyü'ndeki arazilarimize üretimi biraz daha kolay, getirisi fazla olan nohut ve mercimak tarzı ürünler ekerdik. 

İşte yine böyle bir hasat döneminde ektiğimiz nohutları 'yolmak' deriz tarladan elle toplamak için ailemle beraber tarlada çalışıyorduk. Tarlamızın bulunduğu yerin beş altı yüz metre uzağında bulunan pınardan da soğuk su getirmek üzere pınara gidip elimdeki kaplara su dolduruken, selam vererek yanıma bir delikanlı yaklaştı.

Koyu pantolon üzerine sarkıttığı beyaz gömleği ve gür saçlı kıvırcık sakallı haliyle bana selam veren benden beş altı yaş kadar büyük olan bu genç adamı daha önce ne duymuş ne görmüş, ne de varlığından haberdar idim.

Ve bana yaklaşarak, 'Nasılsın, ne yapıyorsun Mustafa' diyerek beni kucaklamak istedi. Ben de kekeleyerek, bozgunculuğa vermeden  'iyiyim' dedim ama belli ki beni biriyle karıştırmıştı. Bir kaç candan muhabbetle çok yakın tanıdığı zannettiği benimle konuşmak, hal hatır sormak istiyordu ama benim şaşkın ve donuk halimle 'Ben Mustafa değilim' diyerek bu yanlışlığı düzeltmeye çalıştım. O da biraz bozulsa da beni beş altı yıldır görmediği, amcasının oğlu Mustafa'ya benzetmişti. İnsanlık hali olabilir, insan insana benzeyebilir. Kendimi tanıttıktan sonra, bizim sülale ve ailenin sol kökenli bir aile olduğunu bildiğini zannediyorum. Kısa bir tanışmadan sonra Erciyes İşletme'de okuduğumu, bu yıl hazırlık sınıfını tamamladığımı söyledim. Kendisinin de Adana İşletme'yi bitirdiğini, Kayseri'de bir muhasebe bürosu olduğunu vurgulayarak okul açılınca adresini tarif ettiği Dergah Muhasebe bürosuna beni davet etti.

Vel hasıl okul açılıp kavramakta zorlandığım muhasebe notlarını da yanıma alarak, Dergah Muhesebe'nin yolunu tuttum. Gelişimden çok memnun oldu. Ofiste kendisi gibi sakallı gömleğini pantolunun üzerine sarkıtmış birkaç arkadaşı daha vardı. Onlarla şaka yollu sempatik muhabbet ederken bir yandan da benimle konuşuyordu. Soracağım muhasebe sorularıyla ilgili yardımcı olmasını istediğimde 'boşver zaman içinde anlarsın' dedi. 'Akşam işin yoksa seni bir yere götüreyim' dedi. 'Hayrola, nereye' dedim, 'gidince öğrenirsin, öğrenci arkadaşlar falan' dedi. Akşam karanlığı çökerken pide ekmek, peynir ve çayla ofistekilerle açlığımızı yatıştırdık.

Hava kararınca da beraberce Kılıçaslan Mahallesi Raşit Cami karşısındaki bodrumunda hamam olan bir zemin kattaki öğrenci evine beraberce gittik. Yer süngerleriyle döşenmiş geniş bir odada herkes duvarda yaslı süngerlere sırtını vermiş oturuyordu. Ben de sesszice bir köşeye sıkışıp oturdum. Aynı okuldan birkaç arkadaşı da orada görmek içimi rahatlatmıştı. İşletme ve ilahiyattan yüzüne aşina olduğum ama samimiyetim olmayan bir ksım arkadaşlarla beraber, öğrencilikten çıkmış, bizden beş on yaş büyük üç beş kişi daha vardı. Bunlardan biri de galiba şehir dışından gelmiş, Erzurumlu tek gözünü 12 Eylül öncesi olaylarda kaybetmiş birisiydi. Toplantının odak noktası olan kişi de oydu. Herkes ona birşeyler soruyor, ondan birşeyler öğrenmek istiyordu. Daha çok o günün reel politik ve dünya siyaseti ile ilgili alanlarda normal sohbet havasında konuşmalar yapılıyordu. Yine o akşam aynı sohbette, Mustafa Zeyrek beni, 'Hemşerin, tanış' diyerek uzun boylu, seyrek kıvırcık sakallı, zayıf saçlarını ortadan ikiye yarmış, yeni İslam Enstitüsü'nden mezun olmuş biriyle tanıştırdı. Babasını bildiğim, uzaktanda akrabamız olan, adını duyduğum ama, kendisini hiç görmediğim adını Yakup diye bildiğimiz, Seyyit dayı'nın oğluydu tanıştığım. Bir de aynı mekanda Erkiletli Sınıkçı Şaban emmi'nin oğlu olduğunu öğrendiğim birisiyle daha tanıştım. Aynı mekanda üç hemşehrimin ve mektep arkadaşlarımın olması orasını benim için daha emniyetli bir mekan haline getirmişti.

Sohbet bittikten sonra da öğrenci arkadaşlar etrafımı sararak, benimle tanışmak istediler ve biraz da öğrencilerle başbaşa sohbet ettik. Öğrencilerin biri hariç tamamı şehir dışından üniversite okumak için gelmiş ve bazısı bu evde kalıyordu. Daha sonra bu arkadaşlarla yakınlığımız okul ortamında da devam etti.

Bu ilk gittiğim öğrenci evi ve orada  tanıştığım İslamcılar arasındaki içtenlik ve samimiyet, şakalaşma ve muhabbet beni onlara yaklaştırmıştı.

Dava Adamı Mustafa Zeyrek'in ardından

Daha sonra Mustafa Zeyrek, muhesebe ofisinden ayrılarak Sahabiye Medresesi içinde 'Medrese' isimli bir kitabevi açtı. 1984'lü yıllarda, 12 Eylül öncesinde sağcılardan ve solculardan çok çekmiş bir memleket havasında İslami Kitabevleri insanların uğrak yerleri ve bilgilenme mekanlaı olarak çok önemli bir fonksiyon icra ediyordu. 

Kitabevine her gittiğimde dostane karşılar, çay ısmarlar, karnımızın aç olup olmadığını sorar, köyden kentten hemşehri muhabbetiyle o günün güncel dergi kitaplarını önerir, bazen hediye eder veya al oku getir derdi. Kuranı Kerim Kıraatı, vaaz, ilahi, ezgi ve marş kasetlerini bazen oradan satın alır bazen de elimizde olan türkü şarkı kasetlerini götürür onların üzerine çektiridik. 

Vardığımızdan ve varlığımızdan çok memnun olduğunu hissettirir, canı gönülden kucaklar, sert toka yaparak elimizi sıkar, küçücük kitabevinde altımıza mutlaka bir tabure verirdi. Gönül yakınlığı ve göz teması ile sohbetler devam eder giderdi.

Dava Adamı Mustafa Zeyrek'in ardından

Sadece ben değil o günün İslamcı Gençliği'nin bir çoğu için bir uğrak noktasıydı burası. Çok şükür benim ekonomik ve sosyal problemlerim yoktu ama dışarıdan gelmiş öğrencilerin yiyecek, içecek, yakacak ve barınma sorunlarını bir şekilde çözmek için gayret sarfederdi. O dönemlerde Kayseri'de okumuş belki yüzlerce öğrenciyle mutlaka bir yürek teması ve yakınlığı vardı. Herkes de onu 'ağabey' olarak sever saygı duyardı.

Sadece kitabevi ortamında değil, aynı zamanda evi de adeta bir 'yol geçen hanı'ydı. Arkadaşları, öğrenciler ve şehir dışından gelen misafirler için, evinde konaklamayan, sofrasında bulunmayan, çorbasını içmeyen yok gibiydi.

Her İslamcı gencin örnek aldığı bir dava ve aksiyon adamı olarak aynı zamanda iyi bir davetçiydi de. Vurgulu ve kelimelere baskı yaparak konuşması, muhatabının duyacağı şekilde nefes alıp vermesi ona ayrı bir özgünlük kazandırıyordu.

Ticarete eğimli bir kısım arkadaşlarının onu ikna ederek, Medrese Kitabevi'nden çıkarıp çok ortaklı bir Holdingin Yönetim Kurulu Başkanılığına uzanan serüvenine yönlendirmeleri, onun hayatının dönemeç noktalarından birisi oldu. Çok ortaklı İslami sermayenin palazlandığı sayısız holdinglerle halka açıldığı bir dönemde Kayseri yerelinde bir holdingin tepesindeydi artık o. Holding Patronluğu kimliğini içine sindiremese de üstlendiği sorumluluk onu bir yerlere sürüklüyordu. 

Ülke genelinde çok ortaklı İslami şirketlere karşı başlatılan psikolojik ve ekonomik savaştan bu holding de payını aldı ve çok kısa süre içinde neredeyse tüm holdingler gibi bu holding te bir sürü olumsuz ithamlar, iddialar ve bühtanlarla tarihin tozlu raflarında yerini aldı.

Bu yaşanan olumsuz teşebbüs ve hüsrandan, psikolojik ve ekonomik en çok zarar görenlerin başında da Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Zeyrek geliyordu. 

20 Yıllık evlilikten sonra Allah Teala'nın verdiği biri kız, diğeri erkek iki evladı olmuştu ama geçmişi, geleceği ile tüm varlığı toplumsal baskı altında berhava olup gitmişti.

Toplumdan ve insanlardan uzaklaşmanın yolu olarak, kendine 'kaçış rampası' olarak seçtiği köyüne sığınmakta buldu çareyi. Köyünde kendine yetecek kadar çok küçük çaplı tarım ve ziraat işleriyle uğraştı. Bağ, bahçe işleriyle beraber bir müddet de kendisinin ilgilendiği 20-30 küçükbaş hayvan ve üç beş kovanla arıcılık yapmaya çalıştı. Şehire indiğinde tek uğradığı yerde derdini dinleyen tek ortağı kırk yıllık arkadaşı Esat Ağabey idi.

Geçtiğimiz yıl geçirdiği kalp krizi ve açık kalp ameliyatı ile kendini yavaş yavaş toparlamaya çalışıyordu ki artık yorgun bedeni fazla yükü taşıyamaz olmuştu. Geçtiğimiz günlerde beynine pıhtı atması sonucu dört gün kadar yoğun bakımda yattıktan sonra 66 yaşında vefat etti.

Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Allah yakınlarına, eş ve çocuklarına sabırlar ve ideallarini devam ettirecek istikametler versin.

 

Yorumlar 2
Süleyman Şimşek 29 Ağustos 2024 19:09

Allah rahmet eylesin mekânı cennet olsun inşaallah

Ömer Naci 29 Ağustos 2024 00:11

Bir dönem benim gibi yolu Kayseri den geçen, bütün öğrencilere garibanlara abilik yapmıştır. devamında aks değiştiren İslami düşünceyi ahlaki bulmayıp, paradan ve makamdan kendisini uzak tutmayı başarmıştı. Biz şahidiz. üzerimizde ödeyemeyeceğimiz emeği/hakları vardır. Mekanı cennet olsun

Yazarın Diğer Yazıları